Sanat bizleri sıkışmışlık duygusundan şifanın engin vahasına maharetle taşır. Hayatı öğretir, sabrı talim ettirir ve benliğini eriterek hakikatte var olmanın kapılarını aralayıp aşka taşır.
Sedef kakma ve ahşam üzerindeki incelikli çalışmalar bende daima bu duyguları uyandırıp beslemiştir.
Kendisini hayranlıkla takip ettiğim sedefkâr Hakan Üç Hocanın kapısını bu duygularla çaldık. Aldığımız cevapların sizin de gönlünüze şifa olacağı umudunu taşıyorum.
UĞUR CANBOLAT
___
Sedef nedir?
–Midye, istiridye gibi deniz hayvanlarının kabuklarının iç kabuğunda bulunan ve sedefçilikte kullanılan sert, beyaz ve gökkuşağı pırıltılı, fosforik özelliği olan maddeye SEDEF denir. Sedefi işleyen kişiye de SEDEFKÂR denir.
Bu sanata ilginiz nasıl başladı?
-1996 yılında geçirdiğim ameliyatlar sonrasında bir gece bir rüya neticesinde Sedef Kakma Sanatı ile Sanat hayatım başladı. Tabii ki bu başlangıç, seyr-i sülûk uzun ve meşakkatli bir süreçti.
Kimlerden ders ve feyz aldınız?
-İlk Eğitimimi Sedefkâr Sinan ÇİFÇİ’den aldım. 3 yılın sonunda hocamın hocası Hüsamettin YİVLİK ile devam ettim.
Ahşaba sedef kakma sanatı ne zaman başladı?
-1996-97 yıllarında sedef kesme ile başladım. Sonrasında kesilen bu sedefler ahşaba kakma işlemi ile devam etti.
Sedef öncesinde hangi işlemleri görüyor?
-Sedef denizde iken istiridye halinde bulunduğu için üzerinde kaba yosunlar ve kalsiyum karbonatla birleşerek doku oluşturur. Bu doku polisaj dediğiniz zımparalama ve temizleme işleminden geçirildikten sonra saf, sadelik, kar beyaz, sert dokusu ortaya çıkıyor, Saf ve duru bir görüntüye sahip olması ile sedef bu işlemleri geçirerek hammaddeden yarı mamul haline geliyor. Sonrasında kabuk farklı biçimlerde kesilerek düzleştiriliyor ve cazip bir süsleme maddesi olarak kullanıma hazır hale geliyor. Ahşap oymacılığında altın, gümüşle birlikte, zümrüt, yakut, lal taşı gibi değerli taşlarla birlikte her yerde her alanda hoş bir işleme ile kendisini gösteriyor.
Her sedef ahşaba uygun mu?
1. Beyaz sedef, çift kabuklu ve daha düzdür. Hâkim renk beyaz olsa da; ışığa göre açık mavi, pembe, yeşil, sarı tonlar taşıyabilir.
2. Arusek sedef; Tek kabuklu ve açık pembe, mavi, yeşil tonlarındadır.
3. Çöp sedef, koyu renkli, daha çok meneviş ve desen taşır.
4. Taş sedef, beyaz sedefin daha az parlak olanına denir.
Bunlardan Arusek Osmanlı’da kullanılan saray sanatı denilen Eser-i İstanbul tarzında kullanılmıştır. Şam işi dediğimiz şimdilerde Gaziantep işi olarak bilinen teknikte de taş ve beyaz sedefte kullanılır.
En çok hangi ağaç türünü tercih ediyorsunuz?
-Genellikle Ceviz, Ihlamur, Egzotik ağaçlar, Abanoz, pelesenk, sandal gibi ağaçlar kullanılır.
Ahşabın yumuşak veya sert olması önemli mi?
-Çok yumuşak ağaçlar kakma da lif atmasına sebep olacağından, orta sertlikte ceviz, maun, abanoz, pelesenk ağaçlarını tercih ederiz.
Türk sanat tarihinde sedefin yeri nedir?
-Sedef; sadelik, parıltılı, en değerli nesne demektir. 15. Yüzyıldan beridir insanoğlunun en değerli hatıralarını süsleyen sedef günümüzde de hâlâ tam ihtişamı ile müzayedelerde antika olarak her an göz kamaştırmaktadır. Sedef; kimi zaman boy aynasında kimi zaman Kur’an muhafazasında kimi zaman bastonda, en nadide eşyalarımızı, kızlarımızın çeyiz sandıklarında, padişahların tahtlarında, camilerimizde, evlerimizde en kıymetli malzemelerimizi onunla süslenmiştir. Bu nedenle Türk sanat tarihinde hem ahşap bezemede, hem de mimari de kullanmıştır. Değerli ve az bulunan olması nedeniyle sanat tarihinde özel bir yere sahiptir.
Sultanlar nerelerde kullandılar?
-Yukarıda bahsettiğim gibi sarayda sultanın kullandığı en nadide eşyalar hep sedefle süslenmiştir. Bunun sadece sebebi süslemek değildi. Sedef Kur’an’ı kerimde Rahman Sûresinin 22-22 âyetlerinde zikredilen Lu’Lu olduğu için manevi bir güç ve şifa özelliğinin olmasından da kaynaklıdır. Kur’an muhafazalarından sultan kayıklarının köşklerine; yeniçeri yatağan kabzasından hattatın hokka takımına; Çelebi’nin kavukluğundan, Hanımefendi’nin nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanılmıştır. Kızlarımızın çeyiz sandıklarında, padişahların tahtlarında, camilerimizde, evlerimizde ki en özel eşyalarımız bile sedef kakma ile süslenmiştir.
Aynalarda sık kullanılmasının sebebi nedir?
-Ayna bizim kültürümüzde zahiri ve bâtını anlamlar içerir. Burada sedef Haktan bahşedilen bir hayvanat olduğu için ve bu âlemde mücevher ihtiva eden üreten, içinde barındıran tek mahlûkattır. Bu mücevher incidir. Yani LULU dur. Ayna=Sır insanın kendine, benliğini gösteren bir araç olduğuna göre o benlikte haktan zuhur bulan bir kıymetle süslenmesi aslına rücu etmenin görsel bir ifadesidir. Bu bakış sanatsal bir bakıştır. Bunu tasavvufi olarak da çok farklı değerlendirebiliriz.
Sedef işlenmiş malzemeler biraz da statü belirleyici mi?
-Sedef kakma sanatı Osmanlı ile birlikte bütün medeniyetlerde vardır. 19. ve 20. yüzyıl Avrupa’da ahşap sanatına olan ilgi azaldıkça heykeltıraşlık, klasik beton yapı tarzlarına ilgisi arttıkça barok ve rokoko tarzı mimariyi etkilemiş ahşap daha az kullanılmaya başlanmıştır. Buna paralel olarak da sedef kakma işlemeli eserler azalmıştır.
Sedef kakma sanatı başlangıcından beridir rağbet görmüş ve gelişmiştir. 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dâhilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada Sedef Kakma sanatı öğretildiği kaydedilir. Bu nadide ve kaybolmaya yüz tutmuş sanat hem ham maddenin denizlerde azalması, hem de okyanuslarda az bulunur hale gelmesinden dolayı nadide ve statü belirler hâle gelmiştir.
Cami kapılarındaki sedef kakmalar hep aynı tarzda mı ve neden anlamlı?
-Sedefkârlık her şeyden önce bir “çizim, ölçü ve estetik sanatı” olduğundan mıdır bilinmez, saraydan yetişen ünlü mimarlardan pek çoğunun aynı zamanda bu sanatın ehli olduğunu görüyoruz. 16. ve 17. yüzyıllar, sedefli eşya kullanmanın İstanbul’da bir moda haline geldiği çağlardır. Ayrıca sedef, mimari unsurların süslemesine de alabildiğine girmiştir. Üçüncü Murat’ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmet Ağa; Sultanahmet Camii’nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır. Mimaride sedef kullanımı tarihte Osmanlı imparatorluğu ile başlamıştır. Burada camiler de yoğun kullanılması Sultanın ALLAH’ın ibadethanesi ve Evine hürmetinin ve kulun Rabbine şükrünün ve nadide değerin ona layık olduğunun göstergesi olmuştur. Hatta o dönemlerde Kâbe restorasyonları Osmanlı Sultanları tarafından yapıldığı için oradaki değerli kıymetli eski yakut zebercet yeşim taşları bile bu camilerde kullanılmıştır. Dönemin motifleri ve tarzları o dönemin mimarbaşının maharetine göre değişim göstermiştir.
Bazı mimarların sedefkâr olmasının ne gibi getirileri olmuştur?
– Mimar Sinan dönemi Osmanlı Mimari de en doruk dönemdir. O dönemde yetişmiş ve Sinan’ın rahleyi tedrisatından geçmiş Dalgıç Ahmet Ağa, Su nazırın Davud Ağa ve Sedefkâr Mehmet Ağadır. Bunların içinde en mahiri sedefkâr Mehmet Ağa olup, zaten son mimarbaşı olarak bilinir. Sonrasında Mimar Başılık makamı Kasım Ağa tarafından yapılsa da o makam lav edilmiştir. Bu mimarbaşıların için de Kâbe restorasyonu yapan Sedefkâr Mehmet Ağa’dır. Sedefkârinin mimari üsluba girmesi tamamıyla bir hendese (geometri) işidir. Mesela Topkapı sarayı revan köşkünde Sedefkâr Mehmet Ağa’nın 1. Ahmet Han’a yaptığı bir arife tahtı vardır ki tamamıyla Şah kulu motifi ve sedef kakma, gümüş, Altın, yakut zebercet, yeşim Kâbe taşları ile işlenmiştir.
Kürsü ve minberlerde de özel uygulamaları var mı?
– Her türlü uygulamaya açıktır. Geometrisi, motifi ve işlenecek sedef, Bağanın kullanım amacı önem teşkil eder. Günümüzde mesela eski uygulamalar yanında Selçuki tarzda modern minberler ve kürsüler yapılmaktadır.
Kutu, çerçeve, sehpa, rahle, iskemle, baston, hançer gibi malzemelerde kullanımı halk nezdinde değerini nasıl belirliyor?
-Burada kullanılan malzeme işçilik ve tarz fiyat belirleyen unsurlardır. Mesela bir kutnun değeri Eser-i İstanbul tarzında 10 birimse, Şam işi ya da Antep işi dediğimiz tarzda 3 birim 5 birim gibidir. Burada ki fark kullanılan sedefin kalitesidir. Sedefin kullanım biçimidir. Antep işinde tatlı su, taş sedef makina yardımı ile forma getirilip tel çalışılmış zıvana açılmış yere yerleştirilir. Oysa Eser-i İstanbul tarzında motif belirlenir. Arusek sedef motife göre kıl testeresi ile birebir kesilir. Ahşap oyma işlemi yapılır. Bazen altın, gümüş gibi bazen de yakut safir yeşim, abalon gibi kıymetli malzemeler kullanılır. Bundan sonraki işlem anlattığımdan daha çoktur. 40 kat gomalak cila yapılır. Bu unsurlar işin maliyetini ve değerini arttırır. Bence en güzel kısmı da ustanın her işten ne kadar mahir olursa olsun tek bir tane yapabilmesinden kaynaklanır.
Takılarda kullanımı var mı?
-Eser-i İstanbul Sanatı ile uğraşan sedefkâr aslında biraz da Sadekârdır. Çünkü takı işi piyasa tabiri ile kuyum işidir. Yani Sedef Ustası kıl testeresi ile kıymetli maden ve taşları işleyen bir kuyum ustasıdır. (Sadekâr) Bundan dolayı takı, yüzük, kolye, broş, işlerini yapabilir. Bu konuda da kendini yetiştirmesi gerekmektedir. Bu aşamaları ve kuum aşamalarını bilen sedefkâr sanatsal olarak takı tasarımı da yapabilir.
Sedefin hat ile buluşmasının inceliği konusunda ne dersiniz?
-Bizler, geleneksel sanatlar dallarını nitelendirirken Türk-İslâm eserlerini bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalde bakınca geleneksel sanat dalları da sırasıyla ortaya çıkar. O zaman da asıl olan yegâne kaynak İlahi kitabımız Kur’an-ı Kerîm’dir. Sanatçı ilhamını Hak’tan aldığında ilahi kitabını önce güzel yazmayı arzular. Hat sanatı Hakk’ın kitabını en nadide ve en güzel bir şekilde yazmakla başlamıştır. Sonra o yazılan hat sahifeleri tezhip sanatı ile süslenir. Tezhip sanatı gelişerek devam eder. Mushaf yaprakları cüz cüz bir arada toplanmak suretiyle cilt sanatı devreye girer. Ve onun iç kısımlarının da daha âlâ olması için ebru sanatı ciltlerin yan kapaklarını süsler. Tüm bu işler bitince mushafı korumak için ahşap Kur’ân-ı Kerîm muhafazaları yapılır. Bu süreci Kur’ân-ı Kerîm’i okumak için ahşap rahlelerin yapımı takip eder. Söz konusu muhafazaları ve rahleleri en nadide biçimde süslemek için de Allah’ın engin nimetlerinden birini sembolize eden sedefle sedef kakmalar yapılır. Ahşaba değer katan sedefler ve motiflerle Kur’ân-ı Kerîm muhafazalarının daha nadide olması için göz nuru dökülür. Sedef kakma sanatı daha sonraları ilerleyen ve gelişen Osmanlı mimarisinde de çok kullanılır. Camilerde iç mekân mahfiller de, minberler de ince ince işlenerek boyut kazandırılır.
Fuarlara katılım sağlıyor musunuz?
-Fuarlar, sergiler, Kültür bakanlığı etkinliklerine katılıyorum. Hem Kültür Bakanlığı hem de Milli Eğitim Bakanlığı Sedef Kakma Sanatkârı olduğum için buradan gelen davetlere tabi ki icabet ediyor hem oralarda sanatımızı hem de eserlerimizi değerlendiriyoruz.
Kültür Bakanlığı Sanatçılığı yaptığınız işe ne gibi artı katkısı oluyor?
-Kültür Bakanlığı Somut olmayan Kültür Miras Sanatçısı olmak bize aslında sorumluluk yüklemekte çünkü bu bakanlıkların sanatçısı olmak aynı zamanda sanatını yapmak yanı sıra talebe yetiştirmek ve sanatı nesillere aktarmak gibi ciddi bir sorumluluk içerisinde barındırıyor. Bununla birlikte Fatih Sultan Mehmet Han’ın Türbesinin sanduka kenarlarındaki şebekeli kesim gümüş korkulukların son restorasyonunu yapmak gibi işleri de beraberinde getiriyor. Bizim sanatımız meşakkatli ve sabır gerektiren son cilası atılana kadar kendin göstermeyen toz kir pas içinde bir sanattır. Bunlarda bu sanatın imtihanı olsa gerek. Ama bittiğinde o cila atıldığında da bu dünya ya nadide bir eser bırakmak bizim gibi sanatçıların eserin Sahibi Hak Teâlâ’ya Şükrüdür. Zahmetsiz Nimet olmaz.
Belediyeler yeteri kadar destek veriyor mu bu sanata?
-Geleneksel sanatlar bizim sanatlarımız ve kültürümüzdür. Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı Sanatkârı olmak bizim bu sanatı nesillere aktarmamızı gerektiriyor. Bunun içinde Talebe yetiştirmek bu sanatın nesillere aktarılmasında olmazsa olmaz. Bende 5 yıldır Pendik Belediyesi Bünyesindeki Pendik Sanat Akademisi’nde Sedefkâri Atölyesinde hocalık yapıyorum. Belediyemiz 17 branşta geleneksel Sanatlarda Pendik Sanat Akademisi bünyesinde kurslar açıyor ve bu kurslarda bizler talebeler yetiştiriyoruz. Ben konuda hizmet veren nadir belediyelerden biri olan Pendik Belediyesine ve değerli başkanımız Ahmet CİN Beyefendiye teşekkür ederim.
Öğrenci yetişiyor mu alanınızda?
-Evet, 5 yıldır talebe yetiştiriyorum. Aslında bu süreçte bölgemizdeki okulları ziyaret ederek genç nesillere Sedef Kakma sanatını tanıtmak için programlar yaptık. Bu okullardan kursumuza kayıtlı genç talebelerimiz de var. Benim bir hayalim var aslında Bizim Sanatlarımız Kişiyi besleyici geliştirici, şifa vererek destekleyicidir. Yeni açılan pek çok üniversiteler var. Bu üniversitelerde bölümler kürsüler açarak bu sanatları genç nesillere aktarmak çok faydalı olacaktır. Bu konuda üzerimize düşen görev olursa yapmaya hazırız. Burada bir ince detay var. Bu sanatla uğraşan her sanatkâr sanatı en güzel biçimde yapmak için uğraşır. Ustalaşır mahir sanatkâr olur nasibi varsa. Velakin Öğretmek talebe yetiştirmek ayrı bir oryantasyon ve usulle olur. Ne demişler ‘’ Usulsüz Vusul Olmaz’’ Bundan dolayı öğretici ve ustasından icazetli olması (El alması) öğretici olması için önemlidir.
Sanatçının sanatındaki aşamaları nasıl sıralayabiliriz?
-Sanat Öyle bir şey ki; Gönlünde sevgi varsa, aşk varsa seni alıyor içine böyle bir denizin girdabı gibi içine çekiyor çekiyor dibine kadar görme, hissetme, anlama, arzu etme, yani öyle ki Yaratıcıya yakınlaşmaya kadar, aramaya kadar sürüklüyor ve arama işine başlıyorsun. Sonra ilerledikçe sanatla birlikte hamurlaşıyorsunuz onunla yoğuruluyorsun. O yoğurulma aşamasında merakla ve heyecanla inceliklerini, tarihçesini, geçmişini araştırmaya koyuluyorsunuz. Çok kez başımdan geçmiştir. Bu arada kitap yazarlarının, hocaların, doçentlerin, yanına gidip de ne olur bize sedefle ilgili kaynak söyleyin dediğimi ki hepsinin bana verdiği cevap bu sanatla ilgili kaynak bulmak çok zor. Sonra biz pes etmedik. Çalışmalarımıza devam ettik. Sonradan Araştıra araştıra şunu bulduk aslında bu hikâyenin bizim yasadığımız hikâyenin 10. Yüzyılda karşılığı varmış. Bu Arama mevzusu insanın hayatında çok önemlidir. Sedef sanatına girdik sedefi aramaya başladık. Aslında diplere indiğimde bulduğum şey 10 yüzyıl da İHVAN-I SAFA diye bir cemiyet kurulmuş şimdi onunla ilgili çalışmalar yapıyorum. Mesela onların söylediği çok güzel bir söz var. Yani bu sözü de defa etle talebelerime ve çevremde birçok kere son zamanlarda tekrarlıyorum. ‘’Sanat yapılmaya başladıkça insan herhangi bir sanatla uğraşmaya başladıkça çalıştıkça Allah’a yakınlığı artar’’ demişler. Bunu 10. yüzyılda söylemişler. Biz kıl testeresi ile kesiyoruz sedefi. Çinici boyuyor fırınlıyor. Hattat kalemini çekerken, bütün geleneksel sanatlarda bu vardır. Ebrucu ebru fırçasıyla boya atarken mesela bunların hepsinde çizgiler düzenler noktalar usuller adaplar peşinde koşarken aslında burada yaratıcıyı arayış var. Usuller yaratıcıyı arayışı getiriyor. Arayış kendi içinde tekâmülü kendini tanımayı, kendini bilmeyi, Sabretmeyi ve Şükrü getiriyor.
El ve gönül mahareti nasıl birleşir?
-Aslında bu sorunuz Sedefkârın sırrıdır. Ben uzun geceler bu sualle tefekkür ettim. Gönül Calabın Tahtı der Yunus Emre, o zaman Allah’ın Tahtı Kulunun Gönlüdür. ALLAH her şeyi affeder tövbe kapısı açık ya, Sadece Kul Hakkı (Gönül Kırmak) işte onu affetmiyor. İşte bu da bizim el ile Gönül ilişkisini kurmamıza cevap oluyor. Nasıl mı? Cevabı: ‘’Madde Manada birleşir.’’
Sanatçı sanatına benliğini verirse ne olur vermezse ne olur?
-Sanata bakış açım şöyledir: Sanat bir han gibidir. Ustalar hancı olur, ömürleri vefâ ettikçe yolculara hizmet ederler. Yolcular handa talep ettikleri kadar kalırlar, talep eden talebe olur. Bu bir çark gibidir, hedefe ulaşmak için döner durursun ve bir yerden sonra hedefte bulursun kendini… Biraz nasip, biraz liyakat, çok da sadakat ve sabır ihtiva eder. Ben bu keyfiyeti şuna benzetiyorum. Mezopotamya kültüründe bir çarkıfelek motifi vardır. Yaşam ve ölüm döngüsünü temsil eder. Benzer ilişki tasavvufta da mürşidi kâmil ile derviş arasında olur. Talebenin hocasında bulduğu aslında bir nevi aradığıdır. Sizin sualinizin tam cevabı bu olduğuna inanıyorum. Benliğini veren aradığını bulur. Bu bulduğunu tekrar sadakat ve liyakatle hancıyla paylaştığı zaman benliğini aşmış olur ki; o vakit hancı yolcuya yolu gösterir. Benliğini vermeyen olduğunu sanma kibri ile kaybolur. İşte o vakit, handaki yolcu, yolda, nefis batağında boğulur ve kaybolur.
Mesleğin ahlakı ve edebinden bahsedebilir miyiz?
– Üstadım her şeyden önce gelen sevgidir. Sevmeyen bir gönülde hiçbir şey barındıramazsınız. Evvela Sevmek gerekli sonrasında seven sevdiğine utanmamak mahcup olmamak için adabı öğrenir. Hem öyle öğrenir ki itsen de, kovsan da öğrenmek için çabalar. İşte o çaba benim için önemli çünkü çabayı sevdiği için yapan sevilmek ister. Sonrasında edebini adabını öğrenirken tökezler o vakitte olur öyle demek gerek. Bir bakmışsınız Ahlakı edebi ile duruşu ve haliyle ufukta bir sanatkâr doğuyor. Bu konuda sanatımızın piri Sedefkâr Mehmet Ağa der ki; ’Sedef, azla yetinen olmayınca, içi inci ile dolmaz” der. Bu söz, bir nevi ‘Kanaat bitip tükenmez bir hazinedir” mealindeki hadis-i nebevîyi şerh etmektedir.
Sanatın terbiye edici yanı var mı?
-Tabi ki yukarıdaki tüm açıkladıklarımız sanatın Sevgi, aşk, sabır, liyakat, adap, edep, ahlak bunların hepsi sanatın ve sanatçı olmanın olmazsa olmazlarıdır. Sanat şifadır. Sanat sevmektir. Seven sevilmek istemez mi? Hasta şifa bulmak istemez mi? Eğer cevabını ister ise o zaman terbiye, adap ve usullere hazırım demektir. Günümüzde ahlak, edep, terbiye, usul, kural kavramları gençlerimize itici ve zor yaptırım gibi geliyor. O zamanda uzaklaşıyorlar. Oysa aşk ile sevgi ile yola çıkarsak o zaman Tapduk Emre’nin(k.s) bir sözü vardır. ‘’Aşk ile yola çıkan sırtında dünyayı taşır. Aşksız yürüyen beden diye bir ceset taşır.’’
Son olarak aşk sanatın neresinde?
-Celal Esad ARSEVEN ‘’İlim aklın dış dünyayı idrak edişinin mahsulü iken, sanat hayattan tecerrüt etmiş ruhun batini mahsulüdür. ‘’ der. İşte sanat hayattan ruhun tecerrüt etmesi sanatçının aşkıdır. Ruhunu gönlünü hayattan sıyırabilmek ve soyutlayarak gizlenmiş bir mahsul oluşturmaktır. Bu aslında bizim sanatımızdaki sedefin içindeki inci tanesinin oluşumuna çok benzer. Aşk olmadan insanda kendini bu derece tecerrüt etmiş ruhun olması imkânsızdır. Ancak bununla sanatçı Eserin Gerçek sahibi Allah’a batini mahsulünü eserini verebilir. Sanatkârın amacı ise kesretin ardındaki vahdete yönelmekti. Aşk tek bire yönelmekti. Kültürünü bir mühür gibi esere işlemekti sanat. Bu fani âlemde bir kimlik edinmekti, iz bırakmaktı tarihin tozlu sayfalarına, zamana olan bir galibiyet isteğiydi Biiznillah. Güzeli putlaştırmadan dondurabilmekti. Aşk ile sanat ilişkisi.
Son olarak Hz. Mevlana’nın bizim sanatımızla ilgili bir sözünü söylemek isterim.
‘’ İNCİYİ SEDEFİN İÇİNDE ARA, HÜNERİ SANATIN EHLİNDEN İSTE’’
07.06.2023