UĞUR CANBOLAT
YAKINIYORDU sürekli.
Sanki dünyanın tüm dertleri haberleşip bir araya gelerek ona hücum etme kararı almışlardı.
O kadar ki, bir gün bile fasıla vermiyorlardı. Ne tatil günleri dikkate alınıyor ne de bayramlar önemseniyordu.
Her gün kendine mahsus bir orijinallikle buna misafir oluyor ve daha önce aşikâr etmediği bir yanıyla cömertçe tanıştırıyordu. Dolayısıyla yakınmaları bitip tükenmek bilmiyordu.
…
YAŞADIĞI şehrin tüm hastaneleri onun ayaklarına aşinaydı. Adım atmadığı bir nokta bile kalmamıştı.
Aynı şekilde hekimler, hemşireler ve diğer sağlık personeli onun ahbabı olmuşlardı.
Kimse ona “Neyin var?” diye sormuyordu. “Bugün neyin var?” diyorlardı.
O kadar çok doktora gittiğinden ve her birisi şikayetleri ciddi bulup reçetelendirdiğinden ötürü bir nevi “Yürüyen İlaç” hâline dönüşmüştü. Ya da kendisine “Hareket eden eczane” denilebilirdi.
…
İŞİN bu yanı dışarıdan bir gözlemle söylenebilecek olan şeyler.
Olayı bütünüyle tanımlamıyor. Yüzeysel.
Bir de hadisenin içeriden yaşanan ve görünen yanı var ki, biz buna bütünüyle agâh değiliz.
Baskın bir ailede dünyaya gözünü açmıştı.
Baba her konuda otoriter davranıyordu. Tabiri caizse ondan habersiz kuş uçamaz dahası eve sinek bile giremezdi.
Kendince koyduğu kuralların uygulamasını bizzat takip ediyor ihmale asla fırsat tanımıyor eğer yine de her nasılsa netice olumsuz olmuşsa şiddetle cezalandırmaktan da geri durmuyordu.
Ailenin en küçük çocuğu olması onun ne kadar şımartılmış olabileceği fikrini doğurabilir zihninizde ama buna itibar etmemelisiniz.
Üç ağabeyi ve iki ablası olması durumu hiç hafifletmemişti.
Hatta onlara kıyasla acısı daha fazlaydı.
Çünkü farklı olarak durumu kabullenmeyen ve bunu mesele edip mücadele eden bir tek kendisiydi. Onlar babasının anadan atadan miras alarak aldığı ve benimsediği baskıcı yönetim tarzını kabullenmişler hatta başarıyla uyumlanmışlardı. Ayrıksı kalan sadece kendisiydi.
Bu ise ızdırabı çoğalttığından onlarda görülmeyen bedensel ağrılar kendisinde görülüyor ve sürekli yer değiştiren seyyah gibi vücudunun her yerinde dolaşıyorlardı.
…
EN son gittiği hekim dosyasına bakıp genel durumdan haberdar olduğundan klasik yoldan ilerlememiş hastalık öyküsüne hiç girmemişti.
Arkadaşım klasik muayenelerde alınan kişisel hastalık öyküsünü anlatmaya teşebbüs ettiğinde doktor el işaretiyle nazikçe durdurarak “Boş ver onları şimdi, hepsini biliyorum. Sen bana uzun uzadıya ailenden bahseder misin?” demişti.
“Anlatmakla bitmez doktor bey, bize günler geceler gerekir, oysa zamanımız sınırlı” demişti gayri ihtiyari. Genç hekim kendisine farklı yaklaşmış, meseleyi çözmeye kafasına takmış olduğundan “Olsun başka mekanlarda ve zamanlarda da konuşabiliriz” demiş.
Öyle de olmuş.
…
REKABETİ çok seven bir aileymiş.
Kimse bir diğerinin asla gözünün yaşına bakmazmış.
Kıskançlık her üyede fazlasıyla mevcutmuş. Hasetlik zaten ailenin üzerinde neredeyse ant içilen özellikleri arasındaymış. Bu iki özellik el ele verip kararlı yürüyebilmek için nefreti mecburiyet haline getirmişler. Dolayısıyla bunlara bağlı olarak küçümseme, travmatize etme, komplo kurma, ayağından çekme, performansını azaltıp yok etme, birbirini engelleme, iş birliklerini sabote etme, destek yerine köstek olma, ilişkilerde güvensizliği körükleme, iletişimde yanlış anlamalara hız verme, ortak karar oluşturmaya mani olma, özsaygı ve özgüveni berhava etme, ayak kaydırma, caydırma teşebbüsleri gibi onlarca kötü özelliği tüm ayrıntıları ile anlatmış.
Hekim konuyu enine boyuna düşünüp inceleyince bir karara vararak teşhisini koymuş.
“Senin ailen Yengeç Sepeti Sendromuna yakalanmış” demiş.
…
YENGEÇ SEPETİ SENDROMU her ortamda kötü.
Ama ailede ise çok daha fena ne yazık ki…
Bir kovaya konulan yengeçler, üstü açık olan kovadan kolayca kaçabilecekken oldukları yerden kıpırdayamazlarmış. Çünkü eğer içlerinden biri kovadan çıkmaya cüret edecek olursa, diğer yengeçler onu mutlaka kovanın içine çekerlermiş. Bu sendrom da adını tabiatta sıklıkla karşılaşılan bu fenomenden alıyormuş.
Yıllarca ağrılarla hayatı zehir olan arkadaşım bu teşhisten sonra kendisini güçlendirmeye başladı ve kısa süre sonra somatik ağrıları bedeninden çekip gitti.
Son karşılaşmamızda “Durum nedir erenler?” diye sorduğumda tebessüm ederek “Bir Yengeç Sepetiymiş Ailem” demiş ve yazıya konu olan safahatını aktarmıştı.
Ya Selâm!
12.02.2024