UĞUR CANBOLAT
ORTALIK şikâyetten geçilmiyordu.
Dertler tek tek sıralanıyor, tasalar uzun uzun dile getiriliyordu.
Zamanla bu durumun kaygıya evrildiğini görüyordum.
Baş edilemediğinde ise korkunun kapanına kısılıyordu insanlar.
Şikâyet edildikçe yakındıkları hususlar artıyor, bu artış ise bir kısır döngü hâlinde yine şikâyetleri çoğaltıp duruyordu.
Gerçekten çekilecek gibi değildi.
Tahammülü zordu.
Herkes istiap hakkını çoktan doldurmuştu.
Ne zaman bu kişilere dikkatle bakacak olsam “Ne çok dertleri var bunların böyle?” demekten kendimi alamıyordum.
…
BEREKET versin onları ciddiye alan, dikkatle dinleyen ve çözüm yollarını işaret eden bir dostları vardı.
Ona da hayret ederdim aslında.
Bu kadar gamı, kederi onların üzerinden nasıl çekip alıyor?
Bu ağır yükü ne yaparak absorbe ediyor?
Nelerle kendini rahatlatıyor?
O kadar çeşitli şikâyetleri nasıl bir topraklama ile üzerinden atıyor?
Merak ediyordum ama bunları bilemiyordum.
En sonunda “Nasılsa herkesin bir sırrı vardır” diyerek kendimi bu düşünceden kurtarmıştım.
…
GÜNLER günleri, aylar ayları, mevsimler mevsimleri devirip durdu.
Yıllar birbirini takip etti.
Saçlara sakallara beyazlar konuk oldu.
Bedenler bazı ağrılarla sinyaller vermeye başladı ama bahsettiğim durum hiç değişmedi.
Arkadaşlar her zaman olduğu gibi yine gelip döküldüler.
Usta aynı dikkat ve özenle onları dinledi ve keder yorganını üzerlerinden çekip aldı.
Bende bu durumu kanıksadım, alıştım.
Artık bir olağanüstülük görmemeye başladım, sıradanlaştırdım.
“Hayatın döngüsü” olarak tanımlayıp işime gücüme baktım.
…
YİNE öyle bir gün, haftalık normal bir buluşmaydı.
Dökülen döküldü, ağlayan ağladı ve herkes dağıldı.
Usta ile yalnız kalmıştım.
Çaylar henüz tazelenmişti ki, bana bakarak “Fakir mi büyüdün?” diye sordu.
Evet, dedim, “Nasıl anladınız?”
“Çünkü” dedi, “Hiç şikâyet etmiyorsun.”
…
ŞAŞIRMADIM desem yalan olur, şaşırdım. Hatta bir kabahat işlemişim gibi hissettim.
Ben farkında değildim esasen.
Aklıma bir gün bile ben de şikâyet edeyim fikri düşmemiş, yakınayım biraz dememişim.
Bu çok dikkatini çekmiş ve ne zaman diğerleri gibi sırtımdaki yükü onun omuzlarına bırakacağımı gözlemiş.
Gerçekleşmeyince de üzerinde düşünmüş ve ilk yargı olarak fakir büyümüş olmam şeklinde değerlendirmiş.
…
FAKİR büyümüştüm, evet.
Ama başkalarına yük verme, ağırlık yükleme gibi bir eğilimim hiç olmamıştı.
Sözel olmasa bile büyüklerimiz muhtemelen hâl diliyle “Şikâyetsiz olma”yı öğretmişlerdi bize.
Bu bir erdem midir, bilemiyorum.
Büyük ihtimalle de değildir.
“Derdini paylaşmayan derman bulamaz” denilir, muhakkak bu sebebi vardır bu atalar sözünün.
Ama herkesin bir hâli var işte.
Çeşit çeşitiz.
Onların ki öyle, benim ki böyle.
Yalnız dikkat etmemiz gereken önemli hususun şu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Dertlerimizi Allah’a mı şikâyet ediyoruz yoksa dertlerimizden dolayı Rabbimizi insanlara mı şikâyet ediyoruz.
Mesele budur.
Ya Selâm!
10.11.2022