ESAS VARIŞ SEVGİLİYEDİR. Sevgiliye varmayan yol, yol değildir.
Usul onun içindir, vusul onun içindir, vuslat onun içindir.
Dikkat onun içindir, rikkat onun içindir.
Yol onun için, yordam onun içindir. Her şey onun içindir.
Sevgiliye varmayan yolların varış noktası olur mu hiç? Varılan yer varılması istenen yer midir? Murad noktası orası mıdır? Elbette hayır.
Hikâyemizin de bir hikâyesi olmalı… Esaslı, yerli yerinde…
Muştulu haberlere hakkımız var.
Bir Balaban zuhuratında öyle demişti ustam: Allah’ı sevgilinde ara.
Çok etkilenmiştim. Defterimdeki bu nota bakarım zaman zaman… Dalar giderim düşünürken.
Ne çok dolaştı bu söz içimde… Ne çok sarstı anlatamam.
Biz demek ki hep yanlış yerlerde aramışız. Taşrada çok dolaşmamız, yolumuzun merkeze, özümüze düşmemesi bu yanlış arama tarzımızın bir sonucuymuş.
Vaktiyle köyümüzde bir molla yaşarmış.
Gece gündüz hayalinde define bulmak varmış… Nerede gömü var, nereye hazine saklandı diye düşünüp dururmuş.
Bununla kalmamış. İşi ilerletmek ve arayışını derinleştirmek için okumalar yapmış. Eski kitapları uzun yıllar tetkik etmiş, bu alanda yayınlanmış başka yeni kitapları da temin etmiş…
Gecesi gündüzü hazine bulmak, zengin olmak düşüyle geçmiş…
Bir zaman bembeyaz bir horoz edinmiş.
Hazineyi bulmak lekesizlere nasipmiş. Leke olduğunda horoz hazineye ulaşamazmış. Bu nedenle tek nokta bile siyahı olmayan o horoza çok itina göstermiş. Onu özel bir safir gibi algılamış, buna göre bakmış. Diğer horoz ve tavuklarla birlikte aynı kümeste kalmasına rıza göstermemiş. Ona özel bir barınak yapmış. Hatta çoğu defa çocuklarına, torunlarına bile yasak ettiği kendi has odasında ona mahsus bir yer belirlemiş. Hep gözünün önünde olmasını istemiş. Başına bir hal gelmesinden kaygılanmış.
İşte bu beyaz horoz ile gecenin karanlığında hazine aramaya çıkarmış.
Köylüler sabah kalkıp işine gücüne giderken gördüklerine hep şaşırırlarmış. Hayretler içinde buralara neler olmuş böyle derlermiş. Bazıları gizemi yüksek hikâyeler bile uydururlarmış. Buralara ecinniler mi geliyor diye korkanlar ve o taraflara gitmeyi bırakanlar bile olurmuş.
Zamanla bunların define meraklısı mollanın marifetleri olduğu bilinir olmuş…
Gecenin karanlığında yaptığı bu kazılar neticesiz kalmış. Eline sadece vaktiyle buralarda yaşayan medeniyetlerden kalma birkaç parça kap kacaktan başka bir şey geçmemiş.
Molla bu duruma çok hırslanmış. Bu gece olmazsa yarın gece, yarın gece olmazsa ertesi gece dermiş. Sonunda bulacağım, fakir ölmek istemiyorum dermiş. Zengin ölmeyi çok istermiş.
Kimse zengin ölmenin nasıl bir getirisi olduğunu öğrenememiş. Molla da gerekçesini kimselere anlatmamış. Oturduğu evin kireç badanalı duvarlarını gösterir böyle olur mu dermiş. Bende çok katlı evlerde oturmak istiyorum, benim onlardan ne farkım var? Ben kerpiç evlerde oturayım onlar briket evlerde otursun bu revamı diye söylenir dururmuş.
Lekesiz horoz işe yaramamış. Mollanın hazine ile vuslatını ne kadar da lekesiz olsa sağlayamamış.
Horozun başına ne geldiğini bilmemiş kimse. Sonraları ortadan kaybolmuş. Ne gören ne duyan olmuş.
Molla da ağzını açıp horozla ilgili tek kelime bile etmemiş.
Bu olay yıllarca köyümüzde söylenip durmuş. Dilden dile dolaşmış. Elektriğin olmadığı gaz lambası ile oturulan karanlık gecelerin söylencesi olmuş. Çocuklar bu anlatılarla büyütülmüş.
Molla aramaktan vazgeçmemiş. Hazine bulmaya olan arzusu hiç sönmemiş. Artmış.
Yine lekesiz olmalıymış.
Her şey bembeyaz olmalıymış.
Lekeler ile yâr bulunmaz vuslat edilmezmiş. Bu inançtaymış.
Aradan nice zaman geçti bilinmez ama gün gelmiş bu hülyası gönlünden taşar olmuş.
Evinin dışına bir kulübe yaptırmış. Beyaza boyamış. Dışarıdan bakılınca insanların lekesiz kulübe diyecekleri kadar bir beyazlıktaymış. Çok itina göstermiş.
İçeride yakacağı mangalın da aynı şekilde beyaz olması gerektiğinden onu da beyaza boyamış.
Beyaz ile kırmızıyı buluşturacakmış. Beyaz mangalda kıpkırmızı köz vuslat etmeli, buluşmalıymış. Firkat yakılmalı, hasret sona ermeliymiş. Bundan sonra ancak hazine kendini ele verirmiş.
Bunun için önemli bir şart daha varmış. Tüm bunları yapan kişinin de baştan ayağa beyaz, yani lekesiz olması elzemmiş. Bu nedenle Molla yıllarca beklemiş. Saçına sakalına aklar düştüğünde çok heyecanlanmış “Geliyor gelecek olan demiş…”
Madem yola çıkmış geliyor, saçın sakalın aklaşması buna işaret beklerim demiş.
Yeter ki, zenginlik olsun, yeter ki çok katlı evlerim olsun.
Zaman geçmiş, vakit ermiş Molla’nın saçında ve sakalında tek siyah kalmamış.
Üzerine özel olarak temin ettiği beyaz elbiseleri de giydiğinde artık tamam demiş.
Daha fazla beklemek gerekmez.
Bu defa hazineyi mangalın içindeki ateşte, közde aramaya karar vermiş ve beyaz kulübede mangalı uyandırmış.
Sonra ne mi oldu?
Hazineyi bulamamış ama kendisini mangalın içinde yanarken ve çığlıklar atarken eşi bulmuş. Zor kurtarmış.
Aylarca oturamamış, yüz üstü yatmış.
Molla bu hevesinden hırsından vazgeçmiş mi bilinmiyor ama bir hazine bulamadığı herkesin malumu.
Ustama bunu anlattım.
Büyük bir keyifle dinledi.
Sözümü kestin ama anlattığın hikâyeyi pek beğendim dedi.
Ona göre içinden alınması gereken epeyce ders varmış. Benim anlatmak istediklerime önemli açılımlar getirdin dedi.
Molla hazineyi, gömüyü sevgili haline getirmiş. Ona ulaşmak için her yolu denemiş. Bu uğurda uykusuz kalmış. Senelerin geçmesini sabırla beklemiş…
Lekesizlik vurgusu önemli…
Karalarımızı aka çevirmenin yollarını erenler bize gösteriyor. Karalarımız için pişmanlık duymalıyız. Karalar kararlılıkla temizlenmeli. Başka yolu yok.
Sevgili yanlış yerde arayan bizler, Allah’ı sevgilimizde arama erdemine ulaşmamız için öncelikle şu lekelerimizden kurtulmamız gerek sanırım.
İşe oradan başlamalı!..
http://www.habername.com/yazi-ugur-canbolat-lekeler-ve-sevgiliyi-arayislar-12111.htm