UĞUR CANBOLAT
YILLARDIR panik atakla mücadele veriyordu.
Yer yer hafifleyip rahat ettiği zamanlar yok muydu, vardı ama bu süreler ona göre o kadar kısaydı ki…
Üstelik panik atak geçirmediği zamanlar geçirebilme ihtimaline karşı sürekli bir teyakkuz halindeydi.
Ya şurada gelirse ya burada yakalarsa gibi sıkıştırıcı düşünceler ıstırabını katmerler dururdu hep.
Dolayısıyla varken şiddeti ile yok iken olabilme ihtimaliyle savaşıp dururdu.
Ömrü bu karşı koyma ve tedavi süreci ile geçmiş ve artık aklar misafir olmuştu saçına sakalına.
Yine de elini internetten çekmez sürekli yeni bir bilgi veya bulgu var mı diye günün belirli bir miktarını araştırma ile geçirirdi.
Şu belirtileri artık ezberlemişti ve hep aklında tutuyordu.
- Çarpıntı, kalbin kuvvetli ya da hızlı vurması.
- Göğüs ağrısı, göğüste sıkışma hissi.
- Nefes darlığı ya da boğulma hissi.
- Baş dönmesi, sersemlik, baygınlık hissi.
- Uyuşma ya da karıncalanma.
- Üşüme, ürperme ya da ateş basması.
- Bulantı, karın ağrısı.
- Titreme, sarsılma hissi.
- Kendisinin veya etrafının değişiyor algısı, tuhaf hissetme.
- Kontrolünü kaybetme veya çıldırma korkusu.
- Ölüm korkusu.
…
BİR yaz günüydü.
Şehir sıcaktan neredeyse kavrulmak üzereydi. Kendisini sokağa rüzgâr almak kastıyla atmıştı ama nafile. Binaların gölgelerinden yürümeye başladı. Oradan buradan derken istemsiz olarak kendini sahilde bulmuştu.
Uzaktan bakıldığı vakit salkım söğüt gibi yapraklarını aşağıya salmış bir ağacın altında öbekleşmiş bir topluluk görmüştü. Merak edip yaklaştığında muhabbet yumağının açıldığını ve çevredekilerin konuşan yaşlıca kişiyi dikkatle dinlediklerini fark etti.
Ortamı bozmak istemeyerek sessizce kenara ilişti ve kulak kabartmaya başlamıştı.
Panik atak sebebiyle pek kalabalıklara karışmayı tercih etmiyor olsa da bu defa bunu bile isteye yapmıştı.
Konuşmacı atak matak bir şeyler diyordu. Bu ilgisini daha fazla arttırdı. Kendi hastalığına dair bilmediği bir bilgi bulabilmek umuduyla daha çok odaklanmıştı.
Evet, bir atak kelimesi vardı sözler arasında dönüp duran ama daha önce hastalık hakkında duyduklarına hiç benzemiyordu.
…
YALAN ATAKLAR idi konu.
Hangi zamanlarda bu atakların galeyana geldiğini ve hangi vakitlerde geriye çekildiklerinden bahsediliyordu.
Onu vuran söz ise şu olmuştu:
“Panik ataklar kadar ‘Yalan ataklar’ meselesine önem vermeyen bir topluluk hâline geldik ve biz hâlen buna rağmen kendimize Müslüman diyoruz öyle mi?”
Sadece onu vurmamıştı bu soru elbisesi giyen hüküm cümlesi, herkesi sarsmıştı.
Bir sessizlik olmuştu.
Demek ki, yara alan çoktu ama maalesef bunu itiraf etmek hiç kolay görünmüyordu.
İçten içe “Sükût ikrardan gelir” dedi ve kendisi de durumu kabullendi.
Haklıydı bu konuşan her kimse.
Kendisinden pay biçti. Yıllardır panik atak için okumadığı kitap, gitmediği seminer, izlemediği video bırakmamıştı. Hatta zaman zaman arama motorlarından tarama yaparak gözden kaçırdığı bir haber varsa süratle yalayıp yutardı.
“Yalan atak” konusu ise hiç aklına gelmemişti. Kendini eleştirdi ve “Canına yandığımın dünyası” diyerek dünyayı da kabahatine ortak etti.
…
PANİK ATAK’IN belirtileri varsa elbette “Yalan atak”ın da olmalıydı.
Bunu hemen gündemine aldı.
Sıcağın yakıcılığını unutmuş bunun ateşine kaptırmıştı kendisini.
Kişinin yalan konuşmaktan haz ve mutluluk duymasının ilk belirtilerden olduğunu öğrendi. Devamlı olarak yalan konuşma ihtiyacı hissedilmesi bundan asla pişmanlık duyulmaması, süreçte kişinin kendisinin de konuştuğu bu yalanlara inanması gibi diğer belirtileri olduğunu buldu. Şaşırdığı husus ise kişinin yalanı ortaya çıktığında aşırı agresif ve alıngan tavırlar sergilemesi ile herhangi bir çıkarı olmamasına rağmen yalan konuşmaya devam etmek için sebepler bulması oldu.
Günlerce buna kafa yordu, gönül koydu ve şu karara vardı.
“Adam haklıydı. Panik ataklar kadar ‘Yalan ataklar’ meselesine önem vermeyen bir topluluk hâline geldik ve biz hâlen buna rağmen kendimize Müslüman diyoruz öyle mi?”
İnşallah bizlerde aynı soruyu kendimize sorma yüceliğine erebiliriz ve gereğini yaparız.
Ya Selâm!
12.07.2023