RAHAT NEFES ALMAYA NEFESİM YETMEDİ

UĞUR CANBOLAT

HASTALIĞI bol bir ailede gözlerini dünyaya açmıştı.

Neredeyse ailedeki herkesin kronik bir rahatsızlığı vardı.

Sanki tüm dertler, tasalar konuşup anlaşarak bir karara varmışlar ve bunu ailesinin üzerinde uygulamaya koymuş gibiydiler.

Bu yoğun hastalık mücadelesinin içinde olan haneye doğan çocuk ailenin neşesi olmuştu ama çocuğa aile neşe ve sevinç adına sunacak en küçük bir şeye bile sahip değildi.

Öyle böyle büyüdü bir şekilde.

Komşuların desteği ile ayakta kalmaya çalıştılar ama elden gelen öğün ile ne zaman karın doymuş ki…

Günlerce aç kaldıkları zaman o kadar çok olmuştu ki, sorsan nefesinin açlık kokan zamanlarını değil tok olduğu sayılı vakitleri anlatabilirdi ancak.

Yolu ergenliğe vardıktan sonra tüm sorumluluk onun omuzlarına binmişti.

Yüksünmedi. Mesuliyet almaktan kaçmadı.

Şikâyeti olsa bile kulluk gereğince bunu yüksek sesle bırakın birilerine söylemeyi fısıltıyla bile kimsenin kulağına emanet etmedi.

Problemleri hikâye etmenin şikâyet etmek olduğunu düşündü. O, şekvâsız bir kul olmayı diledi.

Tavrını yakınmaktan yana değil şükürden tarafa kullandı.

İradesini bu istikamette biledi.

EVLENMEDİ.

Mücerret kalmayı tercih etti. Hayatın kendi omuzlarına bıraktığı ağırlıkları başkalarının da taşımasına yüreği elvermedi. Zulüm olur bu diye düşünüyordu zira.

Oysa bir bölüşeni olsaydı dertlerinin belki kısmen bile olsa ferahlayabilir, az da olsa nefes alabilirdi.

Tercih etmedi bunu. Edemedi.

Belki de bir kadına bu şartlarda gel demeye utandı.

Kim bilir bu yönde düşünseydi kendisine omuz veren bir hatunu olurdu.

Biri birilerine yoldaş ve nefes olurlardı.

GÜN akşama kavuştu, akşam geceye döndü ve geceler kendini sabaha ilikledi durdu.

Onun hayatı ise aynıydı. Yeknesaktı.

Rutini bol, yeniliği neredeyse hiç olmayan bir hayatı nasırlaşmış ve titreyen elleriyle tutmaya ve ayağa kaldırmaya çalıştı durdu.

Yaşı da ilerledi doğal olarak. Saç ve sakallarına beyazlar misafir oldu.

Dizlerindeki sızılar zaman zaman tökezleterek kendisini ona tanıttı.

Bir gözlük dahi edinemediğinden geleni gideni seçebilmek için sürekli gözlerini kıstı. Zamanla gözlerinin etrafında çok belirgin halkalar oluştu. O kadar ki, çocuklar onu “Gözü halkalı dede” diye çağırmaya başlamışlardı.

YAŞADIKLARI ona hiç yabancı değildi.

Gelmiş olanın geleceğini öteden beri bildiğinden hiç şaşırmadı.

Metanet ve olgunlukla karşıladı.

Değiştiremeyeceği şeyler için üzülmeyi çoktan bıraktığından duygu dünyasında bir farklılaşma yaşamadı. Olanı, olduğu gibi kabul etmişti kısacası.

YEREL bir televizyon kanalı yörenin güngörmüş yaşlılarıyla “Geçmiş Günler” adıyla bir program yapıyordu. Her nasıl olduysa kendisinden haberdar olmuşlar, ahbapları yoluyla bu programa çıkması için ikna edilmesini sağlamışlardı.

Geldiler.

Programın akışı içinde kullanılmak üzere farklı görüntü detayları aldıktan sonra uygun gördükleri bir köşeye oturup kayıt yapmaya başladılar.

Kendilerine aktarılan yukarıda anlattığım bilgilerden hareket ederek soracakları sorularla iyi bir program çıkacağını ve çok izleneceğini umuyorlardı.

Sunucu kameranın arka tarafında yaşlı adamın tam karşısına oturarak teşekkür faslını gerçekleştirip ilk sorusunu sordu.

“Nasılsınız efendim?”

Yüzünü yerden hiç kaldırmadan “Nasıl olayım kızım, rahat nefes almaya nefesim yetmedi” dedi.

Ortaya sessiz bir bomba düşmüş gibi oldu.

Yapımcı televizyonculuk hayatında ilk kez tek sorulu ve tek cevaplı bir program yapmıştı.

O cevaptan sonra ikinci bir soru soramaya mecal bulamamışlardı.

Hepimizin yaşamı benzer nice sorularla ve sorunlarla örülü değil mi esasen?

Mesele şu ki, biz şikâyet ehli miyiz, şükür ehli mi?

Ya Selâm!

23.08.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/rahat-nefes-almaya-nefesim-yetmedi/784590

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir