UĞUR CANBOLAT
AHLÂK-I HASENE erlerinin en hassas olduğu hususlardan birisidir.
Bu mesele onlar için o kadar bağlayıcıdır ki, bir an olsun bile zihinlerinden çıkarmazlar. Akıllarının önünden çekmezler. Kalplerinden düşürmezler.
Zira kendisinin uymadığı bir umdeyi başkasına önermek kabul edilebilir değildir.
İlaç olarak tanımladığı ama kendisinin hiç kullanmadığı bir tableti başkasına kurtarıcı olarak sunması dışarıdan sadece yakışıksız görünse de özünde münafıklık içerir.
Bu sebeple güzel ahlakı ilke olarak benimseyenler evvela kendileri konuyu okurlar, anlarlar, idrakine ulaşırlar ve ardından hayatlarına tatbik ederek müşahede masasına getirirler.
Gözlem yaparlar.
İfrat ve tefritten ne kadar kurtarıp itidale getirdiklerinin hesabını yaparlar. Bunu ise sürdürülebilir bir düzlemde tutarlar.
İşte bu bakımdan almadıkları öğütleri başkalarına vermezler.
Yapmadıklarını yapmış gibi sunmazlar.
Deneyimlemediklerini sanki yaşamına tatbik etmiş gibi göstermezler.
Doğruluğunu test edip görmediklerini bu aşamadan önce dillerine düşürmezler.
Nutuklarını atmazlar. Hamasetine tenezzül etmezler.
Yüksek erdem yolcusu olan bu ahlâk-ı hamide erleri şükredebilmek için hamdini tam yapabilmek için önce kendi zihin dünyalarına bir konuyu taşırlar. Burada ölçüp biçtikten sonra olgunlaştırmak için düşüncelerini güçlendiren kaynaklarla beslenirler. Ardından kalpleriyle hissi bağlantılarını kontrol edip kaçak olup olmadığını kontrol ederler. Sonrasındaysa vicdan terazilerinde en hassas ölçümlerden geçirdikten sonra o hususta kendilerini eğer ehil görüyorlarsa başkalarıyla da paylaşırlar.
Öğüdü almış bir kişi olarak öğüt verirler.
Ezber değil deneyimleri üzerinden sunarlar.
Bunu ise mütevazı bir lisan ile yaparlar.
Bilginin ve deneyimin kibrine kapılmazlar.
Öğretici bir eda ile eli sopalı öğretmen pozisyonuna bürünmezler.
Burada temel referansları yüce kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’dir. Oraya gönül verirler. Âyetlerin kalplerine yeniden nüzul etmelerini temin ederler. Bağlantılarını bularak kümeler şeklinde okumalar yaparlar. Zanlarını gerçeğin tahtına çıkarmazlar.
Vahyin bizlere sunduğu peygamber kıssalarının sosyolojik ve psikolojik dilini çözerek yaşamlarına taşımaya gayret ederler. Buna bağlı olarak en güzel örneğimiz olan Fahr-i Kâinat Efendimizin bize sunduğu yaşanmışlıkları analiz ederler.
Mesela sadece namaz kılın demezler öğüdü önce kendine veren güzel ahlak yolcuları.
Peygamber Efendimiz korktuğunda namaz kıldı diye onlarda korktuklarında namaz kılarlar.
Nebiyi Zişan Efendimiz üzüldüğünde namaz kıldı diye onlarda üzüldüklerinde namaz kılarlar.
Resuli Ekrem Efendimiz sevindiğinde namaz kıldı diye onlarda sevindiklerinde namaz kılarlar.
O şanlı Nebi’nin her uygulamasını öğüt olarak tanımlayarak kabul eder ve hemen kendi hayatlarına taşırlar. Yani evvela öğüdü alan olurlar. Bundan sonra gerektiğinde yumuşaklıkla söyleyerek başkalarına da iletirler.
Ey hakikat yolunun öğüdü önce kendisine alıp uygulayan sahih yolcusu!
Bu yolun sabit ve istikametli yolcusu olmak istiyorsan almadığı öğüdü verenlerden olma.
Öğüdü önce kendisine alıp anlayarak uygulayanlardan ol.
Dilindekini kalbine indirememiş gösteriş mümini olarak kalmamak için bu meseleyi öncele.
Kendinde olmayanı varmış gibi gösterip başkalarına pazarlamakla aslında öğütçü değil misyoner bir pazarlamacı olmanın ötesine gidemeyeceğini kabul et.
Öğüdü sadece lisanen değil yaşayışınla vermen gerektiğinin şuuruna eriş.
Temsil yeteneğini geliştir. Ki, en güzel tebliğ ve öğüt düzgün yaşanmış bir hayattır.
04.05.2024