SERÇELER sekip duruyordu önünde. Bir inip bir kalkıyorlardı. Sol avucunda tuttuğu buğdaylardan alıyor sağ eliyle serpiyordu onlara. Serçeler de bazen ürkek kimi zamanda hücum eder gibi alıp havalanıyorlardı. Oturdu taşın üstünde hem iler geri sallanıyor hem de sürekli belli belirsiz bir biçimde “Nazlım” diyordu.
Kuşlarla böyle eğlenen birine daha önce rastlamamıştım. Onların nazlı nazlı süzülmelerine meftundu demek ki. Gözünü hiç ayırmıyordu. Sanki onlarla bir olmuş bütünleşmişti.
Serçeler arada şımarır gibi sert hareketlerde bulunuyorlar doyduklarından kendilerini ağırdan satar gibiydiler. Bir süre sonrada eline ve omuzuna konarak cilveleşiyorlardı.
Üstlerine titrer gibiydi. Özenliydi. Kutlu bir misafir gelmişçesine değer veriyordu onlara. Belli ki gönüllerini almaya çalışıyordu. Nazikti, içtendi. Çok itina ediyordu.
Sessizce izledim. Kendimi hissettirip o güzel hâli bozmak istemedim. Neden bilmiyorum kendimi bu duruma bir yorum yapmaktan alıkoyamadım da. Âşık dedim, bu âşık. Ama kimin kime daha çok aşk hissettiğine karar veremedim.
Gece tekrar uğradım. Sallanan sandalyeye oturmuş gökyüzünde ay ve yıldızları temaşa ediyordu. Radyodan türkü sesleri işitiliyordu.
Yine “Nazlım” dediğini duydum. Serçeler yoktu gözü semadaydı. Derenin akışı gibi, rüzgârın okşayışı gibi, yıldızların göz süzüşü gibi, bir çiçeğin açması gibi nazlısın diyordu.
Kime diyordu, bilmiyorum. Yine soramadım çünkü.
Sormalı mıydım, onu da bilmiyorum.
25.02.2019