ÖDÜL YETMEZLİĞİ SENDROMU

UĞUR CANBOLAT

ÖRSELENMİŞ bir hayatın mağdurlarıyız çoğumuz.

Çocukluk dönemlerimizden başlayıp ciddi bir elemeye tâbi tutsak kendimizi kim bilir altından kalkamayacağımız, hâlâ canımızı yakan ne çok travmayla yüz yüze kalırız.

Yokluklar yaşadık.

Yoksunluklarımız oldu.

Varlığımız dikkate alınmadı.

Farklılıklarımız fark edilmedi veya kötü görülerek bastırıldı, imha edilmeye çalışıldı.

Tek tip olmaya zorlandık.

Yeteneklerimiz açığa çıkamadı.

Hayata renk ve neşe katamadık.

Kısacası kendimiz olmaya yol bulamadık.

Nereye dönsek önümüze engeller, engebeler çıkarıldı.

YETİŞKİNLİK dönemlerimizde de bu anlayış hız kesmediğinden aynen devam etti.

İçine girdiğimiz cemiyetler, topluluklar farklarımızı bastırıp aynîleştirmek istedi ve bunda da oldukça başarılı oldu.

Hayata tutunabilmek için ne yazık ki, bunları ya hiç fark etmedik ya da kendimizi güçsüz gördüğümüzden sineye çekmek zorunda kaldık.

Sürüler içinde olduk ama “Sürmeli koyun” olamadık. Yani yetilerimizi açığa çıkarıp yenilikler üretemedik.

Renksiz yaşadık dolayısıyla.

KEYİFSİZ olduk.

Huzursuzluğumuz başımızı geçti.

İlgi fukarasına döndük.

Duyarsızlaştık veya gereğinden fazla aşırı duyarlı olduk gereksiz konularda. O kadar ki, takıntı seviyesine ulaştı bu tutumuz.

Depresyonun dipsiz kuyularına yuvarlandık çoğumuz.

Çabuk sinirlenir olduk her şeye ve herkese.

Motivasyonumuz düştüğünden bir işin ucunu hakkıyla tutamadık, tutsak bile elimizde kaldı, lime lime oldu.

Sosyal etkileşimimiz azaldı, yer yer yok oldu ve ardından kendimize gömüldük.

Evhamlar sardı dört bir yanımızı, vesveseye duçar olduk.

Bu ise bizim stres seviyemizi yükselttikçe yükseltti.

Dolayısıyla yaptığımız işlerden zevk alamaz hâle geldik. Hayatın tadı kaçtı. Dilimiz damağımız kurudu.

Sıfır verimi olan bir yaşamın gönülsüz taşıyıcılarına dönüştük.

AİLELER kurduk ama yürütemedik.

Ya sevdik ama sevilmedik ya da sevildik ama sevemedik. Toprağı değiştirilmesi gereken saksılara dönüştük.

İş teşebbüslerimiz oldu ancak başarısızlık ayaklarımıza dolandı.

Arkadaşlıklarımız verimsiz oldu, dostluklarımız vefasızlık illetine yakalandı.

Aklımızı başarma konusunda bir türlü ikna edemedik.

Kalbimiz hiçbir şeyden tatmin bulmadı.

Bu nedenle alışık olduğumuz üzere kendimizi kınamaya hatta kendimize kıymaya başladık.

İNANMIŞLIĞIN tüm tezahürlerine hakkıyla mâkes olamadık.

Nasip alamadık yeterince yüce kitabımızdan ciddi olamadığımız, teslimiyetle önüne oturamadığımız için.

Âşıklığımız sahte çıktı, dervişliğimiz yarım kaldı.

Bu da bizi giderek “Kurban olma psikolojisine” sürükledi. Yetersizliklerimizi abarttık.

Kurtarıcılar beklemeye başladık.

Beklediklerimiz ise bize sahte cennetler sundu.

Yeterince değer bulmayan, takdir edilmeyen bizler bu sahte değer ve takdir edilmelere kandık, aldandık.

İlgili kişiler bu işin ustası olduklarından içinde bulunduğumuz durumdan faydalanarak bize mistik pâyeler vermeye, taltifler sunmaya başladı.

Bu ilgilere o kadar muhtaç ve o kadar hazır bekliyorduk ki verilenlerle yetinmemeye başlayarak “Ödül yetmezliği sendromuna” yakalandık.

O kadar ki, sahih olmadığını bile bile her havucun peşinde koştuk.

Komün hayatına razı olduk ve onların direktiflerinden çıkmayı dinden çıkmak olarak kabul ettik.

Mânevi torpil arayışlarına düştük ve söylenenlere inanarak onların bizi kurtaracağına kâni olduk.

Yani ödül yetersizliğimizi ödül yetmezliğine yükselttik.

İstenen de buydu zaten.

Peki, şimdi ne olacak?

Ya olan oldu, ölen öldü diyerek yine gözümüzü gafletle yummaya devam edeceğiz ya da sahih ve kitaba dayalı hakiki bir iman ile dirileceğiz.

Seçim bizim.

Ya selâm!

20.03.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/odul-yetmezligi-sendromu/745814

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir