TAKLİTÇİ SENDROMU

UĞUR CANBOLAT

UZUNCA beklemişlerdi ama Allah onlara yuvalarının muhabbetini arttıracak bir evlat ihsan etmemişti.

Yıllar bu umutla geçmişti. Başvurmadıkları yöntem neredeyse kalmamıştı.

Şöhretini duydukları her hekime gitmişler, önerilen her hususu da dikkatle yerine getirmişlerdi.

Ama ne hayırlı bir haber ne de yüz güldürücü bir netice alabilmişlerdi.

İnançlardı insanlardı. Tevekküle bürünüp takdir böyle demek ki diyerek rıza ikliminde hayat yürüyüşlerine devam etmişlerdi.

YILLAR üst üste devrildi.

Nice acılar birbirini kaptan kaba boşalırcasına tekrar ederek gitti.

Yaşları da hayli ilerlemişlerdi. Artık sükûnet zamanlarıydı.

Dinginliğin ve yaşanmışlıkların enginliği içinde bilgece bir yaşamın parçası olmuşlardı.

Hiç beklemedikleri ve umudu kesmiş oldukları hatta önceki zamanları unuttukları bir vakitte şaşırtan haberi hanımından almıştı adam. Konuya komşuya hediyeler çıkardılar.

Muştulandılar. Sevindiler. Şükürler ettiler.

VAKİT doldu, misafir geldi.

Heyecanları zirve yaptı, elleri ayaklarına dolandı. Yürekleri sevinçle donandı.

Tazelendiler, yeniden hayat buldular, can suyuna erdiler. Çocuk gözünü açınca onun gözünde kendilerini gördüler. Çok ihtimam gösterdiler. Hiçbir şeyini eksik etmediler. Şımarttılar.

ÇOCUK nasıl da sevimliydi.

Annesi ve babasının yaptığı her hareketi aynıyla yapıyor, mimiklerini bile tekrar ediyordu.

Onlar da neşeyi arttırmak ve coşkuyu alevlendirmek için türlü hallere giriyorlardı.

Evleri bir nevi çocuk tiyatrosuna dönmüştü. Birer adanmış anne baba olmuşlardı ilerlemiş yaşlarına rağmen. Ve bundan çok memnunlardı.

DEVRAN döndü, günler ardı ardınca devrildi gitti.

Serpilen çocuk tam bir mukallit olmuştu. Kim ne derse aynı sesi çıkarıyor, kim nasıl bir harekette bulunursa birebir tekrarlıyordu. Bu tarzı çevrede onu sevimli bir maskot hâline getirmişti.

Sırf bu sebeple akşamları evlerine misafirliğe geliyorlar ve herkes farklı bir role giriyor çocuk ise her zamanki gibi aynıyla gösterileni yapıyordu.

Ergenlik vakti geldi ve geçti.

Yetişkinlik kapıdan içeri girdi, sorumluluklar omuzlara yüklendi ama bu durum hiç değişmedi.

KÜÇÜK bir kasabada yaşanan bu kişi geçim sıkıntıları sebebiyle büyük şehre taşındı. Kimseler onu tanımıyordu o da aynı şekilde başkalarını bilmiyordu. Hayat zorluydu. Bir işin ucundan tutmak eve ekmek getirmek gerekiyordu. İnişi çıkışı bol bir hayat yaşadı.

Tutunmaya mecburdu, kasabasına dönemezdi. Onu türlü hâl ve kılıkta görmeye başlamışlardı komşuları. Bir dönem saçlarını uzatıyor, alt dudak altında küçük bir tüy birikintisi bırakıyor, dar pantolon ve sivri uçlu ayakkabılar giriyor, gömlek ön düğmelerini göğsünün yarısına kadar açıyor ve kocaman demir kolyesini göstermek istercesine kasıla kasıla yürüyordu.

Bir dönem saçlarını ustura ile kazıtıyor, sakalını uzattıkça uzatıyor, başına sarık sarıyor, bol bir şalvar ile sırtına cübbe giymeye başlıyordu. Bir başka zaman sakalı kestirmiş, hilal bıyık yapmış, beyaz gömleğini dirseklere kadar sıvamış olarak elinde salladığı tespihle görülebiliyordu. Bu tarzında da karar kılamıyor bir başka vakitte tam bir hippi kılığına bürünüyor, kirli saçları, kulaklarını delip taktığı küpeler ve kolunda renk renk döğmelerle arz-ı endam ediyordu.

Ne yaparsa yapsın başaramadığını, tutunamadığını düşündüğünden keder kuyusuna düşüyor ve oradan çıkamıyordu. Merhameti bol bir komşusu zorla kendisini ikna ederek hekime götürmeyi başarmıştı. Doktor çocukluğundan itibaren tüm evreleri en ince ayrıntısına kadar dinledikten sonra kendisine “Taklitçi Sendromu”na yakalandığı teşhisi koydu.

TANIMLANMIŞ böyle bir sendrom var mı bilmiyorum ama durumu açıklıyordu.

Hiç kendisi olamamıştı. Sürekli başkalarını yaşamıştı.

Gördüğünü aynen kopyalıyor, kendisini o role adapte ediyor ve bu şekilde girdiği ortamlarda onlar gibi yaparak yer tutup onaylanmaya çalışıyordu ama olmuyordu bir türlü.

Sanki yıllarca başkalarını boynuna takarak yaşamış, kendisini gerçekleştirmeye fırsat bulamamıştı.

Muhakkik olamamış mukallitliği benimsemişti.

Tahkik ehli olamadığından taklit ehli olarak hayatın kıyısına savrulup durmuştu.

Hâl taklidi yapıyor olmuyordu. Giyim kuşam taklidi yapıyor olmuyordu. Ses ve söz taklidi, kavram taklidi yapıyor ama yine olmuyordu.

Ben kendisini yaşlılık demlerinde tanımıştım. Muhabbeti iyiydi. Bizi tanıştıran arkadaş beni ismimle takdim edince kendisi hemen atılmış ve “Ben taklitçi” demişti.

Anlayamamıştım tabi.

Yukarıda anlattığım hikâyesini dinleyince taşlar yerine oturmuştu bir nebze ama şunu da düşünmeden edemedim.

Hangimiz taklitçi değiliz ya da kaçımız fıtratımıza konulan özellikleri açığa çıkararak kendimizi gerçekleştirebildik ki! Başkalarına öykünmeden kendimiz olarak yaşayabildik!

Ya Selâm.

12.06.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/taklitci-sendromu/766900

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir