Hat ve Şiir Bir İkilidir

Sözü en güçlü şekliyle söylemeye nasıl şiir diyorsak matematiğin ve çizginin estetikle buluştuğu yüksek zirveye de hat diyebiliriz. Hem şiirleriyle gönlünün ritmini dizelere döken hem de hatta yoğun bir gayret ve bitmez bir öğrenme iştiyakıyla eserler ortaya çıkaran şair ve hattat Figen Özer ile hat ve şiir üzerine siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için söyleştik.

UĞUR CANBOLAT

——————-

Şiirler yazıyorsunuz, hat sanatına olan merakınız ne zaman ve nasıl başladı?

– Şiirsel desek belki daha uygun olur. Ben şiir yazmıyorum, şiir söylüyorum. Şiir yazmak gerçekten ustalık ister. Ben hissettiklerimi, düşüncelerimi, hatta yaşadıklarımı söylerken yazıya geçiriyorum. Tabii ki çoğu serbest dizelerde; hece vezin ölçüsünde olanlar da var elbette fakat daha çok serbest ve şiirsel diyorum. Duygu aktarımını muhafaza etmek, kendimde tekrar okuduğumda bağlantı kurabilmek için ilk geldiği haliyle fazla dokunmadan yazmaya çalışıyorum. Belki bir iki dokunuş ve düzenleme oluyor, bu yüzden “şiirsel” demeyi tercih ediyorum; zira hususi bir çabam yok, belki de üslûbum kendiliğinden gelişiyor. “Söz uçar, yazı kalır” kaidesince düşüncelerimi kaydediyorum aslında.

Yazmak sizin için nasıl bir eylem?

-Yazmak, gönülden bir akış, belki içsel bir doğuş sağlıyor benim için. Şiir, şiirsel anlatımla yazılanlar, çok uzun mevzuları birkaç mısrada, bir dörtlükte toplayabiliyor. Özetliyorum, ima ediyorum kendimce. Bazen sayfalarca olan bir metin, kısaca okunur diye, konuyu bilenlerin anlayacağı yahut tohum niteliğinde birkaç mısraya sığabiliyor. Yazarken, okuyucunun derinliği, ilgi alanı, tahayyülü ve onda uyandırdığı yankı ile daha çok şey anlatıyor gibi geliyor. Bu yüzden yazıya geçiriyorum.

Hat sanatına olan merakınıza gelecek olursak…

-Hat sanatı çok önceden ilgimi çekmişti. Çok istememe rağmen, yakın çevremde bunu öğrenebileceğim bir ortam bulamamıştım. Resim dersi almaya başladığımda hocam, çizgilerimin hüsn-i hatta uygun olduğunu söyledi ve hat dersi almam için yönlendirdi. Ben de eğitim veren bir yer bulamadığımı söyledim. Meğer devam ettiğim kursta varmış, haberim yokmuş; nasip işte. Hemen kaydoldum, süreç böylece başlamış oldu.

Kimlerle çalıştınız?

-2019 yılı haziran ayına kadar Necdet Altıparmak Hocamın tedrisatında başladım. ‘İsmek’ler kapanınca, Fikret Şimşek üstatla devam ettim. Ancak, bu sadece merak değildi, çok daha fazlasıydı. İlk başta yazının güzelliği ilgimi çekti ama sonrasında istek, iştiyak ve aşırı gayret gerektiren bir süreç olduğunu fark ettim.

Merakı ya da hevesi aşan gayret hangi aşamada açığa çıkıyor?

-Malumunuz, birçok şey önce merak ve hevesle başlar. Hüsn-i hat, ruha hitap eden yönüyle ilk başta merak uyandırıyor, ama sonra azami gayret, çok şeyden feragat etme ve sürekli meşguliyet istiyor. Gayret hangi aşamada açığa çıkıyor, buna net bir şey söyleyemem, zira bu kişiye has bir durum, kişinin meyline göre artıyor. Merak ötesi bir iştiyak diyebilirim. Yine malumunuzdur, hevesle ve merakla başlayıp, süreç içerisinde zorluklarla karşılaşıp sürekli ve düzenli çalışmak gerektiği için bırakanlar oluyor.

Hat sizin için nasıl bir yolculuk?

-Hüsn-i hat, bambaşka bir âlemde yolculuğa çıkmak gibi. Meşguliyetin o muazzam dinginliğinde insanın ruhunun meyli, isteği, gayreti artıyor sanırım. Kalemi eline aldığınızda mürekkebin kağıtla buluşmasıyla birlikte defalarca yazıyorsun ama bir türlü olmuyor. Tekrar tekrar denemek gerekiyor meraktan çok emek, çaba ve gayret istiyor ve insanı sevk ediyor. İlerleyen süreçte harfler tamamlanıyor, harflerin birleşmesi ve kelimelerin yazılmasıyla asıl yazılar başlıyor. Çoğu ayet, hadis, dua ve hikmetli sözler bu aşamada yazılıyor. Yazarken, okumak bir nevi zikir, tefekkür ve vird halinde olma gibi geliyor bana. Yani, merak ve heves yetmiyor, gönüllü gayret, çaba, fedakârlık istiyor. Merak ve hevesin çok ötesinde, emek, zahmet, dikkat ve rikkat gerektiren muazzam bir sanat. Gayretin geri dönüşümü ise hayret ve hayranlık verici. Bu gayret kişiye münhasır bir durum diyebilirim.

Bir hat öğrencisinin yeteneği yüksek olsa bile, her gün asgari kaç saat çalışmalı?

– Günde asgari yirmi beş saat çalışmak desem, mübalağa etmiş olmam. Şöyle ki, işin aslı şu: bir insan, bir şeyi gerçekten çok istiyorsa, günün yirmi dört saati, hayâlinde de o şeyi düşünmeli. Hattat olmak isteyen kişinin hayâli ve bunu gerçeğe dönüştürmeli. Asgari çalışma saatine rüyaları da dahil olmalı.

Hatta Osmanlı zamanında hattatlar sefere ya da başka bir beldeye gidecekleri zaman, elleri tembelleşmesin diye, bileklerini sürekli hareket ettirirlermiş.

Usta-çırak ilişkisi bu sanatta önemli mi?

-Her sanat dalı için önemlidir, ancak hat sanatı için usta-çırak ilişkisi olmazsa olmazdır. Sanat, zanaat, usta-çırak ilişkisinin eseridir ve hat sanatının kaidesi “ustanın taliminde gizlidir.” Hüsn-i hat taliminde en yaygın olarak Mehmet Şevki Efendi’nin sülüs nesih meşk murakkaı’sı takip edilir. Bununla beraber hat sanatının inceliklerini talebe, ustasının dizinin dibinde öğrenir. Usûl de usta-çırak eğitimidir.

Hatta özellikle bazı sanat dallarında, hoca, talebesini kabiliyeti ve iştiyakla çalışması sebebiyle seçermiş. Evvelce daha çok oluyormuş, hoca, istidatlı olan talebesinin tüm eğitim masraflarını karşılarmış ki sanat ve zanaatın incelikleri devam etsin ve nesillere aktarılsın. Şimdi de özveriyle devam ediliyor, ben öyle görüyorum.

 Hattatın yazıya kendi imzasını atmasının bir kuralı var mı?

– Elbette var, müfredat tamamlandıktan sonra üstat, talebesini satır yazmaya başlatır. Ardından Kaside-i Elif yazmaya yönlendirir. Hocam Davud Bektaş üstadımızın Kaside-i Elif’ini yazmanın, hatta; nesih-sülüs, sülüs- nesih çevirisini yapmanın ehemmiyetini her zaman vurgular. Nitekim hocamın tavsiye ve talimi ile bende Kaside-i Elif’in önce orijinal halini, ardından çevirilerini yaparak yazdım. Elhamdülillah. Bilahare önceki üstatlarının eserlerini taklit etmekte ayrı bir meşk metodudur. Ardından hoca, talebesinin kendi özgün istif çalışmalarına başlamasına izin verir. Bu süreç talebenin imza atma yolunun açıldığı andır. Ancak bazen, bu izin daha erken de verilebilir; bu tamamen hocanın takdirine bağlıdır. İcazetini aldıktan sonra da zaten talebe yazılarına imza atabilir. Üstadının, izni olmadan imza atılmaz diye biliyorum. Talebe ilerledikçe, deneme yazılarında ilk imza örneklerini genellikle hocası hazırlar ve zamanla imzanın gelişmesi için tavsiyelerde bulunur. Ben de serbest yazılarımda, hocamın “Artık yazdıklarınıza imza atabilirsiniz” demesiyle imzaya başladım. Hatta “Artık imzasız yazı yazmayın” şeklinde bir uyarısı olmuştu. Başka bir mesele ise, hattatın, ismini yalnızca kendi istif yazılarında imzalayabilmesidir. Bir de üzerinden belli bir zaman geçmiş üstatların yazılarını taklit edince de imzanızı atabilirsiniz demişti hocam. Eğer yazı istifi bir başka hattata aitse; “sevvede”, “harrara”, “nemega” ve “ketebe”li imza kullanılmalı ve yazıyı kimin yazdığı da belirtilmelidir. Bu hassasiyet, ilk yazan hattata duyulan saygıyı ve nezaketi gösterir.

Siz bu izni ne zaman aldınız?

– Aslında, ilk imzalı yazı iznini üstat Nejdet Altıparmak’tan aldım. 2018 yılının sonlarına doğru, sülüs yazıya yeni başlamış olmama rağmen, küçük oğlumun stajyerlik yaptığı dönemde, amirlerine hediye olarak yazdığım dört hattıma imza attım. Tabii ki önce hocamdan yazma izni aldım; “Yazabilir miyim?” dediğimde, “Elbette yazın ve o kişileri bir daha görme şansınız yoksa imzanızı da atın ki kimin yazdığı belli olsun,” demişti. Yani, imza atmaya hattatlık yolculuğumun birinci yılında başladım. Bilahare 2021 sonrasında ise, hocam Fikret Şimşek’in teşviki ile henüz icazet almamışken yazdığım tüm yazılara imza atmamı söyledi. Çünkü arada yazılarımı hediye ediyordum ve hocam da bunu biliyordu; “İsimsiz vermeyin, isminizi yazın,” demişti. Ben de çoğu yazıma, icazetimi almamış olduğum için imzamı hocamın atmasını istedim, sağ olsun hiç kırmadı.

Hattatların ağır şeyler kaldırmaması, taşımaması gerektiği gibi şeyler söylenir. Doğru mudur?

– Evet, doğru. Çünkü en küçük bir yorgunluk bile yazıyı etkileyebilir. El, kol, beden yorgun olduğu zaman yazıya yansır. Ancak bana sorarsanız, yalnızca fiziksel yorgunluk değil, hattatın ruh hali, zihin yorgunluğu da yazıyı çok etkiliyor.

Her öğrenci usta tarafından kabul ediliyor mu?

-Hattatlar, en azından benim tanıdıklarım, bu sanata gönül vermiş çok kıymetli ve hassas kişilerdir. Hocalar, sanatı ve sanatın inceliklerini aktaracak, yanında devam ettirecek, temsil edecek bir talebe ister. Hocalarımın talep eden hiçbir öğrenciyi reddettiklerine şahit olmadım. Hocalarımız, hat sanatının aktarımını çok önemsiyor ve bu bağlamda gelen talebeleri kabul ediyorlar. Eğer talebenin istidadı çoksa, hocası onu arayarak teşvik ediyor. Bu bir bakıma, hocanın kabulüyle, talebenin gerçekten istemesiyle alakalı bir durumdur.

Türkiye’de en çok kullanılan yazı türleri hangileridir?

– Aslında yazı türlerinin hepsi yaygın şekilde kullanılıyor. Ancak, ilk sırada sülüs var. Onun ardından celi sülüs, nesih, muhakkak, ta’lik, reyhâni, dîvâni, celi dîvâni, kufi geliyor. Çok nadir de olsa gubâri ve siyakat yazılarına denk geldim. Hali hazırda bu yazıları okuyabilen ender üstatlar var diye biliyorum.

Hat sanatında temel olarak altı yazı türü bulunur ve bunlar Aklam-i Sitte olarak bilinir. Bu türler sülüs, nesih, muhakkak, reyhani, tevki ve rik’a’dır. Bir de ta’lik yazı türü vardır. O daha çok İran’da kullanılmakla birlikte son dönemlerde Türkiye’de de yaygınlaşmış, benimsenmiş bir yazı türüdür.  Daha çok Farsça beyitler için tasarlanmış bir yazı türü. Azeriler ta’lik hat için “Hattın Gelini” derler. Bu tabir çok hoşuma gider. Zarif, inci gibi dizilmiş satırlar. Hatta yazmayı en çok istediğim yazı türlerinden biri ta’liktir. Bu isteğimi hocam Fikret Şimşek’e açtım ve sağ olsun, 2020 yılında Ahmet Geçer hocamızdan ta’lik meşk talimi almaya başladım. 

Sizin en çok çalıştığınız, sevdiğiniz hat tarzı hangisi?

– Hepsi çok özel ve güzel yazılar. Hepsini severek çalışıyorum. Zaten sevgi olmadan bu sanatı icra etmek ve başarılı olmak imkansızdır. Ödevlerimize “meşk” diyoruz ve meşhur bir söz vardır: “Aşk olmadan meşk olmaz.” Aşkla, “Bismillâh” diyerek, kâğıdı kalemi öperek “Rabbi yessir velâ tuassir, rabbi temmim bi’l-hayr” duası ile başlarım meşklerimi yazmaya. Ama seçmek gerekirse, celi sülüs en çok sevdiğim ve hocamın da beni başarılı bulduğu yazı türü. Hatta sülüs yazarken hocam, “Kaleminiz celi sülüse gidiyor,” derdi. Kalemi severek alırım elime. İlk ri’ka ile başlamıştım, ardından sülüs, nesih, celi sülüs, muhakkak yazı ile iki tane de musenna yazı denedim. Musenna yazı benim için henüz erken olsa da hocam beğenmişti. Ayrıca ta’lik yazı çok farklı ve zarif, yazmak için de gönlümde özel bir istek var.

Bir hattat kendini ne zaman olmuş, tamamlamış görür?

– Bunu söylemek gerçekten çok zor, belki de yolculuğumun başında olduğum için tam bilemiyorum. Ama şuna inanıyorum ki hocam da hep böyle söylerdi: ” Hat sanatında yazının zarafetinin, inceliklerinin sonu yoktur.” Buna istinaden oluşum sürekli devam eder. 

Ancak üstatlarım, Kur’an-ı Kerim yazmanın bir hattatın ulaşabileceği zirve noktası olduğunu ifade ettiler. Bilahare Hilye-i Şerife yazmak da öyledir. Bir hattat, kendini tamamlamış görmesi; haddimi aşarak, o noktaya ulaştım demesi zor gibi görünüyor. Bu, zamana yayılan bir süreçtir.

Hilye yazmak Türk hattatlar için neden önemlidir?

– Bilindiği üzere; Hilye-i Şerife, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Efendimizin Şemail-i Şerifi, hâl, vasıf ve sıfatlarını tasvîr eden eserlere verilen isimdir. Hilye-i Şerife yazmak, Türkler için sadece bir sanat icrası değil, Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize duyduğumuz derin muhabbettin yazıya dökülmüş halidir. Türk hattatlar için hilye, bir nişan, bir mührü simgeler ve çok özel manevi bir değer taşır. 

Her hattat Kur’an-ı Kerim yazmalı mı?

– Evet, bence her hattatın gönlünden bir Kur’an-ı Kerim yazmak geçiyordur. Öyle sanıyorum ki Hat sanatı, başta ayetler, hadisler, hikmetli sözler ve beyitlerle başladığı için, bir gün Kur’an-ı Kerim yazma niyetiyle yola çıkılmıştır. Benim de çok büyük arzum ve isteğim var, inşallah bana da nasip olur.

Hatta istif yapmanın kuralı var mı?

– Elbette, hem de çok hassas ölçüleri olan kuralları vardır. Hat sanatı, başlı başına kuralları, ölçüleri olan bir sanat dalıdır. Yazılacak satır, dizeler veya metin, bu kurallara uygun şekilde hazırlanır. Harflerin dizilimi, bütünlüğün sağlanması, çizgiler arasında denge ve âhenk, mükemmel bir istifin en önemli unsurlarındandır. Harflerin birbirleriyle kesiştiği yerlerdeki denge ve uyum büyük önem taşır. Güzel bir istifin kolay okunabilir oluşu da son derece önemlidir.

Hatta matematik ne kadar önemlidir?

-Hat sanatında matematik oldukça önemlidir. Çünkü burada “nokta” bir ölçü birimi olarak kullanılır; kalemin ucu (mm), nokta ölçüsü olarak kabul edilir. Bu ister nesih, ister sülüs, isterse diğer hat türleri olsun hepsinde geçerli kuraldır. Harflerin nokta ölçüleri, matematiksel hesaplar ve kurallar doğrultusunda belirlenir. Harflerin istifteki yazılışı, konumlanışı ve yerleşimi, tamamen ölçülerle uyum içinde yapılır.

Şiirle hat nasıl bir araya geliyor? Hatta da bir şiir diyebilir miyiz?

-Hat ve şiir çok özel bir ikilidir, en azından benim için. Kur’an-ı Kerim ayetleri, Hadis-i Şerifler, hikmetli sözler, beyitler ve şiirler, yazının güzelliğiyle buluştuğunda, bir anlamda şiirsel, görsel bir etki yaratıyor. Hat, sadece bir yazı değil; aynı zamanda göz alıcı bir sanat, bir resim gibidir. Bazen yazdığım hatlarda, kelime ve harfler o kadar güzel bir uyum yakalıyor ki, adeta bir şiir doğuyor. Elif ve diğer harflerinde içinde geçtiği birkaç şiirsel dize yazmıştım.

Hat ve şiir, beni başka bir âleme çekiyor, farklı bir dünyada seyre dalmamı sağlıyor, bu şiir gibi değil mi? Yazdığım birkaç satır kısa cümleler veya şiirsel dizeler var. Eğer nasip olursa, onları da hat yazısıyla buluşturmayı düşünüyorum. Şimdilik iki tane yazdım, elhamdülillah.

Daha ne kadar yolunuz var?

– Henüz yolun başında sayılırım; yoldayım diyebilirim ve çok çalışmam gerektiğini biliyorum. Üstadımın sıkça tekrarladığı bir söz var: “Reis’ül hattâtîn unvanıyla anılan Hasan Çelebi‘nin derslerinde, yazıları kontrol ederken, ‘pirenin ciğeri kadar dokunmak lazım’ dermiş ve eklerdi, ben de diyorum ki, ‘pirenin saçının teli kadar dokunmak lazım’. Bu sözleri birkaç kez duyunca, hocama şöyle demiştim: “Bu titizlik ve inceliklerin talimi ile sanırım biz de bir gün ‘pirenin kirpiği kadar dokunmak lazım’ diyeceğiz.” Hocam tebessümle karşılık verdi. İşte o hesaba göre, daha çok çalışmam lazım. Zaten hangi alanda olursa olsun, “Yolculuk bitmez, biz hep yoldayız.” Ne kadar yolumuz var, bilemiyorum.

Son olarak hocalarınızdan da bahsedebilir miyiz?

– Başta söylediğim gibi rika, sülüs, nesih ve ardından ta’lik derslerimde üç değerli hocadan istifade etme şansına sahip bir talebeyim. İlk rika yazı eğitimi aldığım, ardından sülüs derslerine başladığım Nejdet Altıparmak, üzerimde büyük emeği olan kıymetli hocalarımdan biridir. Hat sanatına olan hayranlığım, onunla pekişti. İlk eğitimimi Kartal İsmek’te aldım. Zaman sınırı ve talebe yoğunluğu olmasına rağmen, hocam hepimize sanatın inceliklerini aktarmak için özen gösterirdi. Geçtiğimiz aylarda, yine âharlı kâğıt ve ilk murakka yapımını Nejdet hocamla birlikte gerçekleştirdik.

Hattatların ortak özelliği, yazıda hassasiyet ve zarafet gözettikleri gibi, hayatlarında da aynı hassasiyeti gösteriyor olmalarıdır. Hat sanatında tek başına ilerlemenin mümkün olmadığını bildiğim için, bir arayışa girmiştim. Sağ olsun, bir arkadaşım Fikret Şimşek hocamızla konuşmamı sağladı. Üstadım, çok istekli ve ilerlemiş bir talebe olduğum için beni kabul edeceğini söyledi. İlk üstadım Nejdet Altıparmak’tan izin aldım, durumu anlattım ve bu yolculuğa Fikret Şimşek ile yeniden başladım. Fikret Şimşek hocam da sanatın zarafetini temsil eden, naif bir öğreticidir. Hat sanatındaki engin bilgisi ve dersi aktarırken gösterdiği özen ve üslubu ile çok kıymetlidir. Hem hat sanatının incelikleri hem de sohbetleriyle çok özel biri.

Ve ta’lik hocam, Ahmet Geçer de şahsına münhasır, çok kıymetli ve engin bilgilerini sohbetlerine yansıtan biridir. Ta’lik yazı meşk ederken ve diğer çalışmalarımda da onun engin ve zengin donanımından çok istifade ediyorum. Hocalarım, hat dersleri yanı sıra hat yolculuğumda kavrayışıma ince nüanslarla dokunuyorlar. Hocaları mı, hat sanatı yolculuğumun ve hayata bakışımın mimarlarından kabul ediyorum.  Hangi özelliklerini ne kadar anlatabilirim ki.

Tüm hocalarım, aynı zarafet ve hassasiyeti taşıyor. 

Nejdet Altıparmak, Fikret Şimşek ve Ahmet Geçer’in yanı sıra, hat sanatının inceliklerine dair istifade ettiğim; Ali Sıktı Özalp ve Ahmet Demir hocalarımı da anarak, bu vesileyle hepsine teşekkürlerimi sunuyorum.

2024 yılında Fikret Şimşek hocamın, onun hocası olan Davud Bektaş ve Reis’ül Hattâtîn Hasan Çelebi’nin onayıyla icazetimi aldım.

Aslında icazet aldım, demek biraz edebe mugâyir gibi geliyor bana ama o aşamada bir arkadaşım “Hocam, Figen hanıma icazetini mi veriyorsunuz?” demişti. Üstadım da, “İcazet verilmez, alınır.” diyerek, “Evet, icazetini alıyor.” dedi. Ben de hocamın sözünü yere düşürmemek adına, çok şükür elhamdülillah “İcazetimi aldım.” diyorum. 

26.03.2025

https://www.istiklal.com.tr/hat-ve-siir-bir-ikilidir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir