UĞUR CANBOLAT
UZUN nedir, kısa ne demektir?
Uzunun uzunluğunu kim ölçtü de kısasın kısalığına hüküm koydu?
Bunlar elbette görece kavramlardır ve kişinin algısına göre şekil alır.
Hele bir de mesele yâr yolunda olmak ise hadise büstün başkalaşır. Ölçüler değişir.
Burada âşığın gözü ve gönlüyle duruma nasıl baktığı belirleyicidir.
…
UZUN yaşayabilirsiniz.
Bedeni taşımaktan ibaret ise konu çok da önemli değildir.
Bunu vade gelip dolana kadar zaten herkes yaşar.
Mühim olan o uzunluğun içine yâr adına ne konulabildiğidir.
…
UZUN olanın derin de olması istenir, beklenir.
Bunu ise yâr ile olan ünsiyetin belirler.
Upuzun yaşamışsın ama sevgili adına hayat heybene devşirdiğin çiçekler yoksa buna kim uzun diyebilir? Papatyasız, nergissiz, gülsüz, karanfilsiz, ortancasız bir hayat nasıl mis gibi kokabilir ki?
Nasıl çevresine mutluluk rayihası yayabilir ki?
Asıl mesele uzun olan ömrün aynı zamanda yâr ile derinleşmesidir. Kıvam bulmasıdır.
Onun gözü ve gönlüyle kâinata bakabilmek, ortak bir okuma geliştirebilmek, aynı ay ışığında birlikte ağlayabilmek, aynı nehrin akışında ortak coşkular üretebilmektir esas olan.
Güneşi birlikte karşılayıp gönül gönüle başın omuzunda uğurlayabilmektir.
Kuşların cıvıltısını bir evren orkestrası olarak dinleyip aynı nağmenin melodilerinde ruhen dans edebilmektir. İşte bunlar ve dahası başarılabildiğinde uzun olan ömür derinleşmiş olur.
…
KISA ömürler de vardır.
Ama muhabbetle dopdoludur. Yâr ile ahenk bulmuştur.
Hayatın ritmi birlikte yakalanmış ve o ritim gönül semasında bir raksa dönüşmüştür.
Endülüs’te olmak şart değildir raks için…
İki gönlün birbirine râm olması zaten her yeri cennet baharına çevirmiştir.
Rüzgarları serinleticidir. Sözleri gönüllerinin ilacı olmuştur ve bakışları kadayıf üstüne kondurulan kaymağı andırmaktadır.
Kısa ama derindir. Bu derinlik sığlık içermez, muhteva ve muhabbet derinliğidir.
Madem öyledir, kısa oluşunun ne önemi vardır!
…
UZUN ömrü kısaltanlarda vardır elbette…
“Kanatlı kapının demir sürgüsü” öylesine sürgülenmiştir ki, içeriye girmeye imkân kalmamıştır.
“Meleşir kuzular sesine geldim” dersin ama o sürgülü kapıdan içeriye çığlıkların ulaşmaz.
Ne “Yüce dağ başında yayılan atların” hükmü kalmıştır ne de “Yâr mendil işlemiş ikiye katlar” nidalarının yankısı işitilir.
Ama yine de âşık-ı sadıklar o kapının bir milim ötesine gitmezler.
Gitmesi için yapılan tüm çağrılara kulak tıkayıp, ittirip kaktırmalarına aldırmayıp orada aşkın nöbetini tutarlar.
Ömürleri kısalır mı, kısalır. Istırapları katmerlenir mi, evet.
Ama onlar sağlam kılıçların iyi dövülmeleri gerektiğini yakinen bilirler.
Ateşlerde yanıp soğuk sulara daldırılarak soğumak gerektiğini pişmek için peşinen kabul ederler.
Cevr-i cefa onların gıdası olmuştur.
Uzun yaşamak onlar için hedef değildir.
Yâr ile kısa bile olsa hemhal olmak derinlik anlamında uzundan daha da uzundur çünkü.
…
“UZUN ömrüm yâr yolunda kısaldı” diyen önceki gün ebediyete uğurladığımız halk sanatçısı Ferdi Tayfur’u rahmetle anarken Muhittin Abdal’ı da saygıyla ve minnetle hatırlamanın tam yeridir şimdi.
Ne demişti ozanımız:
“Muhittin Abdal coşunca
Çiğler özünde pişince
Gönlümüze yâr düşünce
Biz sabrı karar bilmeyiz.”
…
ÇİĞLERİ özümüzde pişirmemiz gerek.
Bunun lazımı elbette yârdır.
Uzun da olsa ömrümüz odur, kısa da olsa yine o…
Muhabbetin kadife kanatlarına sararak sevse de odur, gönlünce cevr-i cefa etse de…
Ne demişler bu işi bilen eskiler:
“Tabip katletmeden tabip olmaz, habib cevretmeden habib olmaz…”
Ya Selam.
07.01.2025