Eğitime Değil Maarife ihtiyacımız var

Eğitim öğretim döneminin şu ilk günlerinde kanayan bir yarayı gündemimize aldık. Eğitim sistemin açmazları ve kendi öz kaynaklarımızdan nasıl yoksun bırakıldığımız ve içine girdiğimiz çemberi neden kıramadığımıza ilişkin onlarca soru var aklımızda. Bu konuyu geçtiğimiz günlerde Akıl Fikir Yayınları arasında “MAARİF DAVAMIZ. Dersler, Değerler ve Müfredat” adı ile yayınlanan kitabın sahibi Prof. Dr. Osman Çakmak Hocaya sorduk. Aldığımız ezber bozan cevaplar sizleri de şaşırtabilir.

___  

Öncelikle şunu sormak istiyoruz.  Bu kitap hangi boşluğu doldurmak üzere kaleme alındı?

-Bu kitapta okulda verilmeyeni vermek ve bu boşluğu doldurmak için yazıldı. Evet, eğitim şart. Hem de beşikten mezara kadar.  Ama ne var ki zihnimiz çöp kutusu değil ki, kafaya ne işe yaradığını bilmediğimiz ve hayatta kullanmayacağımız malayani şeylerle dolduralım.

Bilgi kirliliğinden mi bahsediyorsunuz?

-Evet, bilgi kirliliği. Bu bombardımanın karşısında çocuklarımızı ve kendimizi korumalıyız. En önemli sığınak ise evimiz.

O halde evlerimizi birer okul hâline getirebilir miyiz?

-Kesinlikle getirmeliyiz. “Maarif Davamız” ismini taşıyan çalışmamız bunu tartışıyor. Evi okul haline nasıl getirebileceğimiz konularını enine boyuna ele alıyor. Üstelik anlatımlar teorik mülahazalarda kalmıyor. Hep tecrübelerle destekleniyor.

Bu bir paradigma değişimi değil mi?

-Evet, öyle. Hulasa edecek olursam kitap muallimlik/eğitimcilik rolümüzü geliştirebileceğimize dair kendimize güven veriyor. İddialı olacak ama akvaryum darlığında kalan fikirlerimizi okyanus enginliğine kavuşturuyor. Çok yönden hastalıklı milli eğitim yapımız için reçete niteliği taşıyor aynı zamanda.

Mevcut durumun nesillerimiz üzerinde meydana getirdiği tahribattan kısacası çocuklara kesilen faturadan da bahsediliyor mu?

-Bu çok önemli bir husus. Diğer muhtevası yanında kitapta şu soruların cevabı arandı:  Eğitim nasıl ve hangi metotlarla ruhtan ve özden mahrum hâle getirildi?  Bunun ülkemize faturası ve maliyeti ne oldu? Özellikle eğitimcilerimizin, ebeveynlerin ve yetkililerin dikkatini çekmeye çalışıyor.

Biraz daha öze inecek olursak bu eseriniz tam olarak neyi anlatıyor?

-Öğrenmeye dair  “Fabrika ayarlarımızı” anlatıyor.  Hepimizin merak ettiği bir konu şu değil mi?  Dünyaya bir “Öğrenme programı” ile geliyoruz. Peki, “Kullanıcı el kitabımız” nerede?

Bu yönü ile kapsamlı bir kullanıcı el kitabı niteliği taşıyor. Beynin nasıl öğrendiğine dair beyin–öğrenme gerçekleri kapsamlı bir şekilde yer alıyor. Beynin nasıl öğrendiğini öğrenmek, aslında fabrika ayarlarımızı öğrenmek demektir. Ülkemiz okullarında uygulanan eğitim, genelde sol beyin aktivitesinden ibaret kalıyor.  Tek kanatlı bir kuş uçamadığı gibi,  tek beyin yarım küresini kullanan eğitim de eğitmemektedir. Her iki beyin lobunu öğrenme faaliyetine dâhil ettiğimizde iki kanatlı hâle geliyoruz. Yani uçuşa geçiyoruz.  

İnsan esasen bir öğrenme potansiyeli ile doğuyor değil mi?

-Evet, ama bu dikkate alınmıyor. Düşünün ki, siz bir öğrenme mekanizması ile donatıldığınızı bilmiyorsunuz. Beynin nasıl öğrendiğinin farkında değilsiniz. Bilgi ve eğitimin ne anlama geldiğinin şuuruna varmamışsınız. Beyni boş bir kutu zannediyorsunuz ve bu boş kutuya sürekli bilgi yığıyorsunuz.

Bilgi ve sınav konularında çuvalladığımızı mı söylüyorsunuz?

-Aynen öyle, temel yanılgılarımızdan biri budur. Bilginin mertebeleri ve bilgi felsefesi konuları görmezden gelinemez. Bildiğimiz şeyleri mümkün olduğunca şuur mertebesine çıkarabiliyor ve  açıklayabiliyor muyuz?  Her öğrendiğimiz şeyi niçin öğrendiğimizi, hayattaki karşılığını ve ne işe yaradığını da biliyor muyuz?   

Kanıta dayalı bilgi ile kulaktan dolma malumat ayrımı önemli o halde?

-Olmaz mı hiç? Malumata karşı edilgen iseniz, sadece alıcı durumdaysanız, tepkisel (şartlanmaya dayalı öğrenme)  onca istenmeyen yan ürünleri ile başınıza bela olur. 

Öğrenmenin tabiatına dair neler söylüyorsunuz?

-Bu kitapla öğrenmenin esrarına dair konuları, hızlı ve kalıcı öğrenmenin sırlarını bir araya toplayan rehber bir çalışma ortaya çıktı. Bilindiği gibi tüm bilgilerin modası geçiyor. Modası geçmeyen bir şey varsa o da öğrenmenin yollarını bilmektir. 

Kuantum öğrenme üzerinde de duruyorsunuz. Şuur ve düşüncenin tabiatı üzerine yürütülen araştırmalar düşüncelerin etkileme kapasitesini gösteriyor diyorsunuz. Biraz açar mısınız?

-Taşıdığımız her düşünce değişime sebep olabilen bir tür enerjiyi ifade eder.  Niyetlerimiz ve bakışımız belirleyici olmaktadır. Aldığımız talim terbiye bize doğru bir niyet ve bakış açısı (nazar) kazandırıyor mu?  Evet, beyin temelli öğrenme gibi kuantum öğrenme de fıtratta var olan öğrenme gerçeklerini gün yüzüne çıkarıyor. Bizi materyalist ve kaba anlayış yerine manevi temelli, bütüncül,  nuraniyet kanunlarının hâkim olduğu esnek-geniş bir öğrenme ortamı ile buluşturuyor.  Değişik yönleri ile ele aldığımız mevzulardan birisi de kuantum öğrenme ile ortaya çıkan yeni öğrenme imkân ve ufukları oldu.

Kitap Milli Eğitim dünyamız üzerine oynanan oyunları deşifre etmesi bakımından bir misyon yükleniyor mu?

-Planların perde arkasını göstermesi bakımından evet. Gizli yürütülen eğitimle cahilleştirme programının arkasında kimler var? Fullbright anlaşması hangi perdeler arkasında; hangi yasaların teminatında ve hangi güç odaklarınca nasıl yürütülüyor? Tevhid-i Tedrisat’ın amacı nedir? Bu ve benzeri sorulara da cevap veriyoruz.

Zannedildiği gibi, MEB ve/veya YÖK makamlarına uygun isimlerin gelmesi ile eğitim problemleri çözüm bulmuyor anlaşılan…

-Bulmadığını görmekteyiz. Peki, ne yapmalıyız sorusunun peşine düştük. Topyekûn bir harekete ihtiyaç var. Konuya bir dâvâ hâlinde sahip çıkılması elzem.

Bu o zaman bazılarının uykusunu kaçırabilir bir çalışma, öyle mi?

-Münferit çözümlerle yola çıkıldığında en başta çoğu aydınlar ve yanıltılmış kamuoyu karşı duracaktır, haklısınız. Dahası eğitim rant hâline geldiği için bu ranttan nemalanan kesimlerin uykusu kaçabilir.

Örnek verebilir misiniz?

-Mesela teste dayalı eğitim ve yayıncılık dünyası gerçek çözümlerin karşısına çıkacaktır. Gerçek çözümlerden habersiz yetkililer ise ilgili odaklarca kendilerine çözüm diye sunulan yalancı reçetelerle oyalanacaktır.    

Örnek modeller aranırken neden hep istikâmet Batı oluyor?

-Bu can yakıcı bir durumdur. Problemlere çözüm ararken örnek modeller için her seferinde Batıya bakılır. Yerli örneklere hep sırt çevrilir.  Biz ise bu çalışmada dikkatleri her seferinde kendi dinamiklerimize ve kendi modellerimize çevirdik. Yerli eğitim modelleri ve yerli örnekler üzerinde durduk.   

Milli Eğitim Bakanlığı’nın tek otorite olması sizce sorunlu mu?

-Evet. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Tevhid-i Tedrisat yani eğitimin bütünlüğü kanunuyla tüm öğretim kurumları tek çatı altında toplanmıştı. MEB’in tek patron olması en büyük bir yanlışlıktı. Tevhid-i Tedrisat gibi uygulamalarla ve bu amaçla çıkarılan kanunlarla esasen eğitimin halka mal olmasının önüne geçilmişti.

Siz zorunlu eğitime de karşısınız şu halde?

-“Eğitim” ve “zorunlu” kelimesinin yan yana getirilmesi kadar yanlış ne olabilir?  Müfredat üzerindeki tekelci yapının kalkması halinde kendimize ait özgün modelleri hayata geçirme şansı ortaya çıkacaktır. Yerli talim ve terbiye modelleri hiç gündemde olmadıysa sebebi Tevhid-i Tedrisat ile ilgili yasalar ve yasalarla ortaya çıkan müfredat tekelidir. Hâlbuki insanımıza güvenilseydi, çözümün bir parçası olacak imkânlar verilseydi, yani müfredat tekelinden vazgeçilseydi, bırakılsaydı, Nizamü’l-Mülk ve İbni Haldun’dan Gazali’ye, Ahmet Yesevi’den Geylani’ye, Bediüzzaman’a kadar nice ekoller hayat bulacaktı. Bin yıldır ülkeye âlim, ârif ve hakîm insanlar yetiştiren ecdadımızın büyük bir muvaffakiyetle uyguladıkları okul sistemleri, çağın gerekleri ile birleşerek yeniden arz-ı endam edecekti. Ama olmadı.

Okulların öğretime başladığı dönemdeyiz. Yeni öğretim dönemi başlarında  gençlere  tavsiyelerde bulunulur ve başarı formülleri anlatılır. Bu kadar başarıya odaklı olmayı doğru buluyor musunuz?    -Hayır, bulmuyorum. Yol ve yöntemi biliyorsanız ve problemlerle  baş etmeyi öğrenmişseniz, bahanelerin arkasına sığınmıyorsunuz.  En olumsuz şartlarda bile en iyi sonuçları alabiliyorsunuz. Hatta çevrenize örnek oluyor;  şevk unsuru haline geliyorsunuz.

Başarıyı öne çıkarmıyorsunuz ama sizin ödül almış, başarı kazanmış çalışmalarınız var. 

-Çeşitli burslar, bilim ödülleri kazandık, doğrudur. Birçok bilimsel proje tamamladık. Üst seviyede bilimsel çalışmalar çıkardık. Bilimsel yayın çalışmalarında uluslararası ekiplerle yarıştık. Yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz ülkemizin önde gelen bilim adamları arasına girdi. Bu sonuçlara hep ülkemizin imkânları ile ulaştık. Eğitim ve araştırma hayatımızda  tabir yerinde ise hep “Süper ligde” kaldık ve  yaptığımız işleri el yordamı ve göz kararı ile değil, profesyonelce yapmayı öğrendik. 

Peki, o zaman neden başarı karşıtı gibi duruyorsunuz?
-Başarılı olmak, iyiyi bulduğumuz, hayırlısına ulaştığımız  anlamına gelmiyor. Kaderin size takdir ettiği rol var. Kader elbette gayrete âşıktır. Gayretle başarıyı karıştırıyoruz.  Sizin ulaştığınız şeyi başkalarına ne kadar dağıtabildiğiniz ve paylaştığınız ölçüde iyisiniz.  Her vasıtayı meşru görerek başaranlar güruhuna ve modern toplumun ‘başarı mahkûmu’ insanlarına şu soruyu yöneltmek gerekiyor: “Kazanırken neyi kaybediyoruz?” 

Sizin başarı tanımız sanırım biraz farklı…

-Başarı anlayışı, hedef olarak dağın zirvesini gösteriyor. Halbuki hedef, dağa tırmanılan yoldadır. Süreci yaşanmadan sonuca gitmek sakat bir eğitim anlayışının ürünü. O yolun tümseklerinde durup nefeslenmeyen  gözün eriştiği manzara ve ufka ulaşamıyor. İşte başarıya bu yüzden karşı oldum. Başarı kendi menfaati için, dünya menfaati için koşmayı hedef gösteriyor. Halbuki bir insanın kıymeti himmeti nispetindedir.

Eğitime değil maarife ihtiyacımız olduğunu dile getiriyorsunuz. Bu noktada bizim nasıl bir maarife ihtiyaç duyduğumuz sorusu gündeme geliyor. Biz nasıl bir maarife ihtiyacımız var?   

-Daha fazla güç için başarı fikrini elinin tersiyle iten bir maarife ihtiyaç var. Feragat ve fedakârlık duyguları yüksek, maddi menfaat gütmeyen hamiyetli insanlara, ahlaki cesareti gösterebilecek fertlere ihtiyacı var bu ülkenin. Başarılı insanlara değil. “Başarılı” ve “gözü açık –açgözlü”  insanların bürokrasiyi işgal ettiği şu ortamla geldiğimiz nokta ortada. Bizim maddiyat ve maneviyatı dengeleyen aklı ilimle, kalbi de imanla dolu insanlara ihtiyacımız bulunuyor. İşte başarının hedef gösterilmesi bu şuuru öldürüyor. Şimdi niçin başarıya karşı olduğumuz anlaşılmış olmalı. 

İnsanoğlu için en önemli eğitim kazanımı aklın kullanılmasıdır diyorsunuz. Biraz açar mısınız?   

Maalesef çoğu hocalarımız bilgi yüklemeye ve aktarmaya odaklanıyorlar; düşünmeyi, araştırmayı ve uygulama yapmayı ıskalıyorlar. Böyle bir pasif eğitim ortamında düşünme melekeleri gelişmiyor. Halbuki Rabbimiz Yunus Suresi 101 . âyetinde “Allah aklını kullanmayanlar üzerine pislik yağdırır.” buyuruyor. Yine Kuran’da “Sırtında kitap yüklü merkep” benzetmesi vardır. Bu benzetme sahibine ve topluma fayda vermeyen bilgiye örnektir. Merhum Cemil Meriç bunu “Malumat istifçiliği”  diye nitelendirir. Bir diğer adla “Bilgi hamallığı”.

Soru sorma alışkanlığının eğitimde önünüzü açtığını, cevapları değil soruların öğretmesi gerektiğinin altını çiziyorsunuz. Eğitimde soru sormanın öneminden söz eder misiniz?

-Soru sormayı biliyorsanız, çürük yargıları hemen ortaya çıkarabiliyorsunuz. Sağlam hükümler tesis ederek problemlerin üstesinden gelebiliyorsunuz. Bu kadar faydalı bir “aletin” kullanımına dair belirli bir sistematik var tabii. Şartları var. “Doğru soruları” bulmak kolay değil. Soru sormayı bilmeyen, sorunların altında kalır.  Soruları olmayanlar sorunları çözemezler. Kafanıza takılan sorular sizi sürekli düşünmeye itiyor. Bu, araştırmanın, dolayısıyla zihni çalıştırmanın da başlangıcı oluyor. Kendimizi sürekli soru soran haline getirmek, eğitimde anahtar bir nokta. Ne kadar çok sorunuz varsa öğrenmeye ihtiyaç o kadar büyük demektir. Bilindiği gibi, merak ilmin hocası, ihtiyaç terakkinin üstadıdır. Önemli olan öğrendiğimiz şeyleri sorgulayabilmektir. Hayattaki her etkinlikte, önemli, can alıcı soruları sorabiliyor musun? Televizyon izler gibi ders işlemekten niçin verim alamıyorsun? Çünkü bir konuyu araştırmaya başlarsın, yenilikler bulmaya çabalarsın, bunu yaparken eksikliklerini öğrenirsin. Gerçek öğrenme budur.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

-Okullarımızın, kendini besleyen kaynaklarına dönmesi, köklerini bularak ruhuna/manaya kavuşmasının kısa ve kestirme bir yolu varsa o da eğitim üzerinde devlet tekelinin kaldırılması ve talim ve terbiyenin topyekûn topluma mal olmasıdır; kendi maarif dünyamızın ihyasıdır.

Milli Eğitim sistemini yapboz sil baştan uygulamalarına dönüştüren kök ve kaynak sorunlar değişik yönleri ile tartışılmalı.  Milli Eğitim’de “Sömürü düzeninin” arkasında kimlerin yer aldığı ve hangi vasıtaları kullandıkları sistemin gizli sahiplerine dikkat edilmeli.  Sistemin görünmeyen arka yüzü ile görünen yüzü ayrı tablolar halinde gözden geçirilmeli. Biz bu kitapta bunları ayrıntılı vermeye çalıştık.

PROF. DR. OSMAN ÇAKMAK KİMDİR?

Osman Çakmak, ilk ve ortaokulu doğduğu köyde-beldede (Başören ve Deliilyas) liseyi, Sivas Lisesinde tamamladı.  Atatürk Üniversitesi Kimya bölümünde lisans (1982) ve lisansüstü eğitimini organik kimya alanında tamamladı (1990). Bitirdiği okul ve bölümleri birincilikle tamamladı. Almanya’da post doktora çalışmalarına katıldı (Alexander Von Humboldt Bursu; 1992, 1999, 2002).  1992 yılında doçent, 1998 yılında profesör oldu. İngiltere (1998), ABD (2011)  ve TÜBİTAK MAM (1997) da araştırmacı misafir bilim adamı olarak çalıştı.  Birçok Üniversite (BAP) ve TÜBİTAK destekli araştırma projelerinde yürütücü veya akademik danışman olarak görev yaptı.

Atatürk Üniversitesinde (1984) başlayan akademisyenliğini, Tokat Gaziosmanpaşa üniversitesi (1993) ve Yıldız Teknik Üniversitesinde (2013) devam ettirdi. Yıldız Teknik Üniversitesinden emekli olduktan sonra değişik vakıf üniversitelerinde tam zamanlı ve yarı zamanlı çalıştı. Bulunduğu üniversitelerde kurucu idari görevlerde bulundu (Tokat GOÜ, Yalova Üni, İGÜ -İstanbul; İRÜ -İstanbul).

Halen İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde çalışmaktadır.

Değişik kurumlarda ARGE amaçlı bilim danışmanlığı, okullarda eğitim danışmanlığı görevleri yaptı; sosyal projelerde görevler aldı.  Türkiye’nin Eğitim (mesleki eğitim, ARGE ve üniversite )  sorunları ilgili alanlarında eğitim yazarlığı,  popüler bilim alanlarında ise bilim yazarlığı yapmaktadır. Hayatın her alanında doğa bilimleri ve dini bilimlerle ilgilendi.  Özellikle yaratılış sırlarına dair felsefe-din-bilim üçgeninde yazılar yazdı. Telif edilmiş kitapları vardır.  Birçok bilimsel ödüllere ve çok sayıda uluslararası ve ulusal bilimsel  yayınlara sahiptir.

19.10.2022

https://www.istiklal.com.tr/haber/egitime-degil-maarife-ihtiyacimiz-var/717382

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir