Gönlüm Kerbela

Geçen hafta gönül yakan tarihi hadiselerin en önemlilerinden biri olan Kerbela’nın yıldönümüydü…

Yüreğimizde hazan yaşadık yine…

Yandık… Kavrulduk…

Gönlümüzü Efendimizden ve Evladı Resulden yana koymadığımızda ruhumuzun kavrulacağını, gönlümüzün de Kerbela’ya döneceğini bildiğimizden yaptık bunu.

Fahr-i Kainat Efendimizin ciğerpareleri için kavrulmayan, onlar için yanmayan bir gönlü hangi mümin ister ki zaten…

Onlar için yaşarmayan göz başka ne için yaşarabilir ki!.

Ya da bu elim hâdise için ağlamayan bir göz başka şeylere ağlamaya nasıl ruhsat alabilir ki!

Evet gönlümüz Kerbela…

Gönlümüzde Kerbela…

Yüreğimiz Evladı Resul ve orada Hakka uçan yâranı için yasta…

Kavruluşumuz onlar için…

Alemlerinin Efendisinin ciğerini yakan bu olayda biz bigane kalırsak bir nokta kadar bile mânâdan nasibimiz olabilir mi?

Zira Veda Hutbesi’nde bırakılan emanete karşı duyarsız kalmış oluruz!

Evet, yürek koymamız gereken, yüreğimizi koymamız gereken önemli bir hadise…

Bu olayda muhayyer kalamayız. Karar kılmamız gerekir.

Yüreğimizi Fahr-i Kainat Efendimizin ciğerparesi sevgili torunu Hz. Hüseyin Efendimizden yana koymamız gerektiğini düşünüyorum.

Yüceler yücesi Efendimizin gönlünde yer bulmanın, yani mânâda hayat bulmanın yolunun buradan geçtiği kanaatindeyim.

Hasaneyn Efendilerimiz olarak tanımlanan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendimiz konusunda ne yazık ki yeteri kadar bilgiye sahip değiliz.

Kâfi derecede sevgiye de sahip değiliz bu nedenle.

Evrenlerin iftihar tablosunun neden onlara özel bir ilgi gösterdiğini çözmemiz ve bunu içselleştirmemiz çok mühim…

Dünyamızda yerleri az… Seneden seneye hatırlamamız bile yarım yamalak… Ne yazık ki durum bu…

Bilgi ve sevgi eksiğimizi tamamlamamız halinde onlar içimize kök salacaklar ve onların gözünden dünyaya bakabilme bahtına kavuşacağız.

Peygamber Efendimize Cebrail Alehisselamın vahiy getirirken fiziksel bir oluşa geçtiği hepimizin malumudur… Pek çok kez ashaptan Hz. Dıhye’nin sûretinde gelmesi bize neyi çağrıştırmalı acaba? Bunun anlamı nedir?

Peki Efendimizin Alem-i Cemale yansımasında Azrail Aleyhisselamın da Dıhye şeklinde gelmesinin manası ne olabili?

Bu konuda düşünen kişiler Ehl-i Beyte olan alâkasının etkisini dile getirirler. ‘Gönüllerde Sema’ kitabında Dr. Haluk Nurbaki hocamız ‘Hz. Dıhye’nin Sırrı’nı üç sayfada anlatıyor. Ama siz oradan üç kitap hacminde sevda alabiliyorsunuz.

Geçen hafta bir arkadaşımın İlahiyat öğrencisi kızı ziyaretime gelmişti. Söz döndü dolaştı Efendimizi nasıl tanımamız gerektiğine geldi. Hz. Dıhye’yi sordum… Bilemedi doğal olarak… Bize anlatılan kronolojik tarih içerisinde Efendimize, Ehl-i Beytine yeteri kadar ‘Sevda’ bulmak ne yazık ki, pek mümkün değil… Bahsini ettiğim kitaptan ilgili üç sayfayı okuduk birlikte…

Ve inanın Haluk Nurbaki hoca bambaşka bir boyuta taşıdı bizi…

Elbette kitaba da el konuldu.

Kendi çocuğunun tırnağına kıyamayan bizler Evlad-ı Resule kıymanın acısını yüreğimizin en derininde, en dağlayıcı biçimde hissedeceğiz.

Kerbela olayını hiç zikretmeden ‘Aşure Günü’ adıyla anlatılanlardan hiç haz almayacak ve bu güne kadar yaşadıklarımızın nasıl bir nasipsizlik olduğunu acıyla hissedeceğiz o zaman.

Bu husus neden bu kadar önemli derseniz benim cevabım şudur:

Evlad-ı Resule yakın olmak, onları sevmek, gönlümüzü onlardan yana koymak Efendimizin gönlünde yer bulmanın önemli bir sırrıdır.

Bu nedenle hayati öneme sahiptir.

Hz. Hüseyin Efendimizin Kerbela’da tüm insanlığa verdiği mesajı anlamaya mecburuz.

Ne demişti bize? Nereye çağırmıştı? Gitmemesi yolunda yapılan tüm uyarılara rağmen gitmesindeki sır neydi? Neyin dersini veriyordu? Son hitabede neler haykırıyordu?

Bunu anlamak için gönlümüzü vermeliyiz? Muhabbetimizi ortaya koymalıyız. Ancak o zaman ‘Gönül gözümüz’ duyabilir! Yoksa bizde kendimizi tarihi dedikoduların girdabında acı çekerken bulabiliriz.

NedenHz. Hüseyin Ffendimize‘Belagerdan’ deniyordu? Şu günlerde anlamaya muhtaç olduğumuz bir fedakarlık!.. Neden belayı bir gerdan gibi boynuna takmış ve biz inanmışlardan hangi belaları kendine çekerek azaltmış istemişti. Dedesinin ‘Şefkatli Nebi’ oluşu sünnetini neden bu şekilde işlemişti?

Burada neyin mücadelesiydi verilen?

Bu azim ne içindi? Bu direnç ne sağlayacaktı?

Zulme direnmek nasıl bir miras idi?

Bu soruların cevaplarını berrak bir biçimde veremediğimiz zaman Hz. Hüseyin’i anlama imkanımız yoktur.

Gelin bu hafta münasebetiyle buna az da olsa gayretlenelim!

Allahın sevgisi Efendimizi sevmekle kazanılır.

Efendimizin sevgisi de onun nazenin evlatlarını sevmekle elde edilir.

Gelin bu konuda kendimizi gözden geçirelim…

Yüreğimizi Ehl-i Beyte açalım…

Bu konuyu dikkate alalım…

Bundan uzak kalan gönlün kurumuş çöle döneceğini kabul edelim.

İstanbul’un manevi kalbi olan Koca Mustafapaşa’da Sümbül Efendi Camisinin avlusunda Kerbela’dan buraya gönderilen iki nazenin annemizin ‘Çifte Sultanlar’ adıyla türbeleri vardır.

Bugünlerde yolumuzu buraya düşürmek çok güzel olur.

Halleşmek yerinde olur!

Sözün özü şudur:

Kerbela yaşanmış bitmiş değildir. Bu acı evrenlerin dinmeyen bir sızısıdır.

Bir gönül yangınıdır.

Aşıkların bağrını delip durur sürekli…

Nazlıların gözyaşıdır!

Ariflerin ahıdır dinmeyen!..

İlim şehrine Ali kapısından girmek isteyenlerin bitmeyen matemidir.

Fatıma annemizin yürek kıvrımlarındaki elemi hissetmektir, ortak olmaktır.

Ehli Beytin asumanda kıyamete kadar dolaşacak olan çığlığını kalbinde hissetmektedir.

Niyazımız şudur:

Allah bizi Ehl-i Beyte yâr eylesin….

Onların katarından, izinden, tozundan, dîdarından bir lahza ayrı komasın!

________

 

NOT:

Açığımızı kapatmak için konuya ilişkin ilk elden aklıma gelen üç kitaptan bahsetmek isterim.

1- Asım Köksal; ‘Kerbela Olayı’ kitabı

2- Mustafa Özdamar; ‘Ehl-i Bey’t kitabı

3- Ahmet Turgut; Aşkın Şehidi romanı…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir