UĞUR CANBOLAT
HEP düşünmüşümdür.
Tüm eksiklerimizi muhabbet tamamlar ama muhabbetin yokluğunu ne tamamlar?
Tatmin edici bir cevap bulamam.
Dönenip dururum lakin durum değişmez.
…
“DEĞİRMEN iki taştan, muhabbet iki baştan…”
Bu, böyledir.
İnsan bulamadığınız zaman muhabbeti bölüşecek bir ağaç bulursunuz.
Sarılırsınız ona.
Köklenirsiniz.
Tüm sıkıntılarınız hafifler.
Ağacın kökleri gibi dertlerinizi toprağın derinliklerine salarsınız.
…
YETMEDİĞİ olur yine de.
Bir caminin şadırvanında su ile söyleşirsiniz.
Yolunuzu bir kabristana düşürür servilerle hemdert olursunuz.
Şehrin kalabalığı ve gürültüsünden kaçıp buraya sığınan bülbüllerle dost olursunuz.
Söyleşirsiniz.
Dedik ya; “Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan…”
…
BİR boğaz vapurunun güvertesinde bulduğunuzda olur kendinizi.
Rüzgâra bağrınızı açarsınız.
Yetmez.
İlla martılara simit atasınız gelir.
Bazen yine yetmez.
Eminönü Yeni Caminin merdivenlerine oturup minarelerden gönlünüze işleyen ezan eşliğinde koşuşturan insanları izlersiniz.
Onların haberi yoktur bundan ama siz onlarla konuşursunuz.
Çünkü; “Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan…”
…
GENÇLİK yıllarımız.
Cihangir günleri.
Sait Köşk, Hasan Bilge, Enver Yorulmaz, Levent Zeytinci, Fazlı Duran, Hamit Uyanık…
Ve zaman zaman değişen başka dostlar.
“Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan…” düsturunu tam uyguladığımız vakitler.
Cihangir Camisi bahçesinde sabah namazından sonra güneşin doğuşunu izleyip muhabbetin demine vardığımız anlar.
Ve elimizde kitaplar.
…
BİRLİKTE kitap okuduğumuz dostlarımızın kitaplarını okuyoruz şimdi.
Ne mutlu.
Başlığında şu cümle yer alıyor: YÂR-İGÂR Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan.
Foliant Yayınları tarafından neşredilmiş.
Sait Köşk’ün iç sesi Feride konuşuyor:
“Dost ol kişidir ki yâr-igârdır.
Mağara arkadaşıdır.
Gömleğinden kestiği her parçayı bir deliğe tıkayandır.
Kalan son deliğe ayağını koyandır.”
…
İKİNİN biri…
O ve diğeri…
İki can, iki baş, iki yürek…
Aslında tek yürek.
Tek heyecan.
Bir olmanın sırrının tüm evrene fısıldanması.
Kitap ikinin biri olan Hazreti Ebubekir’e selam ile başlıyor.
…
AKADEMİK bir üslûp kullanılmıyor.
İnsanı sıkmıyor.
Cümleler kendisine dâhil ediyor okuyucusunu.
Götürüyor gittiği yerlere…
İyi de ediyor.
Çünkü hayatın bilinen klişelerini bir yana bıraktırarak bir letafet yolculuğuna çıkarıyor bizi.
Çok sıkılmadık mı bu kabalık, sabalıktan?
Sıkıldık.
Bıkmadık mı öğretici bir eda ile gözümüze parmak sallayan kendini mutlak doğrunun tek temsilcisi sanan mütecavizlerden?
Bıktık.
Haydi o zaman.
Durma vakti değildir erenler.
…
İNSANA doğru yürüyelim.
Kendimize yani.
Özümüze.
Kalbimize yürüyelim.
Yazar Sait Köşk ile Feride içsel konuşmalarıyla bizi bu yolculuğa çağırıyor.
Bizi kendimize dâvet ediyor.
İcabet etmeliyiz.
…
VE dostlar…
Yüreğimizi halelendiren dostlar…
Gönlümüzü harelendiren dostlar…
Ateşimize ateş gerek.
Canımıza can.
Gözümüze fer, dizimize derman gerek.
“Bu dertli dünyada dostlar niçin var?
Birbirini teselli etmek için var.”
Geri durmayalım.
…
SAİT Köşk içinden bizlere “Bir Hak dostu gibi” şöyle sesleniyor:
“Marifet sermayemiz.
Aklımızsa inancımız.
Sevgimiz esasımız.
Şevkimiz bineğimiz.
Zikir yoldaşımız.
Doğruluksa hazinemiz.
Hüzün, dostumuz.
İlimse silahımız.
Sabır elbisemiz.
Rıza ganimetimiz.
Aczimiz, iftiharımız.
Zühdse sanatımız.
Kulluğumuz, ahlâkımız.
Namazsa gözümüzün nuru.”
…
YAZAR bizi şeytanı güçlü kılan zaaflarımız, hırslarımız, bitmek bilmeyen arzularımızın sesini duymaktan vazgeçip her daim iyilik ve güzellik telkin eden meleği duymaya çağırıyor.
İyi de yapıyor.
Vakit tamam diyorsanız çaylar hazır olmalı.
Elimizi yüreğimizle birlikte ısıtan çay bardakları avucumuzun içine yerleştiyse bağdaş kurabiliriz artık.
Çünkü; “Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan…”
Ya Selam!