Söz ehlini kendimi bildim bileli sever ve izlerim.
Dedemden aldığım bir miras olarak sürüp gidiyor hayatımda. Bu sebeple nerede söze âşina bir ehl-i kalp görsem hemen soteye yatar kandilime yağ damlatmaya başlarım. Büyük kârlar sağlarım.
Azmi ve ümidi şifalı dizeleriyle bayraklaştırıp zehirli sözlerden bizleri vareste tutan bu toprağın mayacılarına bitip tükenmeyen hürmetim vardır.
Birikmiş selamlarım vardır ulaştırılmayı bekleyen.
Tenha Sohbetler bu biriken selamların birer birer sahibine takdim etme ameliyesinin bir tezahürüdür.
Tanıdığım ilk günden itibaren çoğalan bir muhabbet ile takip ettiğim eğitimci, şair, çocuk hikâyeleri ve deneme yazarı aynı zamanda romanlarıyla eli kolu dolu çıkıp gelen Mahmut Topbaşlı’yı siz İstiklal Gazetesi okuyucularıyla tanış kılmak istedim.
UĞUR CANBOLAT
___
Şair için sözün gücünü keşfetmiş kişi diyebilir miyiz?
-Şair sözün gücünü keşfetmiş kişi midir? Sözün gücünü arayan kişi midir? Sözün peşine takılıp öteleri anlamaya çalışan kişi midir gibi sorular önce şiir için ifade edilmiş, şiirin ne olduğu, sözün şiirleştiği hallerde nasıl tarif edildiği ve şiirin/sözün bir güç olup olmadığı asırları kuşatan soylu bir meşgale olmuştur. Söz ustaları çağlardan beridir söz hakkında güzel kelamlar etmişler, sözün varlığı, kıymeti, gücü gibi mevzuları hep ifade edegelmişlerdir. Bu mevzuda hemen aklımıza gelen Hazreti Yunus’umuzun “Söz ola” diye başlayan sözleridir elbette. Sözümüze dikkat etmede, güzel söz söylemenin önemini ifade etmede aslî ölçüyü vermiştir bize. Bu noktadan bakınca sözün gücü anlaşılıyor. Şair bu hikmetin peşinde ter ve hüner sergileyen kişidir bence. Hikmete yaklaştıkça, sözü ölçülü ve güzel söyledikçe bitmeyen, bitmeyecek olan keşiflerini sürdüren kişi de şairdir diyebiliriz.
Bu gücü keşfeden kişi nasıl bir süreçte sözün gücüne erişebilir?
-Sözün asıl sahibinin bizi irade buyurduğu hayat tarzı, yaşama biçimi, sözü ve buyruklarını aradığımız, bulduğumuz, uyduğumuz süreç söz sahibinin gücünü, “ol” deyince olduran kudretini hayatımıza kattığımız süreç bize ol kudrete, sözün gücüne eriştiren süreçtir inşallah.
Söze mâlik olmak sahibine nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
-İdrakimiz kadar sorumluluğumuz var. Söze mâlik olmak söz sahibini anlamak, dinlemek, bu şuurla söz söylemek birinci mesuliyet… Dokuz boğumlu yolda sorumsuzca sarf edilen hiçbir söze cevaz verilmemiştir. Kırmızıçizgiler her iki dünya için de önümüzde durmaktadır. Ağzımızdan çıkacak her söz bizi bağlayıcıdır. Söz önce bizimdir. Kontrolümüzdedir. Atalar sözüyle bizim esirimizdir. Ağzımızdan çıktıktan sonra yaydan çıkmış ok gibi dönüşü olmayan bir rotada gitmektedir ve bizi sorumlu kılmaktadır. Yani bizi kendisine esir etmiştir. Böyle bir sorumluluk yüklenecek kişi, şair etiketli söz ustaları için köprüden önceki son çıkış gibidir.
Sözün güçlü olmasının kişinin beslendiği kaynaklarla nasıl bir bağlantısı vardır?
-Bu sorunun cevabı sorunuzun ta kendisidir. Söz duygunun, düşüncenin, fikrin, ifadenin, iradenin anahtarı olduğuna göre sözün güçlü olması beslendiği kaynakları ele veren, işaret eden bir bağlantıyı bizatihi üretir. Güçlü söz güçlü kaynaklardan ve o kaynaklardan beslenen yüreklerden neşet eder. Sap yiyen saman çıkarır denilmiştir. Beslenme argümanlarını sahih kaynakların, fıtratın, ilahi emirlerin kuşanılması olarak ve irfan eğitimiyle en güçlü sözü anlama çabalarından seçmişsek elbette berceste sözleri asumana asabiliriz.
Sizin şiirleriniz nasıl bir sancının sonucunda ortaya çıkıyor?
-Bizim şiirlerimiz beslendiğimiz kaynakların açıktan taşıyıcısı gibi sarih ve berrak duruyor. İndi ve şahsi değerlendirmem budur. Şuara çevresinde de benim için ifade edilen budur. Millî kaynak, asırların birikimi olarak özümüzdedir. Sıkıntılı doğum sancılarından ziyade toplumsal sevinç ve zaferleri öne çıkaran, hep pozitif kelimeler seçen bir şair olarak bardağın dolu tarafındayım. Yaşanılan sıkıntı ve olumsuzlukları azim, ümit ve şifa sözleriyle sancısız kabullerle gergefime diziyorum. Çile, çaba ve emekle güzelliğe bürünüyor.
Sizin şiirleriniz için medeniyet ufkunun şiirleridir diyebilir miyiz?
-Gönlüme hoş gelen, gururumu okşayan böyle bir etiketi çok iddialı bulurum. Kültür ve medeniyetimizin altın sayfalarından esintiler taşıyan şiirler yazdığım doğrudur. Medeniyet ufkumuza atıf yapan şiirlerim var. Türk İslam dünyasını gönül coğrafyamız bilen mısralarla dolaşıyorum. Milli kültürden beslenip yine millî kültürümüze akan duyguları seslendiriyorum diyelim.
Önce sanıyorum Yüzakı Dergisinde yayınlamayı tercih ediyorsunuz? Neden?
-Yüzakı Dergisi bir hizmet makamı… Orada verilen emekler öncelikle Allah rızası gözeten, fisebilillah dervişlerin izini parlatan bir kadronun ışıltısıdır. Tabi marifet iltifata tabi… Birçok dergide şiirlerim, yazılarım yayınlanıyor. Her birisi ayrı bir güzellik… Say ki çiçek bahçesindeki her bir koku, gökkuşağındaki farklı renkler… Ama Yüzakı benim şiir pergelimin merkezi. Nice güzelliklere nice sayılara inşallah. (Yusuf Dursun ağabey der ki; “Halil’le sen Yüzakı’nın personeli gibisiniz.” “Evet!” derim. “Ağabey biz vatanın, milletin, dinin devletin, bayrağın, Yüzakı’nın personeliyiz…”)
Çocuklara yönelik hikâye setleri hazırladınız. Bir şair olarak çocuk hikâyeleri yazma fikri nasıl doğdu?
-Güzel bir hikâyesi var bu yolculuğun. Havuza itilince kahraman olan adamın hikâyesi gibi hoş bir hikâyesi var. ARDA TÜYAP’TA DOĞDU başlığıyla o hikâyeyi yazdım. Özetle Payidar Yayınları sahibi sevgili Yusuf Samet Çakır beni gaza getirdi. Payidar Çocuk için güçlü bir kalemle başlamak istiyoruz gibi gönül çelici laflar etti. Ben de dayanamadım. İyi ki de öyle olmuş. Öğretmen gözümle bakınca pedagoji ve çocuk psikolojisi açısından çok seviniyorum. 17 kitaba eriştik. Şükürler olsun.
Çocuk yayıncılığının şair duyarlılığınızı hesaba katarsak temel ilkeleri neler olmalıdır?
-Çocuk yayıncılığında şair duyarlılığı eserin içinde kendini hissettiriyor. Şiir gibi hikâyeler çıkıyor. Çocukların gönlüne dokunan üslup ve anlatım şiir gibi oluyor. Lâkin asıl duyarlılık yukarıda belirttiğim pedagoji ve çocuk psikolojisini önemsemede öğretmenlik hassasiyetimle şair duyarlılığımı mecz ettim. Dil hassasiyeti, sağlam karakter örnekleri, şahsiyet oluşturma kurguları, hayal dünyasını pozitif yönlendirme gibi konuları millî duygulardan emzirme ilkeleri öncelikli olmalı derim.
‘Soylu Çehreler’ kitabınız ilginçti. Burada hayat hatırat ve vefa üçlüsü vardır diyebilir miyiz?
-Malûmunuz her kitabın bir görünen yüzü bir de arka planı vardır. Tespitiniz tam anlamıyla on ikiden vuruş… Yazdığım sanat kültür edebiyat yazıları hayat ve hatıraları kapsıyor. Üzerimde emeği ve hakkı olan tanıdık ve dostlarımı da benimle olan ilgisi yönüyle anmaya ve duaya vesile olsun diye anlattım. ‘Soylu Çehreler – 2’ de hazır… Bir yayıncı bulabilirsem ceremesini de ödeyip bastıracağım inşallah. Burada sizden de himmet beklediğimi de belirteyim.
Son iki senedir yayınladığınız romanlar dikkat çekici… Çocuk yayınlarından sonra sizi buraya sevk eden motivasyon/isteklendirme neydi?
-Çocuk kitapları yazarken nesirdeki şiir hoşuma gitti. Şiir gibi olmuş denir ya oradaki güzellik dikkatimi ve farkındalığımı öne çıkardı. Kurgusunu on yıl kadar önce yaptığım bir hikâye vardı. Bir kitap olacaktı. Rahmetli dedemin “Balkan Seferberliği” çağrısıyla başlayan ve dokuz yıl sonra dönüşüyle alevlenen konu yazılmasa olmazdı. Yazmasam bir şeyleri eksik bırakmış olurum gibi bir duygu gönlümü yakıyordu. Bismillah dedikten sonra yazılacak o kadar çok konu olduğunu görünce üçleme yapmaya yöneldim. İki kitap yayınlandı. Üçüncüyü yazmaya devam ediyorum. Başlangıç motivasyonum da üçe katlandı. İnşallah bahara tamamlayacağım.
Söyleşimizin başında temas ettiğimizi sözün gücü romanlarınıza nasıl yansıdı?
-Sözün gücü şiirdi, romandı, tiyatroydu, hikâyeydi, musikiydi tanımıyor bence. Sözünüz varsa, niyetiniz ve azminiz varsa o kendisini yazdırıyor. Bizden bir şey değil, sözün kendisinden kaynaklanan bir tılsımı var. Onun ardına düşünce şiir gibi bir roman, koca bir romanı üç beş dörtlüğe sığdıracak bir şiir yazıyorsunuz. Sözün ve şiirin gücü ‘ERTUĞRUL’UN DEDESİ’ serisinde şükürler olsun ki görülüyor. (İş adamı sayın Necati Mete “Hocam ……..’den, ……….’den, ……….lerden el mi aldın sen?” diyerek bu konuya değerli bir işaret çaktı. Merhum Yusuf Bilge “Bu Anadolu gerçekliğinin Kemal Tahir satırlarından bir milim eksiği yok!” diyerek isteklendirme seanslarını epeyce yükseltmişti. Rabbim rahmetiyle kuşatsın inşallah…
Bir şairin roman yazması kolay mı zor mu?
-Kolay!
‘Ertuğrul’un Dedesi’ serisi nasıl mayalandı ve bu bir dönem romanı mı ya da belgesel bir yöre romanı mı?
Yukarıda sözün akışı içerisinde birazcık anlatmıştım. Parantezi biraz daha açalım şimdi. Bir iyilik varsa önce en yakından başlar. Ailenize, hısım akrabaya, mahalleye, köyünüze/kasabanıza, şehrinize, ülkenize, milletinize, ümmete ve bütün insanlığa doğru dalga dalga yayılsın istersiniz. Dedemin hikâyesi bütün bir Anadolu için numuneyi emsal bir kahramanın hikâyesiydi. Çıkış noktam orası… Maya oradan tuttu. 1914 – 2023 arası bir döneme değil birçok döneme tekabül ediyor. O yüzden “dönem romanı” çerçeveye uygun değil. Sadece tanımlamada kolaylık olsun diye dönem tanımı olabilir. Belgesel hiç değil, yaşanmışlıklardan süzülmüş, arada bir kurgulanmış, gerçekliği halen yaşamakta olan, kahramanlarının çoğu hayatta bir hatıralar demeti de denebilir. Anı roman kavramını sevmiyorum, bu yüzden sözü dolandırıyorum. Yöre romanı mı diye bakarsak bir yörenin prototipi olarak Anadolu’muzun birçok yöresini çağrıştıran sosyal gerçekliklerle örülü bir eser. Birinci kitabımıza yüzden fazla dönüş oldu. Iğdır’dan, Kayseri’den, Osmaniye’den, Muğla’dan, Eskişehir’den, Samsun’dan, Gaziantep’ten, Tokat’tan ilh… okuyucularım “aynı bizim yöreyi anlatmışsın” ifadeleriyle romanda kendilerini buldular. Ben Anadolu yöresinden diyorum. Espri olarak da Mahmudiye yöresi diyorum.
‘Ertuğrul’un Dedesi’ üçlemesi diyorsunuz. Burada kahramanlar aile bireyleri veya arkadaşlarınız mı?
-Üçleme dememin ana sebebi üç kitaplık barutum var şimdilik… (Birinci kitaba 380 sayfa, ikinci kitaba 440 sayfa ayırdığım barut.) Tasarladığım ve şunları yerleştirmeliyim dediğim konular gözüme üçlük göründü. Basketboldaki üçlük gibi. Birinci romanın ana kahramanları dedem ve babaannem ve onların çevresindekiler. Geride kalan üç yüz kahraman sen ben biz ve herkes… Elle tutulan gözle görülen, dokunabildiğimiz gerçek kahramanlar. Çiftçi Abbas dayı, Doktor İrfan Aksu, Avukat Necmiye hanım, Aşçı Hüseyin…
Bu romanlarda verilmek istenen nedir?
-Özel olarak vermek istediğim subliminal bir mesajım yok. Geçmişime sahip çıkmak, ecdadımın miras bıraktığı toprak, dil, kültür, inanç değerlerini günümüze taşıyıp hatırlatmak gibi sorumluluklar çerçevesinde, en özeli de geçmişimizi yaşatma gayretiyle sözlü kültürü yazıya döküp edebiyat ve tarih bilimcilerine kaynak sunmak…
Romanlarda yöre ağzı kullanmaya nasıl bakıyorsunuz?
-Roman hikâyenin ağabeyi, hikâyemizin büyüğüne câmi bir edebi dal. Nasıl yaşanmışsa, nasıl konuşulmuşsa öyle. Yöre ağızları dilimizin zenginliği bence. Isparta/Yalvaç ağzını olabildiği zenginlikte kullandım. Diyalogların tamamı bizim ağız. Bende yaşayan ağız. Kırk yıllık İstanbulluyum, edebiyatçıyım. On dakikalık sıcak muhabbetin arkasından ağzım Yalvaç’a dönüyor. Sizinle konuşurken on dakikaya bile kalmıyor. Diyaloglar dışındaki yazar anlatımlarım da İstanbul Türkçesi. Ana sütüm gibi ak, Anadolu’m gibi berrak…
Dünden bu güne iz düşümler okuyucuya ne katıyor?
-Yazarın durduğu noktadan çok şey katacak diye görüyorum. Dil hassasiyeti, memleket sevdasına rüzgâr, sıla-i rahim için binit, ecdadı yâd etmeye hatırlatma ve vesile ilh… Okuyucu noktasından gelen değerlendirmeler hedefe ulaşmışım havasını veriyor. Saydıklarım yanı sıra kendi hikâyelerini benim bakış açımdan paylaşanlar gani… Var olsunlar.
Son olarak tezgâhta neler dokunuyor?
-Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur kavlince tezgâhımız boş değil şükürler olsun. Şiirler elli yılı aştı. Yeni bir Çocuk Kitapları Seti (Alper’in Uzay Maceraları), Ertuğrul’un Dedesi – Hasret, Soylu Çehreler –2 gibi çalışmalara devam edeceğiz inşallah.
Bu canım sohbet için çok teşekkür ederim. Sayende aynaya bakma fırsatı buldum. Sürç-ü Lisan ettik ise affola.
Kutu içinde
MAHMUT TOPBAŞLI (GÜNBEYLİ) KİMDİR?
1955 yılında Yalvaç (ISPARTA) ’ ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde yaptı. Yüksek öğrenimini de Kırşehir ve İstanbul’da tamamladı. Çeşitli gazete ve dergilerde (Bizim Anadolu, Millet, Ortadoğu, Her gün, Genç Arkadaş, Dost, Türkiye’m) şiir, hikâye, deneme, araştırma yazıları yayımladı. Uzun zamandır YÜZAKI DERGİSİ’NDE şiirlerini yayımlamaktadır. YÜZAKI ekolü şairlerindendir. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapmış, yurtdışındaki Türk çocuklarının eğitiminde görev alarak, uzun yıllar Almanya’da yaşamıştır. Evli ve üç çocuğu vardır.
YAYINLANMIŞ ESERLERİ:
NİCE YAZILMAMIŞ MISRA (Şiir- 1990)
DİLEK ÇIKMAZI (Şiir–1993)
SEVGİ IRMAĞI (Şiir–2003)
SEVİNÇLERİN ARDINDA (Şiir–2013)
GÖNÜL BU (Şiir-2015)
SOYLU ÇEHRELER (Deneme-2016)
CEMRE SANCILARI (Şiir-2017)
GÖNÜLLERE DOKUN/MA (Şiir-2018)
SEVDAMIZ VATANDIR BİZİM (Şiir-2018)
AKIL KÜPÜ ARDA SERİSİ (Altı kitaplık seri / Çocuk Hikâyeleri- 2018)
HAYVANLAR ÂLEMİ SERİSİ (Beş kitaplık seri / Çocuk Hikâyeleri- 2021)
ERTUĞRUL’UN DEDESİ / CAN BORCU (Roman- 2021)
GÖNLÜMDEKİ SÖZ SARAYI (Şiir- 2023)
HAYALLERE 5 KALA SERİSİ (Altı kitaplık seri / Gençlik Hikâyeleri- 2023
ERTUĞRUL’UN DEDESİ / SABIR (Roman- 2023)
16.08.2023