Çağırmazdım Acil Olmasa

UĞUR CANBOLAT

FİRAR etmişti kelimeleri….

Cümlesiz kalmıştı. İki büklümdü. Anlamlar kalbinden kurumuş bir barajın sularının çekilmesi misali çekilmişti. Ne kendini ifade edebilecek bir cümle kurabiliyordu ne de sorulan bir suale ikna edici bir cevap. İfadesiz kalmıştı.

Ve…

Onu çağırmıştı.

“Çağırmazdım acil olmasa” notunu iliştirerek!..

DERMAN çekilmişti dizlerinden…

Bir adım atabilmek için bin hesap yapmak zorundaydı ama işte onu yapamıyordu.

Ölçüp biçemiyordu. Yön belirlemesine muktedir olamıyordu.

Oysa gezmeyi, dağ taş demeden engebeleri aşıp rampalara kendini vurmayı ne çok severdi.

Ormanlar tanırdı adımlarını… Taşlar tanırdı, sular bilirdi onu…

Artık ne bir adım öne ne bir adım geriye atacak mecali kalmamıştı.

Tükenmişti kelimenin tam anlamıyla.

Onu çağırmıştı.

“Çağırmazdım acil olmasa” notunu iliştirerek!..

FERİ gitmişti gözlerinin…

Uzağın uzağını gören adam artık önündeki engelleri bile seçemez olmuştu. Takılıp düşüyordu.

Çoluk çocuğun maskarası oluyordu üstüne üstlük… Bir de yaban bakışların manalı sırıtışlarını hissediyordu. Oysa eskiden böyle miydi?

Kara toprağın içinde kendince adım atan kara karıncanın kara gözünü görürdü.

Şimdi yanına kadar yaklaşanları ancak seslerinden seçebiliyordu zar zor.

Ufuklara bakamıyor, ceketinin üstünde dolaşan böcekleri bile göremiyor tedbir alamıyordu artık.

Ve…

Onu çağırmıştı.

“Çağırmazdım acil olmasa” notunu iliştirerek!..

YETİ kayıpları yaşıyordu ve bu durum hızla ilerliyordu. Muhakemesi zayıflamıştı.

Mantık ölçülerine uymaya hayatının her anında özel bir ehemmiyet veren bu kişi artık savruluyordu.

Rüzgâra göre istikamet değiştirir olmuştu. Ne zaman neye sevineceği ne vakit neye öfkeleneceği hiç belli olmuyordu. Yerindelik hissini kaybettiğinden duygusal olarak yersiz yurtsuz kalmıştı.

Maskarası olmuştu çoluğun çocuğun.

Vaktiyle önünde temenna duruşuna geçenler şimdi laubali haller sergilemekten çekinmiyorlardı.

Artık saygın duruşlarını terk edenler onunla hakara makara yapmayı marifet sayar olmuşlardı.

Ve…

Onu çağırmıştı.

“Çağırmazdım acil olmasa” notunu iliştirerek!..

“YİĞİDİN gölgesi de yiğit olur” derdi evvel.

“Kurdun balası kurt olur” derdi sözlerinin arasında övünçle.

“Kartalların kanadını yolmak gelecek neslin kartal olmasını engellemez” derdi misal. Buna inanırdı.

Bu sebepledir ki, ona güveniyordu.

Uzak düştükleri, yaban kaldıkları, araya yılların girdiği, güceniklerin büyüdüğü doğruydu.

Neden inkâr etsin ki…

Ama dar vakitte el olabilir miydi, el olmayan…

Gönülden olan… Ciğerparesiydi o, kendisinden koparılan…

Kâfi derecede saramamıştı, doğru. Doya doya sevememişti, kabul. Merhametinin kanatlarına sarıp yürek fezalarında uçuramamıştı ama o kendisine, kendisi ona ait değil miydi? El hak öyleydi.

O zaman çağırmanın vaktiydi, daha fazla ertelememeliydi.

Ve…

Çağırmıştı.

“Çağırmazdım acil olmasa” notunu iliştirerek!..

GELDİ beklenen… Yüreğinde bastıramadığı bir kutlu heyecan ve gözlerinde yaşla…

“Geldim” dedi “Baba ben geldim, ciğerparen…”

Tüm gecikmeler eridi, bütün kusurlar karşılıklı bağışlandı ve rıza lokması yenildi.

Eli elindeydi babasının… Öpüyor, öpüyor doyamıyordu o pamuk ellere…

Baba ise dizine yatırmış evladını, gözleri tam görmese de gönlünün tüm berraklığıyla elleri kızının saçlarında şefkatle karılmış bir muhabbetle dolaşıyordu.

Bu vaziyette ne kadar kaldıkları bilinmiyor ama bir daha birbirlerinden hiç ayrılmadıkları herkes tarafından tescil ediliyor.

AH şu ertelemeler… Birbirine geç kalmışlıklar yok mu insanı can evinden vuran.

Diyorum ki, olmasa bunlar, hiç olmasa… Çağırsak, hep çağırsak…

Ve gecikmemiş bulmalar, buluşmalarla sarmaş dolaş olsak. Aciller girmese aramıza.

Ya Selam!

19.02.2025

https://www.istiklal.com.tr/cagirmazdim-acil-olmasa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir