UĞUR CANBOLAT
ÇAĞIMIZ insanının en büyük girdabı yalnızlık!
Söylemesi kolaydır ama yaşaması çetindir.
Zordur.
Kopukluk yaşar insan, aklıyla beyni arasında.
Kalbiyle duyguları arasında.
Kelimeler cümle olabilmek için upuzun yollara çıkmak zorundadırlar.
Karışır bunu yaşayan kişi, bulanır.
Berraklıktan uzak düşer.
Kendinden kopar, ailesinden, toplumdan…
İlmekler tek tek zayıflar ve bırakır.
Ne kendisiyle ne de başkalarıyla verimli bir iletişim sağlayamaz.
Kişi terk edildiğini düşünür.
Dışlandığını hisseder.
Güvensizlik onu çepeçevre sarar.
Değersizlik imtihanı ile yüz yüze gelir.
Umutsuzluklar baş gösterir ve bunun bir neticesi olarak kızgınlık duyguları açığa çıkar.
Öfke burada amansız bir takipçidir.
“Ben sevilmeye layık değilim” hissi gelir insanın yüreğine çöreklenir. Bastırır da bastırır.
Bu ise derde derman olmaz, içinde meydana gelin boşluğu büyüttükçe büyütür.
Burada elbette zorunlu ve tercih edilen yalnızlıklar şeklinde bir tasnife gidilmesi mümkündür ama sonucu çok fazla değiştirmeyebilir.
Asla atlamamız gereken husus ise şudur ki; uzun süren yalnızlıklarda bazı hastalıklar hazırda beklemektedirler. Kaygılar bir yumak halinde gelir ve kişinin başını döndürürler.
Kalbim yalnız derken kişi kalp hastalıkları ile tanışır.
Anksiyetenin devamında ise depresyon kenarda beklemektedir.
Aşırı zayıflık veya aşırı kilo alma yine aynı şekilde kaçınılmaz olarak karşımıza çıkar.
Tüm bunlarla baş edilemediğinde maddeye başvurmak çoğu insan için istenmeyen bir sonuçtur.
Birde şu var ki, sağlıklı çözümler bulamayıp kaçış başlarsa başka yıkıcı haller ortaya çıkıverirler.
Sağlıklı kararların arifesine gelmesi bile kişinin nice zahmetlerin sonrasına denk düşer.
Bu öylesine yakıcı ve incitici bir durum ki, dışarıdan yaptığımız hiçbir tarif anlatmaya kâfi gelmez.
Aynaların dost olmayışıdır diyebiliriz ama yetmez.
Çölde kalmışlıktır şeklinde ifade edebiliriz fakat yine tam bir anlatım olmaz.
Kısacası çağımızın vebası şeklinde adlandırabileceğimiz yalnızlık kültürlere göre farklılıklar arz eder.
Batı yaşlılarını yalnız bırakmıştır. Tek başına ölmektedirler. Cenazelerine tatilde olan evlatları katılmamakta ve ebeveynlerini kimsesizler mezarlığına defnettirmektedirler.
Bu mesele bize bulaşmadı dersek gerçeği görmemiş oluruz. Yaşlı bakımevleri artık bizde de bir seçenektir ve tercih edenler hiç az değildir.
…
“Korona virüs yalnızlığı” şeklinde adlandırabileceğimiz son ayların tüm dünyaya yaşattığı yalnızlık üzerinde de düşünmeliyiz.
Sosyal ve sıcak temas ile beslenen kültürümüze rağmen artık bir “Öksürük yalnızlığı” yaşamaktayız.
Sağlık problemleri yaşayanlara yakın durması ve destek olması ile ünlü kültürümüze rağmen artık zorunlu olarak birbirimizden kaçmak durumundayız.
Cenazelerimizi yalnız defnetmek, taziyelerden mahrum kalmak, bayramlaşamamak ve birlikte alnımızı secdeye koyamamak konusunda ciddi bir sınavdan geçmekteyiz.
Bu hususlarla ilgili manevi kabahat izahları varsa elbette ehli bunları yapabilir ve belki de yapmaktadırlar.
Benim ise burada söylemek istediğim “Öksürük yalnızlığı” üzerinde düşünmemiz.
Eskiden bildiğimiz şuydu: Hapşırma esnasında vücutta birikmiş bazı zararlı toksinlerin dışarıya çıkması ve vücudun rahatlaması söz konusu olduğu için, bu nimete karşılık Allah’a hamd etmek gerekir inancıyla “Elhamdülillah” derdik. Duyan kişi ise “Yerhamukelah” şeklinde cevap verirdi.
“Allah sana rahmet etsin” demek bu. Buna mukabele olarak hapşıran kişi; Yehdina ve yehdikumullah” derdi.
Yani, “Allah bize ve size hidayet versin.”
Hamd ve hidayet dilemeye dayalı bir sosyal hayatımız vardı.
Şimdi ise hem öksüren hem de hapşırandan alabildiğine kaçıyoruz.
İşte bu da “Öksürme ve hapşırma yalnızlığı.”
Yalnızlıklarımıza yeni yalnızlıklar ekledik.
Allah sonumuzu hayırlı eylesin.
Kolaylıkla çıkmak nasip olsun.
Ya Selam!