Şair Şiiri Kadar, Şiir de Şairi Kadar Vardır

Uzun zamandır takibimdeydi. Sessizce izliyordum kendisini. Duruşu, söz söyleme biçimi, estetik tavrı ve hayatı kavrayışı dikkat çekiciydi. Elbette bir o kadar da bunları edebi ürünlerine nasıl yansıttığı önemliydi. Sorularımız bunları mümkün olduğu kadar açığa çıkarmaya yönelik oldu. Aldığımız cevaplar bu düşüncemizin esaslı bir ispatı oldu. Çok yönlü bir kalem işçisi olan şair, hikâyeci ve tiyatro yazarı İnci Okumuş henüz okunmamışsa bu açık acilen telafi edilmelidir.

Çağın hâdiselerine şiirle bağ kurmak isteyenler bundan kaçmamalıdır.

UĞUR CANBOLAT

___

Şiiri diğer edebi metinlerden ayıran temel özellik nedir?

-Şiir bir iksirdir, sızar, içe işler, harekete geçirir. Heyecan ve hayranlık uyandıracak şekilde estetik ifade eder. Sözünü özneye söyler. Diğer edebi metinlerse çağırır, sorgular, bekletir, dışa yolculuk ettirir. Edebi metinlerin geneli sözünü kitleye söyler. Bu yönüyle şiir, yağmur damlalarının toprağa sızdığı gibi içe sızar. Şuuru ve kalbi teyakkuzda tutar. Düzensizliğin düzenini bozdurur, eylemsizliğe itiraz eder yahut itiraz etmeye ikna eder.  Ve bize başka başka disiplinlerin sahip olduğu zenginliklerin hemen hepsini tek bir merkez üzerinde bir imkân olarak sunar.

Şiir sesinden bahsedebilir miyiz?

-Her şeyin kendine has bir sesi ve seslenişi elbette vardır. Şiir sesi de vardır ve kulaklarda bir enstrüman bırakır. Peki, ses niçin vardır? Evvela bilinmek, bulunmak ve fark edilmek için olsa gerek… Şiirde de bu böyledir. Nasıl ki bir çıtırtıyı duymak için sessizleşirsiniz, şiir sesini duymak için de bir çaba harcarsınız.

Ses, şiirde kendi varlığını ahenk üzerinden gösterir. Bir şiirde ahenk varsa şiir sesinden söz edebiliriz. Şiiri düz yazıdan ayıran en büyük özellik ahenge bürünmüş olan ses ve ritimdir. Şiirde ses şiirin kimlik ibrazıdır. Hemen ilk başta kendini ispat etmesidir. Ses varsa şiir de vardır diyebiliriz. Demek istiyorum ki, ipekböceğinin kozasını örmesi için dutluk lazımdır.  Olmadığı yerde hakiki ipeğin varlığından söz edilemez. Şiirin şiir olabilmesi için de evvela şiir sesi lazımdır. Yoksa sentetik bir şeydir o. Sesi olmayan şiir konuşamaz, sesi olmayan şiirin söyleyeceği hiçbir şey yoktur. Sesi olmayan şiir dilsizdir.

Şiirin sesini evvela şair mi duyar?

-Evet dersek büyük iddia olur hayır dersek hakkı teslim etmemiş oluruz.

Bana göre şiirin sesi onu duyabilen herkes için vardır. Şaire ‘’evvela’’ duyabilen önceliği kazandıran şey; Şairi şair yapan yeteneklerinin yanında bir de şiire adeta dil veren şiir sesini duyabilecek hasletleri bulup kullanabilmesidir. Ya da belki de her şey biz şairlerin şiir sesini duyabileceği yollarda yürüyor olmasıyla ilgilidir. Şiir sesini evvela duyabilmek şair önceliğinde bir kazanımdır evet ama evvel duyabilme kabiliyeti şair için sonsuza dek verilmiş bir lütuf değildir. Bu yeteneğinin üzerine bir şeyler koyabildiği sürece var olabilecektir. O hâkimiyeti kazandıktan sonra şiir sesi şair için artık seyislerinin hükmünde olan atlar gibidir.

Şairin duyduğu bu ses şiir severlere nasıl ulaşır?

-Şairin duyduğu bu ses, yalnızca şiir severlere değil bir miras olarak nesillere ulaşmalıdır. Çünkü bizler bu manada evvel mirasın nesliyiz. Gönül medeniyeti içinde Yunus’un sesi bize nasıl ulaşmışsa, Itrî’nin sesi bize nasıl ulaşmışsa öyle ulaşacaktır. Konuya bir de metodolojik yönden bakarsak; şiir severlerin yalnızca kulaklarıyla değil gönülleriyle de duyabileceği yöntemlerle ulaştırılmalıdır. Bu biraz da şairin bu sesi nasıl duyurmak istediğine bağlıdır. Ya duyduğunuz gibi ulaşacaktır ya da duyurmak istediğiniz gibi… Benim tercihim şiir severin gözüne, gönlüne, ruhuna bir şeyler söyleyerek ulaşması yönündedir. Şiir severin önceliği ise çoğunlukla duymak istediği yöne tercihlidir. Şiir severlerin okumaktan bıkmadığı şiir, şairin duyduğu bu sesin şiir severlere ulaşmış olduğunun bir müjdesi olarak düşünülebilir.

Size göre şiirin kaynağı neresidir, gönül mü, beyin mi?

-Gönül’süz şiiri beyin kabul etmez. Beynin ölçeklemediği şiir gönüle işlemez. Biri eksik olsa çekilir kaynak.

Şair şiirinde size göre hissi mi, biçimi mi öne çıkarmalıdır?

-His, sezgisel bir şey. Biçim ise somut. . . Şiirler biçime odaklanmamalı. Post modern şiirde his arka plandadır. Modernist şiirde his bilinç akışına kurban gider. Açıkçası ben hissiz şiirden hazzetmem. Çünkü hissiz şiir bir bakıma düz yazıya dönen şiir gibi oluyor bu da dilsiz evlat gibi şiir dilince hiç kimseye hiçbir şey söyleyemiyor. Şiirin ne söylemek istediği iç evreniyle ilgilidir. His burada elzemdir. Biçimsel yanı ise ilk görünen yüzü. Hislerini aynı zamanda mimari bir etki gözeterek biçimsel olarak kullanmayı başarabilen şairlere gelince ciddi şairlerdir ki bunun şairin içten yansıyan güzelliğin biçime olan etkisi diyebiliriz.

Şiir için şairin yaşadığı çağın tanığı diyebilir miyiz?

-Sorunuza, arada kendi kendime sormuş olduğum bir soruyla cevap vererek başlayayım… Şairler neden var? Çünkü bir toplumda halkı düşünen, güven sağlayan, toplumun yalnızca menfaatine değil, ruhuna, kalbine, idrakine, şuuruna, vicdanına, sevincine, hasretine, acılarına hitap eden ve hatta hitap etmekle kalmayıp bütün bunları dert edinen büyük çağ adamlarına ihtiyaç var. En çok da doğruyu korkusuzca ve dosdoğru söyleyenlere ihtiyaç var. Onlar şairlerdir. Yaşadıkları çağın handikaplarını şiirlere emanet ederler. Şiirlerini çağın şahidi yaparlar. Fakat tanık olmak tarafsızlık ister. ‘’Şiir için şairin yaşadığı çağın tanığı’’ diyebilmemiz içinse şiirin tarafsız olması gerekir. Merhum Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiiri çağa şahittir ve fakat çağın tanıklığında tarafsız değildir. Şairin yaşadığı çağa tanıklıktan ziyade şaire taraf olarak vardır. Çağın hadiselerini şiire işlemek bağ kurmaktır. O halde şiiri tanık yapmaktan çok bağ kurucu yapacaktır bana göre.

Şiir uysal mıdır, devrimci midir?

-Şiir devrimci değildir fakat ilkeli devrime ilham verendir… Çünkü devrim de şiire ihtiyaç duyar. Devrimciliğin tabiatında çoğunlukla daraltıp, baskılama ve tek tipleştirerek hedefe ulaşma güdüsü vardır ve besin kaynağı ideolojidir. Şiir ise bunların çok ötesinde açan, özgürleştiren, çoğaltan yanıyla başlı başına bir atılım ve keşif sağlar. Bu yönüyle ilkeli devrimin, şiiri sevmeye olan ihtiyacı muhakkaktır. Zaten şiirden geçmeyen devrim yerine oturmaz. Çünkü şairin şiirle yahut edebiyatla ilişkisi içinde kültürel ve sanatsal olarak estetik zevki yükseltmesine devrimin hayati manada ihtiyacı vardır. Kalıcı devrimlerin gücü şiirden, edebiyattan yararlanmayı bilenlerce var olmuştur.

Şiirde son dönemlerde birçok deneyim var. Şiire bir yenilik getirmek amacıyla şiiri devrimci alana çekmeye çalışan arayışlar var. Bunun yanında şiiri kendi yatağında kısır gelenek döngüsünde şiiri uysal bir at gibi yanlarında tutmaya çalışan gayretler de…  Şiir bu açılardan bakıldığında ne uysaldır ne de devrimci. Bir ad koymak gerekirse, şiir marjinal bir derviştir.

Şiirlerin önce dergilerde yayınlanması ve şairin tartıya evvela burada çıkmasına nasıl bakıyorsunuz?

-Yayın dünyasında şairin mecrasını bulması gerekiyor. Şiirlerin bir dergide yer alması bu açıdan elzem olandır. Fakat hedefte yalnızca bir görünürlük kaygısı taşımamak kaydı şartıyla… Bir de şu boyutu var.

Edebiyat dergileri evet bir okuldur. Fakat yayınlanan her dergi bir okul mudur? Yahut da nasıl bir dergi olmalı ki bir mektep hususiyeti taşısın?

Birincisi dergi seçiciliğidir. Diğer husus da şiirlerin kabul görmüş bir edebiyat dergisinde yayınlanmasıdır. Bu da bir cevherin mihenk taşında teste tabi tutulması gibidir.

Maden sınanır, ayarı belirlenir. Müellifin de edebi madeni, kalemi üzerinden bir mihenk taşı olma özelliğindeki dergi vasıtasıyla belirleyici olacağından şairin kabul görmüşlüğünü sağlayacaktır. Ayrıca bir dergi, yazma kabiliyetindekilere özgüven sahası oluşturacak, heyecanını taze tutacak, onu daha iyiyi yazmaya teşvik edecektir.

Şiir yazan gençler genel olarak şiirlerini bir dergiye gönderirler ve o dergi eğer alanında ciddi bir teşvik dergisiyse derginin editörü gönderilen şiirlere bakar, cevher gördüğü şiire rastladığında o şiire dair bir değerlendirme metni yazar ve muhatabına gönderirdi. Şairin tartıya buradan çıkması ise ancak doğru tartı bulduğu sürece uygundur. Tartı doğru değilse şair olduğundan daha hafif ya da daha hantal görüleceğinden azmini ve hevesini kaybetmemesi için muhatap alacağı dergiyi de iyi tayin etmesi gerekir.  Ben bir dergi editörüyle değil, üstat bir Şairin bizzat muhataplığında bunu kotarmış birisiyim.

Şiir bir mesaj kaygısı taşımalı mı?

-Mesaj şiir için bir kaygı unsuru olmamalıdır. ‘’Mesaj’’ dediğimizde şiirin gitmek istediği yerden çok götürmek istediği yerden bahsetmiş oluruz. Şiirde mesaj bir propaganda aracı olmamalıdır. Mesaj şiirin her şeyi değildir zira. Belki nesirdeyken tek başına kıymetlidir ama mesela şiir için böyle düşünmüyorum. Şiir bir mesaj kaygısı taşımalı mı? sorusunun cevabını bir şeklide verebiliriz. Benim önceliğim, mesajın şiir kaygısı taşıması bahsindedir.

Mesaj geniş bir kavram çünkü. Yerine göre slogan da bir mesajdır. Peki, slogan bir şiir midir? Elbette hayır. Bu sebeple mesaj şiirde mana ve anlam taşıyıcısıdır. Bu da bir şiiri tek başına güçlendirebilir, zayıflatabilir ve hatta eritebilir de. Elçiye zeval olmaz kabilinden.  Mesaj şiirin bütününde imgesel dil ve estetik unsurlara sahip anlam taşıyıcılığı yapan bir elçidir. Ancak şiire estetik olarak dâhil edilmiş olan anlam bir şeyler söyleyebilecektir. Bazı şeyler edebiyat alanında şairin/ şiir severin şiirle- edebiyatla olan ilişkisini krize sokuyor. Bu da onlardan biri.

Siz şiir yarışmalarında jüri görevi de yapıyorsunuz. Burada seçim kriterleri nasıl oluşuyor?

-Her yarışmanın bir şartnamesi hazır oluyor. O şartnamede değerlendirme kriterleri ve puanlama oranları bir cetvel şeklinde evvelce belirlenmiş oluyor. Bu jüri üyelerine sunuluyor. Şiir yarışmaları iki kategoride olabiliyor. Biri şiir yazma yarışması diğeri şiir okuma yarışması şeklinde. Bu kategoriler kendi içlerinde değerlendirme kriteri bakımından farklılık gösterebiliyor.

Siz bir şair olarak hikâye de yazıyorsunuz. Bu tercih neye göre şekilleniyor?

-Siz böyle sorunca, ‘doğup büyüdüğüm Maraş’ın kültürel bir mektep olma özelliği içinde çocukluk çağlarımda büyüklerimden dinlediğim çokça hikâyelerin hayal dünyamda benim sınırlarımı zorlamış olabileceğini düşündüm. Zaten yazma iddiasında bulunan kişinin olmazsa olmazı mutlaka vardır. Bunu derken kalemine merkez aldığı bir noktadan bahsediyorum. Eserini başkaları için bir anahtar haline getirecek olan şey yazarın, şairin tabiatı ve onu temsil eden şahsi dilidir. Bu dili ete kemiğe büründürürken, ne yapmış olduğunu bilen biri için bu bir tercih değil doğal akışta gelişen bir yöneliştir.

Bu anlamda benim ilk yazı serüvenimde şiir kadar hikâye de olmuştur. Tabi kalemime merkez olarak şiiri seçmişsem de hikâye yazma bahsi benim için bir tercihten ötedir. Bazı bildiklerim yahut arayışlarım bana hikâye olmak istediğini fısıldadığı için hikâye yazmışımdır. Hikâye de bir kostüm gibi. Hangi zamanda, nerede, kimin üzerinde ve nasıl durması gerektiğine dair sizi karar merkezi yapıyor.  Ayrıca ben bazı bildiklerimi hikâye ile yazıp, ne yapmış olduğumu bilmek isterken böylece bir çözüm bulmuş oluyorum. Bir kuşun sesini notaya dökerek şarkılaştıran müzisyen gibi, kanatlarının rengini heyecanla tuale aktaran ressam gibi yahut çırpınışlarını kalbinin atışına yoldaş eden şair gibi ben de bazı duyduklarımı hikâye ile anlatmak istemişimdir. Hoş… Bazı hikâyelerin şiirleri, bazı şiirlerin de hikâyeleri vardır.

Tiyatro eseri de yazdınız…

-Aslında kaleminin merkezinde şiir olan bir yazar için birden fazla türlerde yazmak bir handikaptır. Edebiyatımızda bunun örnekleri elbette var. Eskiye nazaran şimdilerde bu durum daha da fazla. Farklı türlerde yazmak deyince hatırıma hep Yahya Kemal gelir. Diyelim bir şair, şiirleri yanında düz yazı da yazıyorsa Yahya Kemal onun yalnızca düz yazılarını övermiş! Yahya Kemal görse ne derdi diye gülümsediğim olmuştur. Eliot rüzgârından pay alırsam kendime, tiyatro içinde yaşamayan insana şiir yazdırmamak lazım diyebilirim. Tür olarak şiir yanında tiyatro yazdım, hikâye yazdım. Başka türlerde yazmış olmam, kaynağın bir mecra değiştirmesi yahut yeni mecra arayışından değil, havzasında gür akan farklı kaynaklar olarak akma lüzumundan doğmuştur.

Yazdığım tiyatro eserine gelince, öğrencilik yıllarımda bir süre tiyatro ile yakından alakadar olmuştum.

Bir tiyatro ne ister az çok biliyordum. Hatta yazdığım ilk kısa tiyatro ile ödül almıştım. Bu bir teşvik olsa da yıllarca bir daha yönelmemiştim. Ta ki İstiklâl’in 100.yılında Cumhurbaşkanlığı himayelerinde sahnelenmek üzere iki ayrı konuda tiyatro eseri yazma teklifi alana dek… Tabi bu teklif sadece bana değil bir kısım yazar çevresine de duyurulmuştu. Yazacağım tiyatro eserinin dönemselliği olduğu için, tarihi detay bilgiler gerektirdiği için yaşayan veya kitabi bilgiler içinde yer alan birçok kaynağa ulaşarak ve elbette tiyatro eseri incelikleri içinde kalarak kısa sürede iki çalışma hazırlayıp sunmuştum. Her iki çalışma da uygun görülerek profesyonel oyuncu kadrosu tarafından sahnelenerek seyirciyle buluşturulmuş oldu.

Tiyatronuzun sahnelenmesi sonrasında nasıl bir duygu yaşadınız?

-İlkin duygusal bir gerginlik yaşadım. Bunu zaman zaman şiir kürsülerimde de yaşamışımdır. Mesela şiirlerimi paylaşırken veya bir kürsüde okurken sanki bir evladımı beni izleyen bütün herkese emanet ediyormuşum hissine kapılırım. Neden bilmem bir ulu ortalık tedirginliği yaşarım. Tiyatromun sahnelenmesinde yaşadığım gerginliğin sebebinde de bence bu vardı.

Sonraları, sahnelenen oyun ilerledikçe yaşadığım duygusal gerginlik yerini sanki üçüncü bir göz gibi konuyu işleyiş tarzıma, estetik algıma ve bendeki sanatın ne’liğine niceliğine, kendi birikimime, kelime dağarcığıma, yazdıklarımın karakterler üzerinde hayat bulmasına dek bir dolu iç yolculuğa çıkardı. Ama sahnelenen tiyatroyu izlerken başlangıçtan sonuna kadar her aşamada benimle var olan tek bir duygu vardı o da heyecan duygusu ve hiç gitmedi. Kendimi ayakta alkışlamak istediğim anlar da oldu. Oturup düşündüğüm anlar da…

“Kahramansın Sen “adlı kısa bir filminiz çekilip seyirciyle buluşmuş. Konu neydi?

-Kurtuluş Savaşı döneminde Kahramanmaraş’ımızın İstiklal Mücadelesini konu ediniyor bu kısa film… Maraş’ta Kurtuluş Mücadelesinde yaşanan mühim birkaç hadiseyi çıkış noktası alarak, özellikle tarihe mâl olmuş ‘’Bayrak Olayı’’ hadisesi üzerinden özelde işgal altındaki Maraş şehrini, bir bütün olarak İstiklal Mücadelesinde Anadolu’da yanan bir Kurtuluş meşalesi olarak Maraş’ın öncülüğünü kahramanlık destanını bir senaryo içinde anlatıyor. Bu çalışma aynı zamanda ilk olmasına rağmen profesyonel düzeyde kabul almış olan ilk senaryom olarak beni heyecanlandırmıştır. Bu film de Cumhurbaşkanlığı himayelerinde çekilerek seyirciyle buluşturulmuş olan bir kısa filmdir.

Şiir özgünlüğünü nereden nasıl alır?

-Şiirin özgünlüğü şairin parmak izi gibidir. Şaire hastır. Dolayısıyla şairin kendisinden alır. Biraz beylik bir cümle olacak ama izahı kuvvetlendirsin diye söylemek isterim: Bir bakıma şair şiiri kadar, şiir de şairi kadar vardır diyebiliriz. Şiir özgünlük kazanmışsa eğer, şairin ismini görmediğimiz halde şiir kime ait olduğunu fısıldayacaktır kulaklarımıza…

Özgünlük dediğimiz şey; şairin duyuş, düşünüş, hissediş, algılayış seviyesi, ahenk unsurları, tarzı, estetik dünyası, kültür birikimi ve donanımı, söze ve kelimelere hâkimiyeti, söz dağarcığı gibi hülasa daha birçok hasleti üzerinden kendini belli ettiğinde şiir kendiliğinden ben falanın şiiriyim diyecektir.

Neden lirik şiirlerin şairi olarak anılıyorsunuz?

-Kabına sığmayan bir gönülcüğüm var, yenilip duruyorum ona. Belki ondan. Kelimelerim çoğunlukla ona hizmet ediyor olmalı. Yoksa bendenizin bir kastı yoktur muhterem.

İmge şiirin nesi olur?

-Şiirin bir yönden sırdaşı olur imge. Solan bir çiçeğin kokusunu getirebilir misiniz? Sırdaşınız imgeyse evet, getirebilirsiniz. Çünkü şiir imgesel bir yaşantıdır. Bir hayal üzerine değil düşünsel bir temelden beslenir imge. Çağırmayı bilirseniz gelmeyi de bilir. Bir sırdaş olarak…

Hayatın da bir şiiri var mıdır ve şiirini kaybeden hayat yaşanmaya değer mi?

-Değil midir ki şiirin kendisi hayattır… Hayatın şiiriyse; varlığın hapsedildiği dilin dışına çıkarak özgürleşmek istediği alandadır.  Şiirini kaybeden hayat belki fiziken varsa da ben yaşadığına delil bulamam. Bence hayat şiir olduğunda yaşanmaya değer.

Şiirin medeniyetimizle ilişkisi ve etkisi konusunda ne düşünüyorsunuz?

-Medeniyet değişince her şey değişir. Şiir de bizdeki değişimde nasibini almıştır. Ve fakat şiir bütün zamanlarda özgürlük ve medeniyet uğruna verilen en büyük kavgadır.

Son olarak aşk şiirin nesi olur?

-Şiirin ana rahmidir aşk…

İNCİ OKUMUŞ KİMDİR?

1971 Yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarından itibaren sanat ve edebiyat alanlarına yönlendi. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden doktora derecesiyle mezun oldu. KSÜ Eğitim Fakültesi Pedagoji Bölümünü tamamlayarak eğitim hayatına katıldı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde masal anlatıcılığı eğitici eğitimi, Bahçeşehir Üniversitesi’nde Editörlük eğitimleri aldı. Çeşitli Edebiyat Akademilerinde ve KSÜ Eğitim Fakültesi’nde Şiir Sanatı üzerine dersler verdi.  Kumrum Yayınevi’ni (2013) ve Hatipzade Yayınlarını (2022) kurdu.

İlk şiiri 1990 yılında Kültür Bakanlığı’nın Gençliğin Sesi dergisinde yayımlandı. TRT GAP Radyosuna edebi metinler hazırladı. Dolunay Şiir Şöleni Tertip Komitesinde yer aldı. Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, Millî Mücadele’nin 100.Yılı kısa film senaryosu ve tiyatro eserine imza attı (2020). Birçok gazetede kültür sanat yazıları yazdı, köşe yazarlığı yaptı. Pek çok ulusal panel ve sempozyumlarda bildirileri yayımlandı. Halen ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen şiir şölenlerine katılmakta ve alanında çeşitli konularda konferanslar vermekte ve edebiyat akademilerinde ders anlatımına devam etmektedir.

Gençliğin Sesi, Millî Kültür, Dolunay, Seviye, Yeni Ufuk, Tebessüm, Güneysu, Külliye, Sitare, Alkış, Usare, Mevsimler, Edebiyat Yaprağı gibi kültür, sanat ve edebiyat dergilerinde yazdı. Eğitim alanında, edebiyatın şiir ve hikâye alanlarında kitaplara imza attı. Seçme şiirleri İngilizce, Arapça, Makedonca, Arnavutça ve Sırpça olarak yayımlandı. Şiir dalında ödüller aldı. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Edebiyat Takdir Ödülü (2014) ve KASİAD Yılın Edebiyatçısı (2021) ödülüne layık görüldü. Halen Evvel Âhir Dergisi ve yayın kurulunda bulunduğu Yitik Söz Dergilerinde okurlarıyla buluşuyor. Bazı şiirleri bestelenmiş olan Okumuş 1994’ten beri kurucusu olduğu özel şirkette halen yöneticilik yapmaktadır. İnci Okumuş evli olup, inşaat mühendisi Oğuzalp ve mimar Aybike’nin annesidir.

Eserleri;

Düğün Gönüle Kurulur (Şiir) (Dolunay 1999),  Aşkın Elif Hâli (Şiir) (Kumrum 2015),

Bölüm Yazarlığı bulunan kitaplar; Öğretmenlik Mesleğinin Sanatsal Değişkenleri (Pegem 2019)

O Kuşu Ben Gördüm (Hikâyeler) (Pegem Akademi 2020)

23.08.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/sair-siiri-kadar-siir-de-sairi-kadar-vardir/784640

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir