Annelerimiz… Kendilerinden doğduğumuz mukaddes varlıklarımız…
Varlıkları en büyük “varlığımız” olan zenginliğimizdir annelerimiz…
Yoklukları ise dinmeyen bir hicran, sönmeyen bir yangın…
Hangi ilaç dindirebilir, anne sıcaklığının boş bıraktığı zemheriye dönen kalbin ızdırabını…
Sarılması en zor yaralardan annenin yokluğu…
Anne şefkatinden yoksun kalmış bir yüreği hangi güneş ısıtmaya yeter dersiniz?
…
İrfan anlayışının bize sunduğu iki anne kavramı var… İnsanın iki anası vardır bu düşünceye göre.
İlki “dünyaya doğduğu” anasıdır ki bildiğimiz annedir… Elleri öpülesi ve hiç doyulası olmayan annelerimiz… Hatta ayakları öpülesi “şefkat kahraman”ı olan analarımız…
Yüreği evladına sürekli akortlu olan, gönül saatinin yelkovanı hep evladını “tık tık” vurup durmakta olduğu annelerimiz.
Şairlerin en güzel şiirleri olan annelerimiz…
Ve en çok üzerine şiir yazılan annelerimiz…
Türkülerin en dokunaklısı onlara ait olan annelerimiz…
Evet en hisli şarkılarımız, türkülerimizdir annelerimiz, dilimizden düşürmediğimiz…
Bir Çerkes türküsünde “Dünyayı güzelleştiren güzel annem” deniyordu…
Gözüyle dünyaya baktığımız ve o nedenle güzel gördüğümüz annelerimiz… Onaylarıyla gönendiğimiz, eleştirdiklerinde başkalarının beğenmesini hiçe saydığımız annelerimiz…
Ellerinden yediğimiz her ne var ise “değme aşçıların” en leziz ürünlerine yüz vermediğimiz annelerimiz…
Onların el lezzetini her şeyden daha üstün tuttuğumuz annelerimiz… Ben “Annemde yemediğimde doymam” diyen kişileri çok duydum…
Besleyendir, doyurandır annelerimiz… Her açıdan… Sütüyle, sevgisiyle, bitmeyen şefkatiyle, azalmayan ilgisiyle ve her zaman saran sıcaklığıyla…
Hayatımızın şifası, sığınağı, bereketidir annelerimiz… Sînesine dünyanın derdini ve ağırlığını bıraktığımız halde bir günden bir güne “Ihh yoruldum” demeyen annelerimiz…
Annelerimizin de anne bildikleri hepimizin annesi “Fatıma anamız”ın sırrını aradığımız annelerimiz… Anadolu tabiriyle “Yoğurt çalarken” bile “Fatma anamızın eliyle” diyecek kadar Sure-i Kevser’de zikredilen “Kevser”in Fatma anamızın bitmezlik ve bereket sırrını yüreğinde yoğurarak “yoğurdunu çalan” ve yemeğini yapan ve çocuklarına yediren ve doyuran analarımız…
Anlatmakla biter mi analık? Asla…
Bir de annelik kavramının dışında “analık” tabiri vardır… Ülkemizde olumsuz anlamlar yüklense de gerçekten anne kadar hassas ve sıcak olan analıklarımız, anne yerine geçen muhteşem anneler vardır… Kendi doğurmadıklarına analık yapan gerçek sevgi ve şefkat kahramanları…
Bu konuyu ne zaman hatırlasam gözüm yaşarır… Fahr-i Kâinat Efendimizin analığı olan Efendimizin hayatındaki ikici Fatıma anamız gelir aklıma…
O Fatıma Ehl-i Beytten olan Hz. Ali Efendimizin anası ve Efendimizin analığı… Bağrına basanı… Kendi çocuklarından ayırmayanı… Öyle bir analık onun ki…
O kadar ki, gerçek âleme göçtüğünde Peygamber Efendimiz kendi elleriyle kabrine indirerek yanında bir süre uzanarak ahirete yolcu edecek kadar değer verdiği Fatıma anamız…
Dostlar demem şu ki; annelerimizi anlarken mutlaka bu annelerimizin bereket kaynağı olan ‘İslam Anneleri’ni de bilmek ve sevmek borcunda olduğumuzdur…
Bu ihtiyacı 15 sene önce çok derinden görüp hisseden bilim ve gönül adamı Dr. Haluk Nurbaki hocamızla “Yüce İslam Annelerini Anma Günleri” düzenlemiştik İstanbul’da… Nurbaki hocam bu konferanslarımızda gönüllerimize onların sırlarını ekmişti, bize sevdalarını taşımıştı. Bu yazımızda ne demek istediğimiz bu konferansların deşifre edilmesiyle oluşturulan ve Damla Yayınları ( http://www.damlayayinevi.com.tr/kitap.asp?id=284ve 0212 514 28 28) tarafından yayınlanan ‘Nurdan Anneler’ kitabını okuduğunuzda daha net göreceksiniz. Bu kitapta yer alan ve mutlaka gönlümüze nokta nokta nakşetmemiz gereken Hz. Esma, Hz. Nesibe, Hz. Sümeyye, Hz. Âmine, Hz. Hatice, Hz. Fatma, Hz. Âişe ve Hz. Şeyma annelerimizi tanıyacaksınız. Son yıllarda annelerimizle ilgili yazılan romanların mânâ tohumlarının o günlerde Dr. Haluk Nurbaki hocamız tarafından ekildiğini hatırda tutarak bu tohumların en güzel örnekleriyle açtığını gösteren Sibel Eraslan’ın annelerimizle ilgili yazdığı romanları da önereceğim.
15 sene evvel Nurbaki hocanın gönlünden gönüllerimize atılan o tohumları en güzel bir toprak gibi besleyip bize romanlarıyla filiz açtıran Sibel Eraslan dostuma da buradan minnettarlıklarımı sunarım.
…
Annelerimizi tanıyalım evet… Sevelim evet…
Doğru anlamak ve sevmek için annelerimizin sırrı olan ‘Nurdan Anneleri’ yakından tanımaya ihtiyaç var…
…
“Söyleyin anama anam ağlasın”der bir Ankara türküsü…
En iyi, analar ağlar çünkü… Evladı için yangın yeridir onların yürekleri…
Annelerimiz kimdir sorusuna bir cümleyle cevap istense ne dersiniz acaba?
Ben “her şeyi sahici olan” derdim…
…
Evet insanın iki doğumu olduğundan bahsetmiştik…
İlki kendisinden dünyaya doğduğumuz ve yukarıda anlatmaya çalıştığımız anamız…
İkincisi ve belki de daha da önemlisi ‘Mânâya kendisinden doğduğumuz’ mürşidimiz… Gönül mimarımız… Ruh ustamız…
Canını cânâna bağladığın sır… “Bin can ile bir cânâna bağlanma” denilen en sarsılmaz hakikat…
Cânânda can bulma… Aziz olma onu Aziz bilerek!…
Kendi sırrını sana gösteren ve tanıtan gerçek ana… Hakiki ayna…
Hayatı ve kendini anlamlandırdığın sahibin bir açıdan da…
Kendisinden doğamadığında, sırrını aynasında göremediğinde birinci doğumun anlamsızlaştığı hakikat!..
Mânâya kendisinden doğduğumuz sultanlara binler selam!
Himmetleri hazır ve daim olsun!
…
Anne topraktır… Toprağındır… Sığınağındır!.. Hayatın şifasıdır!…
Tohumun ondadır, ona düşer…
Dosyan bir çekirdek gibi onun gönlüne emanet edilir.
Onda biter, onda filiz verirsin… Meyven varsa ona borçlusun…
Sana rengarenk çiçekler ve bereketli nimetler sunar!
Hem dünyaya doğduğun ilk annene hem de mânâya doğduğun ikinci ve gerçek annen olan manevi sahibine iyi davranmalı hürmet etmelisin!
Unutma sırrın onda…
Çekirdeğin ancak onun gönlünde çatlar!
Yoksa çürür gidersin…