BİR vakte kadar kendini böyle tanımlamıştı: Yersiz.
Sebebini bilen yoktu gerçekten. Artık merak eden de kalmamıştı. Bu hâli benimsenmiş, kabul görmüştü.
Onu yersiz diye çağırıyorlardı; adsız der gibi.
Bir adı var mıydı? Bilen yoktu ama bir adı vardı herhalde, kendisi unutmuş bile olsa.
Buraları ilk mekân tuttuğunda soranlara “Âşığın nişanı olmaz, adı da” deyivermiş sonra susmuş bu nevi soruları cevapsız bırakmaya başlamıştı.
Yeri, yurdu belli değildi. Nereden ne zaman karşınıza çıkacağı kestirilemezdi.
Yerli, yersiz konuşmalarıysa olurdu hep.
Şaşırtırdı.
Dünyaya başka bir yerden, farklı bir zaviyeden baktığı aşikardı…
Başkalarının çok değer verdiği, uğrunda kendini paraladığı şeylere zerrece değer vermezdi.
Yine kimsenin bir pula saymayacağı şeylere ise şaşırtan derecede ehemmiyet verirdi.
Belki de bu davranışı sebebiyle böyle adlandırılır olmuştu. Bilmiyorum.
Dedemin ahbabıydı.
Uzunca oturur bize yerli yersiz görünse de sözü yerine oturtur, dünyaya hiç göz kırpmaz diline geleni derdi.
Bir keresinde dedem ona “Yahu namın Yersiz ama yeri gelince sözü gediğine koymakta mahirsin” demişti.
Demişti de işte o anda gözünden kanlar akıtarak “Dünya gözümde Kerbela’dır” demişti.
Hep bela, hep bela. Kerbela’da beladan gayrı ne ola! Hangi söz bu yangını söndüre.
Dedem o günden itibaren adı yersiz ama sözleri hep yerinde söylüyor demeye başlamıştı.
Aradan yıllar geçti.
Dedem onu artık “Yerli” diyerek ünler olmuştu.
Değişen dedemdi. Yersiz aynı Yersiz idi.
Sordum bir gün edepsizliği göze alıp. Dedem evlat asıl yersiz biziz, o yerlinin de yerlisi diye cevap verdi. Anlayamadığımı fark edince devam etti.
Dünyada yer tutan gönülde yer nasıl tuta.
O yerini biliyor.
Oradan memnun, orada memnun.
Gönle sermiş postunu, orada bulmuş dostunu.
Dünyada yeri, yurdu neylesin?
Biz gönülden sürülmüşlere yer, yurt lazım, onlara değil!
Ah yersiz bilinen gerçek yerli, ah!
31.01.2018