UĞUR CANBOLAT
TERSİNİ söylemesini beklerdim ama umduğum olmadı.
Coşturmamı istedi.
Hüzne bulanmıştı gönlüm.
İçten içe katmerlenen bir hüzündü bu.
İsyan içermiyordu.
Sınırı aşıp taşmıyordu.
Kulluğu ihlal etmiyordu.
Yanlış bağlamlar barındırmıyordu.
İnsanî bir hüzündü yani.
Beşeriyetin gereğiydi.
Taş olmadığımın bir belirtisiydi.
Ve ayrıca insanın kutsal hüzünleri olmalıydı da.
Keder içre vakitleri bulunmalıydı.
Doğru yönetilebildiğinde “Dünya gurbeti”nin bilincinde olmaya işaret ediyordu.
Yolculuğun farkında olmaktı.
Hasreti yudumlamak, firkatin narına yanmaktı.
Başka türlü vuslata özlem nasıl zuhur edebilirdi ki…
Nasıl iştiyak doğabilirdi ki…
Yolda olduğumuzun şuuru ve yolculuk idraki nasıl açığa çıkabilirdi ki…
Zaten hepimizde olmaz mı bu?
Keder gelip içimizde mekân tutmaz mı?
Çöreklenip gitmek bilmediği zamanlara tanık olmaz mıyız?
Öyleydi işte.
Gelmişti ve gitmemişti.
Pek gidesi de yoktu.
Dostlar, canlar, yârenler varlıklarını derinden hissettiriyor, muhabbetin kazanını aşkla kaynatıyorlardı. Beni buradan çıkarmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı.
Ama tüm bunlar sanırım bulutları dağıtmama yetmemişti.
Anlamıştı.
Dostlar dağılınca geldi yanıma oturdu, iki demli çay söyledi.
Sağ avuçlarımızda tuttuğumuz bardakla ısıtırken kendimizi ‘Ayrılık hasretti kâretti cana’ türküsünü mırıldanmaya başladı.
Ki, en sevdiklerimdendir.
Gözlerimden damlalar ardı sıra dizilip akıyordu.
“Coştur” dedi, “Coştur içindeki ağıtı.”
Hayretle baktım yüzüne, devam etti konuşmaya.
“Coştur ki kalmasın içeride bir şey. Akıp gitsin. Ki, hayat bulasın, hayati olasın.”
Meseleye hiç böyle bakmamıştım.
Ben ağıt denilince bir evin tüm duvarlarının acıyla boyanması ve ses duvarının gönülleri tarumar etmesini anlarım.
Ölümler, zulümler, âfetler, kayıplar, çaresizlikler, dermansız dertler, korkular, kaybedilen güzellikler vs…
Bunlar geçerken zihnimden sanki hissetmiş gibi “Daha dehşetlisi gönlü kaybetmektir.” dedi.
“Ona ait güzellikleri, iyilikleri, nimetleri, ihsanları fark etmemek, gereken ihtimamı göstermemek ve onlardan uzak düşmektir gerçek âfet.”
Anladım ki, sistemin işleyişini insan kimi zamanlar tam fark edemiyor.
Kendince hesaplar kuruyor, sıralamalar yapıyor.
Sanki hayatı kendi yazıyormuş gibi.
Kelem kendisindeymişçesine…
Bu ise itiraf edemediğimiz acziyetimizin bir belgesi.
Güçsüzlüğümüzün göstergesi.
Yapılması gereken nedir o zaman?
Hakiki gücün sahibini görmek, ona teslim olmak.
Kudreti okumaktır.
İşleyişi fark etmek ve onu temaşa etmektir.
Kulluk çizgisinde inhiraf etmeden yaşamaktır.
Rahmete kendini açmaktır.
O vakit ustanın dediklerine kulak vermek gerek.
Ne demişti?
“Coştur, coşturalım içimizdeki çığlığı. Ki, anlayalım mahrumiyetlerimizi.”
Bu geri dönüşün işaret fişeğidir.
Tekrar kavuşma müjdesidir. Yeniden hemhal olmanın duasıdır.
Bunu anladığımda “Eyvallah” dedim, “Eyvallah.”
Coşsun o zaman içimizdeki ağıt.
Çoğalsın.
Ki, kavuşma şuurumuz bilensin.
Ya Selâm!
08.09.2022