BİR ÂYET BİR HADİS
Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi sınamak için şerre de hayra da müptela kılıyoruz. Ve sonunda bize döndürüleceksiniz. Enbiya Sûresi Âyet 35
Şüphesiz Allah, biçimlerinize ve sözlerinize bakmaz, işlerinize ve kalplerinize bakar.
Peygamberimiz (sav)
İÇİNDEKİ KEŞFEDİLMEMİŞ KITALAR
FARKINDA değilsin…
İçinde keşfedilmemiş kıtalar var.
Sen ise sanki her şey olup bitmiş gibi bir hava içindesin. Rahatsın. Eminliğin rahatsız edici.
Bu kadarı güvenle açıklanamaz, başka bir adı olmalı.
Bir denizin kıyısında olabilirsin, evet. Ama bu senin deryayı tanıdığın anlamına gelmez.
Ayaklarını suya batırman derinliğini ölçtüğün demek değil ki.
Yüzmeyi bile denememişsin üstelik. Kulaç atmamışsın.
Dalış yapmayı ve yüzeyin altındaki saklı dünyaları görmeye meylin bile yok.
Oysa içinde keşfedilmemiş kıtalar var, seni bekleyen…
…
LAFINDASIN işin…
Hayat diyorsun ama ne olduğuna ilişkin kaç kitap okudun sorusu hep cevapsız kalıyor.
Kendilik diyorsun ancak kendinden bîhabersin.
Bilinç diyorsun ama ne sözlerin ne de eylemlerin bir şuura oturmuyor.
İman diyorsun ancak imansızlığı iman bellemişsin.
Kıble diyorsun ama başka kâbeler edinmişsin kendine dönmek için.
Sözleri çoğaltmak hakikate ulaşmak mânâsına gelmiyor.
Ne anlama geldiğini tam bilmediğin sözleri geviş getirir gibi ağzında evirip çevirmen mesele açıklık getirmiyor.
Ezberlenmiş sözcükler gerçeğin peçesini aralamazsın.
O gerçek, gökçek yüzünü sana bu şekilde asla göstermez.
Minik bir gayretin var, doğru ama yönün yanlış. Yöntemin bâtıl.
Gerekçelerin temelsiz. İstikâmetin şaşmış.
En komik olanı ne biliyor musun, tüm bunlara rağmen en doğru benim nârâları atarak etrafını hizaya sokmaya çalışman. Hizası olmayan başkalarını hizaya sokabilir mi hiç?
Zaviyesi olmayan düşünce dünyasına yeni perspektifler açabilir mi?
Oysa içinde keşfedilmemiş kıtalar var ve onlar seni bekliyor.
…
CEHALET bilgisizliktir diyorlar, inanma. Kanma.
Kabalıktır cehalet aslında. Olgunlaşmadığın halde kendini olmuş saymandır cehalet.
Sende eğrilikler bâki iken başkalarını düzeltmeye kalkman, üstelik bunu bağırıp çağırarak yapmandır.
Sevdiklerini kırmandır cehalet. Kırıp dökmendir. İncitmendir.
Cehalet üstü cehalet ise bunun hiç farkına varmamandır.
Ya da bildiğin halde üstüne yatman, yok saymandır.
Oysa içinde keşfedilmemiş kıtalar var, seni bekleyip duran…
…
MODASI ne biliyor musun bu çağın?
İki ders dinleyerek alleme olmak… Âlim demedim bak, allame…
Bir iki kursa gidip aldığın sertifika ile o alanın bilgesi sayman kendini ah ne kadar da acınası.
Hayret edilecek olan şu ki, böyle devam edersen sana acıyan bile bulunmayacak.
Çünkü sana ait olmayan elbiseler giyerek rolüne girdiğin kişilik sen değilsin.
Ve bunlar cehaletini kapatmak yerine körüklemekte…
Oysa içinde keşfedilmemiş kıtalar var, seni bekleyen…
…
İÇİNDE keşfedilmemiş kıtalar var.
Kapağı aralanmak isteyen sandıklar var ağzına kadar hazinelerle dolu.
Peki, sen neyin peşindesin? Yalancı rüyalar derdindesin. Olmayacak hülyalar kurmaktasın.
Yanlış yere vurulan kazmanın suçu yok belki de… Kabahati kazmanın sapını tutanlarda aramak gerek…
Ama ne yaparsın ki, onlar saklanmakta çok ustadırlar. Sorumluluk almazlar.
Sıyrılmanın muhakkak kolay bir yolunu bulurlar ve seni yine buna bir defa daha inandırabilirler.
Doğru, içinde keşfedilmemiş kıtalar var ama bunlar sahte kılavuzlar ile bulunamazlar ki!
___
RAMAZAN PEDAGOJİSİ DOÇ.DR. AYHAN ÖZ
ÇOCUKLUK HATIRALARLARIMIZIN SİLİNMEZ NESNESİ
Çocukluğumuzda duygusal izler bırakan yaşantılar bizlere hayat boyu arkadaşlık eder. Bu hem olumlu hem de olumsuz duygular için geçerlidir. Ancak Ramazan çoğumuz için hoş hatıralar ve hatıralara eşlik eden hoş duygular barındırır. Çocukların duyuları ve duyguları çok kuvvetlidir. Yaşam pratikleri duyusal ve duygusal tatmin üzerine oturur. Ramazanlar bu anlamda çocukların ihtiyaçlarına tatminkâr cevaplar sunar. Ramazanda bol duyusal uyaranlar çıkar çocukların karşılarına: Mahyalar, top atışları, hurmalar, iftar sofrasında buluşan insanlar, ezanlar, salalar, salavatlar vb. Bunlara ilaveten Ramazanlar hem çocukların hem de yetişkinlerin duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak imkânlar ve ortamlar sunar. Kalabalık iftar sofralarında birlikte açılan oruçlar, heyecanla koşarak gidilen teravihler, iftarda heyecanla ve umutla beklenen ezanlar, mazlum ve mahsunları sevindirmek için verilen fitreler. Ramazanda yaşadıklarımız hem duyusal hem de duygusal hafızamıza kazınır adeta. Bu yaşantılar çocukluğun saflığıyla buluştuğunda insan için hep özlem duyulan bir zaman dilimine dönüşüverir.
___
KUR’AN’DAN KAVRAMLAR
GAFİL KALP
Kur’an-ı Kerim’de kalbe nisbet edilip de onun gafil oluşuna vurgu yapan âyetlerde geçen kelimeler ğafle, ğamre ve lehv dir. Yani kalp ile beraber geçen bu kelimeler o kalbin gafil olduğunu gösterirler. Gaflet; çevresinde olanları fark edememe, açık gerçeği görememe, dalgınlık, dikkatsizlik halidir olup, özel manada ahiret hallerinin tehlikesinden habersiz olmak diye de tanımlanmıştır.
Gafil ise gaflette bulunan, ihmal eden, ilerisini iyi düşünmeyen, ihtiyatsız, dalgın demektir. Şimdi genel hatlarıyla gaflet anlamına gelen ve kalbe nisbet edilen bu üç kelimeyi kısaca incelemek istiyoruz. Arapça’da ğ-f-l kökünden mastar olan gaflet: Bir şeyi hafıza zayıflığı ya da dikkatsizlik sebebiyle terk etmek, ihmal etmek, uyanık bulunmamak, bolluk ve refah içinde olmak anlamlarına gelir. Ğ-m-r kökünden türeyen ğamra da içine düşeni yutan, sapıklık, sahibini örten cehalet ve koyu gaflet manalarına gelir.
Lehv ise gafletin bir sonucu olarak insanın lüzumlu ve çok önemli olan bir şeyden alıkoyan meşguliyettir.
Kur’an-ı Kerim’de ilgili ayetlerden birkaçının meali şöyledir: “Sabah akşam Rabbine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” Kehf, 18/28.
“Hayır, onların (o inkârcıların) kalpleri bu hususta cehalet (gamre) içerisindedir.” Muminun, 23/63.
“Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye (lahiye) dalarak dinlemişlerdir…”Enbiya, 21/2-3.
__
ESMAİ HÜSNA HATİCE FAHRUNNİSA
EL ĞANİ
Yeterlilik anlamına gelen Ğına’ kökünden türemiş olan Ğaniy ismi; muhtaç olmayan, ihtiyaçtan berî olan, kendi başına ayakta durabilen, ikamet eden, hayatını devam ettiren anlamlarına gelmektedir. Fakir kelimesinin tam zıddıdır. Arapçada fakir kimse için beli kırık olan ve kendi başına hareket edemeyen, ayakta duramayan kimseye denir. Ğanî ise, hayatını kimseye muhtaç olmadan kendi varlığıyla yetinerek sürdürebilen, zengin, her şeyden müstağni olan demektir.
El Ğani ismi, Allah’a nispet edildiğinde mutlak ve sonsuz zengin, bütün ihtiyaçlardan münezzeh başkasına hiçbir şekilde ihtiyaç duymayan fakat herkesin O’na ihtiyaç duyduğu zat demektir. Bu isim Allah’ın kudreti ilgili isimlerindendir.
El-Ğanî ismi Kur’ân-ı Kerîm’de on ayette Hamîd ismiyle, (Bakara, 267; Nisâ, 131; İbrahim, 8; Hacc, 64; Lokmân, 12, 26; Fâtır, 15; Hadîd, 24; Mümtehine, 6; Teğabûn, 6)
Bir ayette Halîm ismiyle (Bakara, 263),
Bir ayette Kerîm ismiyle (Neml, 40)
Bir âyette “Zü’r-rahme” (Enâm, 133) isimleri ile birlikte geçmektedir.
İnsan aciz ve fakirdir. Ne gücü ne gençliği ne zenginliği ne de güzelliği ebedidir. Kendisine lûtfedilen her şey geçici bir emanettir. Allah kulunu fazlıyla zenginleştirir. Bu zenginliği vermesi kullarının arasında hangisinin daha güzel davranacağını görmek içindir. Fakirin ne derece sabrettiği ve zenginin ne kadar şükrettiği ölçülür. Çünkü insan için her iki durumda da muhtaç olmaklığı hiçbir zaman kendisinden yok olmaz. Bu Sünnetullâh’ın kaidesidir.
Zenginlik denilince aklımıza sadece servet sahibi olmak gelmeli. Allah kulunun manevi ihtiyaçlarını da gidererek kabine bir sekine ve sürur ihsan edendir. (Fetih,4)
Allah asıl zenginliğin gönlün Allah’tan başkasına ihtiyaç hissetmeme halini kalplerimize duyursun.
___
GÜNÜN NİYAZI
Allah’ım günümüzü hayırlı eyle. Bereketli kıl her anımızı.
Ayrılığa düşenlerden eyleme.
Acıları kendine kılavuz ederek doğru çıkarımlar elde edenlerden eyle.
Allah’ım.
Kulluğumuzu makbul eyle. İbadetlerimizi ihlaslı eyle.
Ameli sâlih ehlinden eyle bizleri.
Allah’ım.
Göklerde ve yerdekilerin hepsinin Sana boyun eğdiği gibi bizi de boyun eğenlerden eyle.
İsyanda olanlardan eyleme.
İtaat ehlinden eyle.
Allah’ım.
Nimete uğramış olanların izinden gidebilmeyi nasip eyle.
İnfak sahiplerinden eyle.
Sadece kendine odaklı olmaktan çıkanlardan eyle. Toplumsal duyarlılık ile yaşayanlardan eyle.
Allah’ım.
Başkalarını önceleyen bir kalbin sahibi eyle bizi.
Bizi ileri görüşlü olanlardan eyle.
Kârını zararını idrak edip fâruk olanlardan eyle.
Bizi kaybetmeye mahkûm olanlarla dost olmaktan uzak eyle.
Yoldan çıkanlardan eyleme. Sadakatle yürüyenlerden eyle.
Görev bilinciyle hareket edenlerden eyle.
Kulluk şuuruyla yaşayanlardan eyle.
Hayırlılar ashabından olanlardan eyle.
Şerliler ashabından uzak olanlardan eyle.
Günahlarından sıyrılıp berat edenlerden eyle.
Amin!
___
AHLÂK-I HASENEUĞUR CANBOLAT
MAHFUZÂT, METRUKÂT
YERLİ yerindelik güzel ahlak yolcularının asla vazgeçmeyeceği, öteleyemeyeceği bir davranış şeklidir.
O, zamanın içinden en aktif şekilde geçen kişidir.
Vaktin hakkını verendir.
Vaktin hakkını vererek, hayatın hakkını verendir.
Öncelikler fıkhını idrak etmiş ve yaşamını buna göre dizayn etmiş, düzenlemiş kişidir.
Bu sebeple ahlâk-ı hasene eri için mahfuzât ve metrukât önemlidir.
Sanırım bu hususta gönül trafiğimiz karıştığından beri işler sarpa sarmıştır.
Suyu tersine akıtmak mümkün olmadığından yorulan ve dağılan biz oluyoruz.
Düğümleri doğru yerlere atamıyoruz.
Tuttuğumuz elimizde kalıyor.
Yine bize hüsran düşüyor, yine bize hicran eşlik ediyor.
Yüksek erdemleri hayatında öncelemeyi başaranlar neyi muhafaza edeceğini ve neyi bırakacağını bilen ve bunu doğru bir zamanlamayla yapanlardır.
Mahfuzât; saklanmış, korunmuş demektir. Korunan, saklanan, gizlenen, hıfzedilen, muhafaza edelin…
Metrukât ise; bırakılan, terk edilen, geriye atılan, uzaklaşılan, gönül bağlanmayan anlamına geliyor.
Ey hakikat yolunun hakikatli, sahih yolcusu!
Seçimini yapmalısın.
Yoksa acıların kıskacında ruh depremleri yaşaman kaçınılmazdır.
Tercihlerini artık doğru yapmalısın.
Önceliklerini sağlıklı bir biçimde belirlemelisin.
Ve bu yolda ısrarla yürümelisin.
Şimdiye kadar mahfuzât ve metrukât ilkesini yanlış işlettin.
Gönül ezasına kendini mahkûm ettin.
Yetişmez mi bu kadar ıstırap, çile?
Kaygılar ve korkular cehenneminden azat olma vaktin gelmedi mi?
Neden uzatıyorsun tahammül edilmez ıstıraplarını?
Bu reva mıdır?
Artık her şeyi yerli yerine koymalısın. Ebedi olan ile fani olanı ayrıştırmalısın.
Davranış kodlarını buna göre belirlemelisin.
İdrakimiz niye yükselmiyor dersin?
Kendilik bilinci yolculuğumuz acaba ne sebeple sürekli sekteye uğruyor?
Mahfuzât ve metrukât konusundaki cehaletimiz olabilir mi?
Zaman zaman aymazlığa ulaşan sûri cesaretimiz olabilir mi?
Unutma ki; sen seçimini doğru yapmazsan hayat bunu zorunlu olarak sana yaptıracaktır.
Yani muhafaza ettiklerini ölüm kapını çaldığı vakit terk etmek mecburiyetinde kalacaksın.
Yer değiştirecekler onlar.
Mahfuzât, metrukât olacak.
Akıllıca olan şimdi onları değiştirmektir.
Elinden çıkacak olanlara gönül bağlamayı bırakıp ebediyen seninle seyahat edeceklere yönelmelisin.
Fâni ve fena olanlarla yüreğini daha fazla yaralamamalısın.
Güzel ahlak eri olmak bu şuura ulaşmakla mümkün.
Hadi o zaman.
Daha fazla geç kalmayalım.
Sonunda zorunlu olarak olacak olanı şimdi kendi irademizle yapalım.
Tercimizi doğrudan, iyiden, hayırdan, güzelden yani sonsuzdan yana yapalım.
Kendimizi daha fazla heder etmeyelim.
___
KATKI VERENLER: Serkant Dervişoğlu, Seval Yılmaz
28.03.2023