O BİR GAHRİMENDİ

UĞUR CANBOLAT

ERİNDİĞİNİ gören olmamıştı.

Kimin ne ihtiyacı olursa olsun asla üşenmez, ertelemez, ilerlemiş yaşına asla aldırmadan “Hemen” diyerek harekete geçer ve gerekeni yapardı.

“Gereken” her zaman kolay olmazdı.

Suları yokuşa akıtmaktan farksız hallerle az karşılaşmamıştı ama o hiçbir zaman bunları gözünde büyütmemiş ve anında paçaları sıvayarak işe girişmiş, genellikle de üstesinden gelmişti.

Ona göre zoru zor görmek işi daha da zorlaştırırdı.

Bu sebeple asla hiçbir meseleyi gözünde büyütmez mutlaka altından kalkardı.

Ne yazık ki, etrafına doluşan pek çok kişi problemi çözmek yerine kenarda bir seyirci gibi durur ve ne kadar zor, külfetli ve alt edilemeyecek olduğunu söyleyerek üzerine bir algı yükü koymak isterlerdi.

“Madem işe yaramıyorsunuz, el atmıyorsunuz, makul bir çıkış yolu düşünüp bulmuyorsunuz, yeni çözümler üretmeye destek olmuyorsunuz bari yük olmasanız” bile demeyi zül sayıyordu.

Çevredekiler ona bir meczup gibi bakıyor, güya kendini paralamasına acıyormuş gibi yapıyor ama aslında içten içe istihza edip gülüyorlardı.

Bu aşağılayıcı bakış ve sözler bazen kulaklara kadar ulaşıyordu.

“Gahrimen” ise onlara tebessüm etmekle yetiniyor üzerine aldığı işin altından kalkmak için didinip duruyordu.

BİR diğer gurup ise onu kahraman olarak görüyordu.

“Aslansın, kaplasın, şu kadar beygir gücünde bir motor gibisin, senin elinden bugüne kadar ne kurtulmuş ki, bu kurtulsun” diyorlardı.

Ama hepsi bu kadardı.

Onlar da kılını kıpırdatmıyorlar, işin ucundan kenarından olsa da azıcık bile olsa tutuverelim demiyorlardı.

Seyirci olmak onlara yetiyordu.

Bazılarıysa kendilerince parlak fikirler sunuyorlardı.

“Oradan tut, buradan çek, şuraya şöyle koy” gibi temelsiz önerilerde bulunuyorlardı ama kimse yerinden kalkıp elini değdirmiyordu.

Kim bilir belki de bu şekilde kendilerince verdikleri olağanüstü fikirlerle yeterince yardım ettiklerini düşünüyorlardı.

Böylece “Gahrimen’in gahrimenliğinden” pay aldıklarını düşünüyorlardı.

Şaşılacak olan şu ki, bunlardan bazıları sağda solda kendilerinin ürettikleri fikirlerle konunun çözüldüğünü dile getiriyor, ballandıra ballandıra ayrıntılar veriyor ve bu şekilde doyum sağlıyorlardı.

O, bunlara da aldırmıyordu.

Vazife insanıydı.

İnsanlara iyilikle dokunmayı ilke edinmişti.

Ona göre bu bir nevi ameli salih idi.

GAHRİMEN olmak elbette kolay değildi.

Fedakârlık isterdi. Özveriyi gerekli kılardı.

Başkalarının ne dediklerine değil yapılması gerekene odaklanmayı icap ettirirdi.

Hedefe odaklanmak zaruriydi.

Ve…

Kalbinde sürekli iyilik fidanlarını canlı tutmayı gerektirirdi.

Onun yaptığı da bundan ibaretti zaten.

VAKİT erişti ve her fani gibi “Gahrimen” de bu dünyadan gerçek âleme göçtü.

Arkasından herkes kendi meşrebince bir şeyler söyledi.

Nâmı vefatından sonra da aldı yürüdü.

O civarda kimi fedakârlık yaparken görseler, başkalarının işlerini kendi işleri gibi görüp yardıma koşanlara rastlasalar ilk olarak akıllarına bu kişi geldi ve “Aynı Gahrimen gibi” dediler.

Kendi gitti ama rahmet niyazları dinmedi. Hayırla anıldı.

KÖYE yeni gelen muallim anlatılan bu hikâyeleri dinleyip durduğundan merak etti.

Sordu, soruşturdu.

Kimsesi olmadığından “Gahrimen” hakkında sağlıklı bir bilgi edinemedi.

İlçeye indiğinde nüfus dairesine giderek araştırdı ama bu isimde kimseyi bulamadı. Canı sıkıldı.

Kafa dağıtmak için kütüphaneye gitti. Raflarda ilgisini çekecek bir kitap ararken yöre lehçesine göre hazırlanmış bir lügat dikkatini çekti. Hemen eline alıp karıştırmaya başladığında “Gahrimen” maddesine gözü ilişti.

Maddenin karşısında “Acı çeken, çilekeş, dertli, kahırlı” yazıyordu.

Evet, o bir kahramandı ama kahrını gönlüne gömmüş, acısını içine hapsetmiş, çilesini yüzüne bir harita gibi çizmiş, kahrını lütfa çevirmeyi bilmiş bir kahramandı.

Ya Selâm!

27.12.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/o-bir-gahrimendi/814689

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir