Dağdaki Derviş ve Ters Lâle

Uzun zamandır kendisini tanır, zaman zaman sohbet ederim.

Cemiyet içinde kendine has bir tavrı, bir konuşma biçimi ve edep hâli vardır.

Nezaketi, zarafeti kendisinin soyadı gibidir.

Yapmacıksızdır. Düzdür. Şeffaftır.

Gönül bilir, hatır sayar.

Zahir dağından inen bir batın dervişi gibi yaşar aramızda.

Kendi halince, sessizce….

‘Dağdaki Derviş Ters Lâle’ adını taşıyan bir de kitabı vardır.

Sazıyla deyişleri havalandırdığı gibi bu kitabında da kelimelere can suyu vermiştir.

Bugün siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için Haşim Turhan ile dağdan inen dervişi ve ters lâleyi konuştuk.

UĞUR CANBOLAT

————————

Derviş dağdan iner mi ya da hangi şartlarda iner?

-Derviş dağdan hem zahirden hem batından iner ve düşer o gönül dağından. Esasen öncelikle dünyalık zahiri ihtiyaçları için iner. Bu önemsiz değildir. Zira bu dünyanın gereklerini yerine getirmek, yaşam için ihtiyaçlarını karşılar. Bunlar zaruridir. Öncelikli temel ihtiyaçlarıdır.

Bir de batında iniş var değil mi ardından?

-Evet. Zahirden inen derviş ardından batından da iner. Bu iniş zahiri inişi başarabilen, dünyayı kendine yük etmeyenler için söz konusudur.

İstisnası yok mudur peki?

-Olmaz mı, elbette vardır. Kendini kandıranlarda vardır. Kendini batında inmiş gibi gösteren ama hala dünyad yükünü taşıyan, yani zahiren inemeyenler vardır. Dünyalık biriktirdikleri halde bunu gizli tutmaya çalışırlar. Ama unutulmamalıdır ki kandıran evvela kendisini kandırmış, kendisini aldatmış olur. Mânâ yolu hile kaldırmaz.

Peki, batında inen derviş nelerle karşılaşır?

-Batında inen derviş henüz marifet kapısına varmadan, git gelleri, pişmanlıkları, dünyalık süslerinden vaz geçemediği için, şeriat ve tarikat kapılarından tüm manaların sırrına edemediği için bu düşmeler olur.

Sonra ne olur?

-Sonra marifet kapısının özüne ve önüne vardığında dünyalık düşüşlerden durulur. Kurtulur. Artık vuslatına varmaktır muradı. Başka hülyaları kalmaz. Dünyevi emellerden sıyrılmıştır. Artık kalbi dünyayı kabul etmez. Hakikat dağına erişen divane dervişler artık o gönül dağından inmez çünkü muradı buydu zaten. Dağdaki Derviş Ters Lale’yi sorarsanız orası onun gönül toprağı.. Zaten hiç inmedi ki.

Dervişin gezdiği dağ neresidir aslında?

-Dervişin Gezdiği Dağ; Allah’a erişmenin perdesiz hakikatin var ettiği dağdır. Oraya da her can erişemez. Kimimiz o dağın yolunda oluruz, eriştiğimizi zannederiz. Oysaki bu bir yanılsamadır. Kibir dağının yolundaymış. Kimi can dağın yamacındaki, yolundaki taşları, dikenli çalıları ayıklarız. Yorulduğumuzda dağın yamacına yaslanır yeter yoruldum deriz. Pes edip kalırız o dağın yamacında.

Gerçekten erişenler yok mudur?

-Vardır. Gerçekten erişenler divane Hakk âşıklarıdır. Onlar hesap içine girmezler. Muratları menzile varmaktır. Rehberleri özündeki aşkın kandilini sürekli yanık tutarlar. Gönül çerağlarını söndürmezler. Kelebekler gibi pervane olup nara yanarlar.

Yanmak nasıl bir şey peki?

-Yanmak bir başka var olma biçimidir. Yandıkça dirilikleri artar. İmanları güçlenir. İkrarları kuvvet kazanır. Maddi varlıklar yandıkları zaman tükenirler, biterler ancak bunlar yandıkça özlerini bulurlar. Hakikatleriyle vuslat ederler.

Can cananı bulmuş olur. Candaki cana vasıl olur. Her dem bayram etme sırrına ererler.

O köz onları kül etmez mi?

-Hayır, kül etmez. Kul eder onları. Ölmezler, olurlar.

Hasbahçenin ermişi olan lalenin boynu neden bükük?

-Hasbaçedeki Lâle, aslında burada üstü örtülü bir mesajdır. Hasbahçe betimlemesi Şehzade Mustafa’nın öz canına kıyanlar üzerinden bir anlatımdır. O tarihlerde Amasya Şehzadeler şehridir. Şehzade Mustafa Hakk’a yürüdükten sonra boynunu bükerek bu acıya dayanmaz. Amasya’daki bir endemik tür olan Amasya Lâle’si o tarihlerde sırlara karışıp kendisini toprağın çile hanesine çekilir. Yakın tarihlerde bir doğa sever üstad Lâle güneşe o güzel cemalini gösterir. O tarihten sonra adı “YİTİK LÂLE “adını alır.

Başka manaları da var mı?

-Var, evet. Diğer tasavvuf manasında; Elif ile Vav gibi Hakk’a kul oluşun yanış halini simgeler. Boyu Elif misali, gülü divane aşıkların alkızıl yanışı, gülün içi hararet sacında aşıkları kor ateşlerde Yüce Mavlama yanışlarıdır..

Ermiş olan nereye ermiştir?

-Ermiş olan Hak Erenlerin Ulu divanına ermiştir. Allah’ın manaları üzerine ermiştir. Bu manalar üzerinden kendini okuma ve anlama mertebesine erişmiştir. Allah’ın kendisine öğrettiği esmaları açığa çıkarır. Bu dünyada zuhura gelir.

Bu esmalar ile kendini okuduğu gibi ailesini, dostlarını, arkadaşlarını hasılı herkesi okur. Allah’ın yaratmış olduğu doğa âyetlerini okur. Onlarla iletişime geçer. Bu ermişliğin en güzel hallerindendir.

İnsan ile doğayı birbirinden ayırmak doğru mudur?

-Hayır, doğru değildir. Esasen mümkün de değildir. İnsan ile doğa mutlak suretle ayrımsızdır. Çünkü Doğa Allah’ın süsü Allah’ın tüm manaların esmasının örtüsüdür. Dua cümle yaratılmışların varlığı ile tüm manalarını tam teslimiyetle yaşamaktadır.

Ermişlerin tabiat ile bütünleşmesini nasıl anlamalıyız?

-Dört Mevsim üç Cemre Allah’ın manası ile tam teslimiyetle yaşarken insanoğlu insan dediğimiz veya daha henüz insansı iken insanlaşmayanlar tüm bu manaları gerçek manasıyla tam teslimiyetle yaşamamaktadır. Ölmüşlerin hali, ahali Allah’ın cümle esmalarına bürünmüş halidir Dolayısıyla ermişler zahir dünyanın süslerinden geçip batın alemin ledün deryasının sırrına erenlerin hali ahvali üzeredir.

İnsan doğası yani fıtratı doğa ile uyumlu mu sizce?

– Elbette. Her canlı veya yaratılmış olan cümle mevcudat ve insan İslam üzere doğar tekamülünü oluşturması için zahir dünyada önce insansıdır. Sonra insan olmaya çalışırken Allah’ın tüm manalarıyla yeryüzüne bahşettiği doğanın cömertliği üzere yaşamasına rağmen insanlar doyumsuzdur ve kıtlık bilinci içinde yaşıyorlar. Bu yüzyılda bir mevsim hasat alması gerekirken toprağı, doğayı acımasızca tahrip ediyor. İhtiyaçlarından fazlasını depolamak için çabalar. Bu bilincin şuursuzluğu içinde acımasızca tükettikleri her şeyi israf ederler.  Suyumuzu, havayı, doğayı tahrip etmek artık insanlığı çöküşünün sürecine girdi.  Kanaatkâr olmayışları, cömert olmayışları, şükürsüzlük buna sebeptir. Tüm bu sebeplere vesile olarak acımasızca insanlar doğadaki canlıları bitkileri toprağını suyunu şuursuzca tükettikleri için olumsuz sonuçlar doğaya büyük zara veriyor. Sonrasında da kendisi mağdur oluyor.

Tabiata yapılan bu acımasızlık insanlara başka nasıl yansıyor? Tüm bunlarda hüznün kalbimizi terk etmesiyle bir bağı bağlantısı var mı?

 – İnsan tarafından, insan eliyle doğada yapılan zulüm ve acımasızca tahribatın sonucu insanın yüreğinde sevgisizlik ortaya çıkıyor. Acımasız bir şekilde yok edişinin sonucu can yakıcı. Hüzün verici. Hayata katması gereken manayı tam anlamıyla gerçekleştiremediği için insanın yüreğinde hüzün ve acı çörekleniyor.

Üç vuslat perdesinden bahsediyorsunuz kitabınızda. Bunları kâfi derecede değerlendirebiliyor muyuz?

 -Üç vuslat perdesi insanın ömrünün huzurlu, sevgi dolu, bolluk ve bereket içinde geçebilmesi için en büyük üç ana unsurdan ibarettir. Yani Anadolu’daki Horasan harcı ile gönüllerimizin mayalayan erenlerin hali ahvali üzere olmaktır. Mevla’nın bize bahşettiği üç vuslat perdesi sabır, tevekkül, şükürdür. Bunlardan yoksun bir şekilde yaşamamak lazımdır. Canlar bunlardan yoksun ise hakikatin miracına erişemez.

Üç mana kardeşi de diyebileceğimiz sabır, tevekkül ve şükrü birbirinden ayırdığımızda başımıza neler geliyor?

-Başına gelmeyen kalmaz. Dertten kurtulamaz. Üç vuslat perdesi birbirine yârendir. Birbirine candır. Sabır, tevekkül, şükür bir mülkün, bir binanın meyan taşları gibidir. Hangi birisini çeksek o bina yerle yeksan olur. Bbirbirinden ayırt edilemez Horasan harcı gibidir.

Bu üç vuslattan uzak düştüğümüzde menzile erişme vaktimiz uzuyor mu?

 -Evet. Üç vuslat perdesinden uzaklaştığımızda menzilimiz kaçar. Miracımıza ulaşamayız. Divane Hak âşıkların miracıdır bu. Vuslat perdeleri ile bütünleşmek lazım. Bizler bunlardan ayrı düştüğümüzde yolumuzu şaşırırız. Dört kapı kırk makamdan gidip gidip geliriz. Sadece şiddet kapısında kalıp orada dururuz. Sabır, tevekkül, şükür vuslat perdelerinin asıl hakikat kapısının birinci basamağıdır. Allah’ın tüm manalarına teslim olmayınca bu vuslat perdelerinin üçüne erişmenin hiçbir keremi kudreti yoktur.

Sevgiyi çoğu defa hepimiz bir slogan gibi kullanıyoruz ancak sırrına erme konusunda yeterince gayret gösteriyor muyuz?

-Kur’an Azimüşşan’da Yüce Mevlam der ki;  Biz insanı sevgiden yarattık, sevginin hamuruyla yoğurduk. Sevgi yoksa hakikat de yoktur, aşk da yoktur. Menzile eriştiren hakikat badesi gibidir. Onu içen canlara aşk olsun. Günümüzde seni seviyorum demek çok yerde anlamsız. Zamansız mekânsız söylenen bu kelime anlam taşımadığı için asıl gerçek sevgiye ulaşamayız. Günümüzde de bu söylemler zahiri dünyanın süsü gibi bir metâ gibi cahil canların elinde dilinde gönlünde bir meta gibi pazar da alınır satılır oldu. Dolayısıyla o sevgiyi yerinde mekânında kullanılmazsa o da hakikate eriştirmez.

Gönlümüzün yitik lalesini nasıl bulabiliriz peki?

– Gönlümüzün yitik lalesidir o. Gönül evimizin en büyük süsüdür. Rabbimizin en büyük keremidir. Bu kerem olan sevgiyle gönlümüzü süslediğimizde bize bahşedilene şükretmiş oluruz. Aslında yaratılırken bize bu lale lütfedilmiştir. Bedenimizde, ruhumuzda, halimizde, ahvalimizde Yüce Mevlam bahşetmiştir. Ancak zahir dünyanın, beşer alemin çarkına düştüğümüzde bizdeki gerçek Derviş Laleyi gönlümüze tohumlarını ekmiştir. Bu zahir dünyanın çarkında dünyanın telaşı, gamı, kasaveti, maddeye bağlı yaşamımız bizi Allah’ın tüm manalarında uzaklaştırıyor. İttifak edemiyoruz. Gerçeği arayıp duruyoruz. Ama eğer asıl gerçek miracına eren Allah’ın değirmenine su taşıyan divane dervişler gibi olabilirsek, Allah’ın sevgisi üzerinde etik lalesine tekrar buluşabiliriz. Dua ile tekrar o güzel süslü kavuşuruz. Allah bize cemalini gösterir.

Son olarak evrenin nazenin misafirinin nezaket perdesini yırtarak kabalıklara bürünüp iş görmesini sona erdirmek nasıl mümkün olacak?

– Evrenin nazenin misafiri olarak durumun farkında olmalıyız. Yaratılış gerçeğini kavramalıyız. Bu dünyaya cemal görmeye geldiğimizin bilincini güçlendirmeliyiz. Bunları yaparsak ancak kemale erebileceğimizi unutmamalıyız. Bu ise nezaketi elden bırakmamakla mümkün olur. Allah’ın yarattığı diğer varlıklara nazik davranmakla olur. Nezaketi ve nezaket perdesini tekrar kendimize süs edinebilirsek olur. Tekrar tüm yaratılmışların varlığında Allah’ın tüm esmalarının mevcut olduğuna inanarak ve bunları açığa çıkarak olur. Nezaket perdesini süs edinen Canlar tekrar düştüğü o çarktan Allah’ın manasına sevgiyle ulaşırlar. Allah’ın değirmenine sevgi ile su taşıyan canlar bu olumsuzluklardan, kabalıklardan, karanlık güç odaklarına su taşıyanlardan kurtularak huzura selamete ererler. Hazreti Allah’ın inayetini üzerimize çekerek olur. Gerçek erenlerin kıymetini bilip öğretilerini anlamakla olur. Âşıkların tam teslimiyetiyle mümkün olur. Sevgi miracını yaşayarak olur.

18.09.2024

https://www.istiklal.com.tr/dagdaki-dervis-ve-ters-lale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir