UĞUR CANBOLAT
FUKARANIN hamisi olarak bilinirdi “Otacı Ana.”
Yılın belirli zamanlarında şifalı ot toplamaya çıkardı. Çünkü etken maddelerin yoğun olduğu vakit tercih edilmeliydi. Çiçekler tomurcuk aşamasında toplanmalıydı. En doğru vaktiyse öğle ezanıyla çıkmaktı. O sebeple çabucak namazını eda eder “Haydi yavrum gidiyoruz” diyerek yola koyulurdu.
Giderken “Sığırkuyruğu inşallah kendini bırakmamıştır” derdi.
Anladığım şey her birinin kendine mahsus vakti oluyordu. Adaçayı ve limon otu çiçek açma zamanında toplanmalıydı. Mesela “Sarıkantaron” çiçeğe durmadan tomurcuk iken alınmalıydı. “Otacı Ana” bu tomurcuğu iki baş parmağının tırnakları arasına alıp ezdikten sonra dikkatle inceler eğer eli kırmızıya boyandıysa “Tam vakti” diyerek tebessüm ederdi.
Bu iş çok hassasiyet gerektiren bir eylemdi. Kendisine mahsus özel kuralları vardı. Evvela tabiatı tahrip etmeme, onu sakınıp sahiplenme ilkesine sahip olmak mühimdi. Onlara dokunurken severek dokunmalı, iyi bir insani ilişki geliştirilmeliydi. Çünkü ses sahibine göre yankılanırdı. Tabiata vahşi davrandığında ondan merhamet beklemeye hakkın kalmazdı. O sebeple barışa dayalı sürdürülebilir bir ilişki otacı olmanın ilk şartı gibiydi.
Köklere dikkat edilmeli, devam edebilmesi için sakınılmalı ve tamamen sökülmemeliydi mesela. Yine yörede az bulunan bir tür ise onu korumanın bir yolu bulunmalı yoksa daha sonra mahrumiyet söz konusu olabilirdi. Toplanan malzemelerin hava ile temasının kesilmemesini temin etmek bilinmesi gereken bir başka kuraldı. Kararmaması için baskı uygulamak yanlış yöntemlerden biriydi. Bunlara dikkat eden “Otacı Ana” el ile örülmüş doğal ve büyücek bir sepetle çıkmayı tercih ederdi. İlk tembihlediği hususlardan biri de hastalıklı olan bitkileri toplamamak yönündeydi. Lekeli olan alınmazdı. Böcekli olan koparılmazdı.
…
TOPLANANLARI doğru muhafaza etmek, uygulanacak işlemleri tam bilmek otacı için vazgeçilmezdi. Otacı Ana “Kediotu”nun köklerini yıkar topraktan ayrıştırırdı. Aklımda kaldığı kadarıyla papatyanın her türünü toplamazdı. Bunu neye göre ayrıştırdığını sormayı akıl edememiştim.
…
SESSİZ, sakin ve dikkatli olmak gerekirdi. Bunu sıklıkla hatırlatırdı. Yorulduğunda bir taşın üstüne oturup iki türkü okurdu, hepsi bu.
İlk seslendirdiği değişmeyen türkü şuydu:
“Açıl mor menevşem bahar erişti / Lale, sümbül, nergis, reyhan yetişti.
Benim kısmetime ak zambak düştü / Menevşem oy bir tanem, ey haydi de haydi.”
Nedense ilk okuduğunu bu dörtlükle bırakır hemen diğerine geçerdi ama bunun tamamını okurdu. İçinde mesleğinin dışında bazı başka ögeler barındırıyordu belli ki… Küllenmiş olsa bile kimi duygular dağın yükseklerine erildiğinde onlar kendini aşikâr ediyordu.
“Şu dağların yükseğine erseler / Lâle, sümbül, mor menevşe derseler
Bir güzeli bir çirkine verseler / Güzel ağlar çirkin güler bir zaman
Vara vara vardım Alma Deresi / Uzak galdı nazlı yârin arası
Artıyor geçmiyor gönül yarası / Mevlâ dermanını verir bir zaman
Yükseğinde olur şahin yuvası / İndim enginine Avşar Ovası
Gabil olur güzellerin duâsı / Hâkk’tan sevdiğini alır bir zaman”
Demek ki neymiş, yaralı olmayan yaraları tedavi edemezmiş.
…
BUNLARI kardeşim Reyhan anlatmıştı ondan nakille… Kendisine bilgilerini aktarıp el vermek istemişti ama hevesi olmamıştı. Babaannesinden aldığı bu veriler ve hastalara uygulama şekli kendisiyle beraber gitti. Adı Firdevs idi. Biz kendisine “Bibi” derdik. Kısa ve mutlu bir evliliği olmuştu. Eşi vefat ettiğinde baba evine dönmüştü. Çocuk nasip olmamıştı. O sebeple bizleri sahiplenirdi ama bizler onu ve mesleğini sahiplenememiştik. Vaktiyle revaçta olan bu meslek bizim çocukluk dönemlerimizde kutulanmış ilaçlara dönüldüğünden ilgi sahnesinden düşmüş hepimiz eczanelere abone olmuştuk.
…
KENDİSİNE şifa yardımı almak için gelenlere “Beri gel Berican” şeklinde hitap eder isimlerini kullanmazdı. Çocuğu olmadığından sanırım hepsini canı gibi görüyor o cana şifa sunmak için çırpınıyordu. Bu hitap özlem barındırıyordu. Hasret kokuyordu. Sonradan öğrendiğime göre “Berican” candan öte can anlamına geliyormuş.
…
FİRDEVS Bibinin önsezileri güçlüydü. Kendisine gelenlerin şikayetlerini daha onlar söylemeden yüksek oranda tahmin ederdi. Umutlarını hiç yitirmeyen bir kişiliğe sahip olduğundan yardım ettiklerine de bu enerjiyi geçirirdi. Fukara anası olarak bilinmesinde bunun etkisi çoktu. Ruhsal olarak çok kaviydi. Dağ gibiydi. Bedensel yapısı da böyleydi zaten. Gelgitleri olmazdı. Kararlığı herkes tarafından bilinirdi. İnsan canlısıydı. Dostları bol, seveni fazlaydı. Algılama gücü tahsili olmamasına karşın yüksekti. Amcamın tahsilinde kendisine şehirde eşlik ettiği için görgüsü de çoktu. Hadiseler karşısında mantık yürütür isabetli teşhislerde bulunurdu. Bu nedenle köyün ileri gelen yaşlıları içinden çıkamadıkları bir mesele olduğunda gelir fikrine başvururlardı. Liderlik yanı belirgindi kısacası.
…
BERİCAN hitabını öğrendikten sonra ödünç alıp kullanmaya başlamıştım. Çok az bilinen bir hitap. Bu nedenle Berivan ile karıştırdıkları olurdu ama açıklamak için iyi bir vesileye dönerdi.
Diyorum ki; özlem duyduklarımız olsun, hasretini tüttürdüklerimiz bulunsun. Candan öte can saydıklarımız hep var olsun.
Dahası bizler de candan öte can yani Berican olalım.
Ve iyiliklerden yana daima beri gelelim, güzelliklerle saf tutalım.
Ya Selam.
24.04.2025