UĞUR CANBOLAT
“EN çok neyimi seviyorsun?” diye sordum.
Israrlıydım.
Esaslı bir cevap beklediğim her halimden anlaşılıyordu. Uzun süre üzerinde düşündüğüm çok belliydi.
Soruma cevap gelmeden evvel hızlıca bunları zihnimden geçiriyordum.
…
VERECEĞİ her cevap bir tartışmanın fitilini kolaylıkla ateşleyebilirdi.
Her yanımı alevler basabilir, başıma lavlar yağabilirdi.
İçine atladığım hiçbir göl beni serinletmeye kâfi gelmeyebilirdi.
Esen deli rüzgârlar bile hararetimi hafifletemeyebilirdi.
Hızla dünyanın bir ucundan diğer ucuna koşabilir ama yine de kendimi rahatlamış hissetmeyebilirdim.
…
TECRÜBE etmiştim.
Deneyim sahibiydim.
İndiğim nice derelerden suyu bulamadan geri dönmüşlüğüm vardı.
Çobanın kavalından çıkan nağmelerle kendimi kendime defalarca aktarmış, kendimden kendime sular seller gibi akmıştım.
Bendimi yıkıp taşmıştım.
Kısacası can yakan epeyce kayıplar vermiştim.
…
EN SON bir Üsküdar ezanı kalbime akana kadar durulamamış, akla karayı birbirinden ayıramamıştım.
Aynaya baktığımda göz rengimin değiştiğini bile hayretle fark etmiştim.
Saçlarım birden dağılmış, parmak uçlarım ince bir sızının eşliğinde morarmaya yüz tutmuştu.
Zordu yani.
…
ATEŞLENEN fitil kolaylıkla söndürülemiyordu.
Bir kere yanmayıversin, yoksa seni de kendisiyle birlikte kül ediyordu.
İşte bu sebeple cevaplar ağırdır.
Sorular daha da ağırdır.
Dilde tutukluktur.
Gözde fer eksikliğidir.
Kalbe yüktür.
Sorsan olmaz, sormasan hiç olmaz halleri bilen bilir herkesin kârı değildir.
…
CEVABINI bir yaşanmışlıkla anlatmaya çalıştı.
“Bir gün ben de kalbimin çiçeğine sormuştum” dedi.
“İçindeki gerçek cevabı vermek istiyordu.
Buna inanıyordu çünkü.
Yargılayıcı değildim evet ama kimi zaman yordayıcı davrandığım da oluyordu. Söylediğinin ötesinde ne var diye düşünerek mevcut verilerden hareket ederek başka sonuçlara ulaşabiliyordum.
Bunda kötü bir şey yoktu elbette.
Bir öngörüydü bu. Hissediş veya tahmin edebilme eylemi de diyebiliriz.
İsabet ederse birlikte gülüşüyorduk.
Ya tahmin edilen yanlışsa…
Bu öngörü bir şartlanmışlığın sonucuysa ya da bilinçaltının acımasız bir yönlendirmesiyse ne olacaktı?
İşte böyle olmasından endişe ediyorduk.
Yine de söylemesini istiyordum.
İçindeki doğruyu bilmeye, duymaya en çok benim hakkım vardı.
Gözlerimi, gözlerine dikmiş bakıyordum. Hadi söyle artık der gibiydim.
Daha fazla uzatmak istemedi ve söyleyiverdi.
En çok anlayıcı oluşunu seviyorum. Sen benim en iyi anlayıcımsın.
Dinleyenim ve anlayanımsın.
Şöyle söyleyeyim, anlamımsın.
Ve ben en çok senin bu yanını seviyorum.”
Beklediğim cevap buydu.
Gözümü yumdum mutlulukla ve gel dedim, gel.
Sözün fazla olacağı, kelimelerin yük vereceği bir andı.
Sarıldım sadece.
Gün boyu o kelime ile dolaştım. Kime rastladımsa “Anlayıcı’ dedim.
Kimseler anlamadı ne dediğimi!
…
GÜZEL bir ayna olmuştu bana…
Mesele şu ki; güzel aynalarımız hep olsun ve biz onları asla kırmayalım.
Ya Selâm!
15.06.2023