UĞUR CANBOLAT
OTUZ yıl kadar önceydi.
Neredeyse her hafta sonu Adapazarı’na gidiyordum.
Hem çalıştığım derginin idaresi oradaydı hem de benim için önemli bir çekim merkezi olan amcam orada yaşıyordu.
Burada tamamlanıyordum.
Eksiklerim izale oluyor, kıymet bulduğum için kendimi onarıyordum.
Süleyman amcamın hatırı sayılır bir kütüphanesi vardı. Kendimi kitapların arasında kaybedip merhum Günay yengemin getirdiği çayla yeniden buluyordum.
Kısacası orada iyiydim. İyi oluyordum.
Akşamları bulvarda gezintiye çıkıyor Tozlu’da Belediye parkında oturuyorduk. Yeğenim Seher’in bir o yana bir bu yana koşuşturmalarını kovalayıp yakalamak ise ayrı bir hazdı.
…
İSTANBUL’DAN tanıdığımız bir hoca vardı.
Kitapla meşgul olurdu.
Anadolu’da adım atmadığı yer bulunmayan bu zat kitabevlerinden satılmadığı için yarı fiyatından az bir bedel karşılığında topladığı kitaplarla küçük meblağlar karşılığında ihtiyaca göre evlere kütüphaneler kuruyordu.
Muhabbet ehliydi. İkna ediciydi.
“Mutfaksız evden ziyade kütüphanesiz evlere acımak lazım” sözü hâlâ belleğimdedir.
Amcamın kütüphanesini de muhtemelen o kurmuştu.
…
BİR gün kendisiyle yıllar sonra Adapazarı’nda bir köşe başında karşılaştık.
Her defasında sanki en son dün görüşmüşüz gibi “Ooo Uğurcuğum, uğursuzluk yapmıyorsun değil mi?” cümlesiyle karşıladı. Bu tür karşılaşmalarda genellikle iki duyguyu aynı anda yaşardım. Birincisi muhabbet ve bilgilenme ayağı vardı, ikincisi ise elinden nasıl kurtulacağım duygusu.
Gerçekten de kolay kolay bırakmazdı.
Arabaya binme, toplu taşıma kullanma alışkanlığı yoktu. Gittiği her yere yürüyerek giderdi. Gittiği her il ve ilçede hatta beldede onu tanımayan neredeyse yok gibiydi. Gördüğünde kapıya koşan, dükkânına buyur eden esnaf azımsanmayacak seviyedeydi. Kimini sadece selamlar kiminde kısa bir mola verir bazısındaysa muhabbeti harlardı.
O gün yürümekten ayaklarıma karasular indi. Birçok camiye uğradık. İmam odalarına girdi ve daha evvel bıraktığı kitaplardan eksilenlere baktı ve neleri takviye etmesi gerektiğini tespit etti.
Sanırım âdeti buydu.
İmamları kitap okumanın önemine ikna ediyor, cemaatinin kültür seviyesine bakıyor, çocuklarının ihtiyaçlarını belirleyip ona göre gönderimde bulunuyordu.
Bir nevi seyyar kütüphane idi.
Gerçekten de bilgili biriydi.
Onun konuşmasını öylesine dinleyen, dağarcığına yeni veriler eklemeyen olmazdı.
Hâlâ hayretle karşılarım, bir defasında yine uzunca yürüyerek Ümraniye’de bir camiye teravih için gitmiştik. İmam kürsüde vaaz ediyor ve cemaat iştahla dinliyordu. Biz içeriye girdiğimizde daha sonra benzerine hiç tanık olmadığım inanılmaz bir olay oldu. Hoca konuşmasını aniden keserek kürsüden indi, üzerindeki cübbe ve sarığı çıkarıp uzatarak “Buyurun Efendim” dedi.
Sürprizlerle doluydu yani.
Sakarya’da da benzer birçok hadiseden sonra alışkanlığı olduğu üzere bakkaldan Pötibör bisküvi, manavdan üzüm alarak kıraathaneye geçtik. Ocakta üzümleri yıkayarak oturduk ve çaylar eşliğinde hem yorgunluk attık hem de açlığımızı gidermiştik.
…
HAYRET eden gözlerle bakıyordum.
Bağlantıyı tam kuramasam da “Şu an istediğin ile en çok istediğin arasında iradeni kullanmalısın” demişti. Şaşırmıştım tabi. Devem etti: “Tercih meselesi çok önemli. Bu senin mümeyyiz olup olmadığını ortaya koyar, o sebeple dikkatten kaçırma.”
Hangi sebeple olduğunu bilmediğim bu cümleler yeniden hatırıma düştüğü için yer ve zaman belirterek yukarıdaki yaşanmışlığı paylaşmak istedim sizlerle.
Yaşlanıyor muyum ne!
İstemek önemli.
Nasıl istediğimiz ve bunu gerçekleştirmek için neler yaptığımız ise daha da önemli.
Çok şeyi az istemek yerine az ve kıymetli olan şeyleri çok istemeliyiz.
Bizi biz yapacak olan hususları aktif bir sabır, bitmeyen bir sebat ve sönmeyen bir azimle talep etmeliyiz.
Zafer böyle elde edilir. Menzil bu şekilde bulunur. Vuslata ancak böyle erilir.
Demem o ki; en çok ne istediğimizi flu olmaktan çıkarıp netleştirerek kesin hâle getirmemiz gerekiyor.
Kısacası bir yürek gündemimiz olmalı ve sahih bir arzu ile peşinden gitmeliyiz.
Ya Selâm!
19.06.2023