PİR OL

UĞUR CANBOLAT

KÜÇÜCÜKTÜM.

Köy odamızda dedem ve yaşıtları hemen her gün muhabbeti harlarlardı.

Orası esasen söz meydanıydı.

Muhabbetin durmayan devranıydı.

Söz saygıyla karşılanır, hürmetle baş tacı edilir oradan da gönle buyur edilirdi.

Konuşana hürmetsizlik edilmezdi. Lafa karışılmaz sonuna kadar kemal-i ciddiyetle dinlenilirdi.

Kelam hitama erince sahibi “Ulular meclisi” gibi başköşeye dizilmiş yaşlılardan birine doğru başını esenlikle çevirdiğinde bu ondan bir destek, yorum veya düzeltme talep ettiği anlamına gelirdi.

Eğer herhangi bir katkıyı gerektirmeyecek kadar derli toplu ise aktarılan mesele teşekkür ve destek mahiyetinde ona “Pir ol” denirdi.

En çok da dedem kullanırdı bunu.

Bir nevi niyaz idi, duaydı.

KELİMELER henüz zihnimde bir imaj oluşturmuyordu.

Elbette onların ahenkle meydanda dönmesine dikkat kesiliyordum. İnsanların üzerinde meydana getirdiği etkiyi az da olsa fark etmeye çalışıyordum ama künhüne vakıf olmak zaman gerektiriyordu.

Yalnız kalıp dedemle kendi tenhamızda muhabbetin çerağını tutuşturduğumuz o cesur ve şımarık halimle bir şeyler sorar veya anlatırdım.

Dikkatle sonuna kadar dinler kapalı kalan, merak ettiği bir husus varsa minik sorularla açmaya çalışırdı.

Heyecanla aktardığım konuda tamamlanacak bir husus görmediği vakit aynı şekilde bana da hiç esirgemeden “Pir ol imanım” derdi.

Tam olarak ne mânâya geldiğini çözemesem bile bunun bir nevi “Aferin” olduğunu düşünüp memnun olur sevinirdim.

KONU burada kalmadı tabi.

Gurbet eline geldiğimiz vakit Küçükçekmece’de bir kursa yazdırılmıştım.

Yine küçüktüm.

İlkokulu yeni bitirmiş ağzı neredeyse hâlâ süt kokan bir çocuktum.

Caminin bahçe kapısı çıkışında üç tekerlekli kapalı tezgâhında, tespih, takke, misvak, mendil ve yüzük gibi malzemeler satan pir-i fâni bir dede vardı.

Muhabbetliydi.

Söz ehli kâmil bir insandı.

Tezgâhta sattıklarının müşterisi az olsa da sözüne alıcı çoktu.

Her daim başı kalabalıktı.

Beli bükülmüş, uzun beyaz sakallı, nur yüzlü bu dedenin gözlerinin güleçliğinin gönlünden geldiği gün gibi aşikârdı.

Kimseyi horlamaz, zaman zaman edep sınırlarını aşan ve taşan tutumları bile toleransla karşılar, sohbetin közünü karıştırdıkça karıştırarak buradan nice gönülleri ısıtıp ışıtırdı.

Ona düşkün oluşumun sebebini hiç bilemedim.

Anlattıkları yaş sınırımı aşan mevzular olmasına rağmen tutkuyla dinlerdim.

Belki de en küçük söz müşterisi bendim.

Adını hatırlamadığım ama tavırlarını da hiç unutmadığım bu gönlü güzel ihtiyar aynen dedem gibi onaylayacağı bir cümle ile karşılaştığında “Pir ol” diyordu.

Muhatapları da ona “Eyvallah dedem” diyorlardı.

KIRK DÖRT sene önce yaşanan bu olay geçen ay “Dârusselâm” camisini ziyaret ettiğimde yüreğimde yeniden güncellenerek ön sıraya geçti.

Anlıyorum ki merhum dedemin kullandığı o onay ve niyaz cümlesini duymuş olmak beni ona yakınlaştırmış.

Belki de zihnimde dedemle aynîleştirmişti. Her teneffüste dizi dibine koşmam bundandı.

HORASAN sûfîleri ve özellikle Nîşâbur melâmetîleri tarafından ilk defa kullanılmaya başlayan bu Farsça niyaz tasavvufta mürşid, velî, şeyh, talibe rehberlik eden ile eş anlamlı olarak kullanılsa da dedem muhtemelen yaptığın işi en iyi, en düzgün, en güzel şekilde, ustalıkla ve hakkını vererek yapasın anlamında kullanıyordu.

Son zamanlarda gündemde olan ve çokça kullanılan “Piro” ve “Pirom” yine bu anlamı barındırıyor. Yani işin ehli, o işin piri, önde olanı, kurucusu, lideri, ustası, üstadı demek isteniyor.

Ne diyelim?

İnşallah yaptığı işin hakkını veren, mevcut tüm imkânları sonuna kadar kullanarak en güzelini açığa çıkaran gayret ehlinden olalım hepimiz.

Pir olasınız erenler!

Ya Selâm.

10.06.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/pir-ol/766552

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir