HİKÂYESİNİ BULAMAMIŞ ADAMIM BEN

UĞUR CANBOLAT

HER pula altın olmak nasip midir?

Her yara merhemini bulur mu dersiniz?

Her dert her vakit şifasına kavuşur mu?

Yokluklar toklukla nice zaman sonra ancak yer değiştirir, eğer değişirse…

SARP yokuşludur dünya.

Yorgunluktur.

Engebeleri çoktur.

Yavaşlatan hatta nefes kesen nice tümsekleri bulunur.

O sebepledir ki, insan her dem gerçek hikâyesini kolaylıkla bulamaz.

ROLLER farklıdır elbet.

Bazı yaşanmışlıkların başrolü olmak istersin amma gel gör ki çoğunda ancak figüranlık bulursun.

Seveyim dersin lakin sevmeyi bilmezsin. İncitirsin, örselersin.

Ait olmak ile sahip olmak arasında bocalar durursun.

Güven ile kıskançlık arasında sulh yapamazsın.

Birinde ileri giderken diğerinde geri kalırsın.

Sevileyim dersin ancak onunda hakkını veremezsin.

Mâşuk olmayı abarttıkça abartırsın ve dünyayı kendi çevrende dolaştırmaya yeltenirsin ki, sonun başlangıcıdır.

Gerçek anlamda anne olamadığın için arkadaş gibi anne olmak istersin ama çıktılar hiç iyi değildir.

Orada da tökezler düşersin.

Anlayışlı, müsamahakâr baba olayım derken izzet ve metanet elden gider ve aziz olamazsın.

Arkadaşım diye bellediklerin en lazım oldukları anda arka vermezler sırt üstü düşersin.

Dost saydıkların içinde düşmanlık biriktirdiklerinden hırslarına yenik düşerler ve ilk öldürücü hançer darbesini onlardan alırsın.

Hâsılı hikâyeni, gerçek hikâyeni bulmak güçtür.

KISACASI kolay değildir yârenler, hiç kolay değildir.

Her pula altın olmak nasıl müyesser değilse, hikâyesini bulmakta ne yazık ki, her kula nasip değildir.

Tahtı olanın her vakit bahtı olmadığı gibi bahtı olanın da her zaman tahtı bulunmaz.

Netice de eksikli bir dünyanın nakıs fertleriyiz.

İlla ki bir yanımız açıkta kalır, ayaza keser.

EMEKLİ bir muallim ile tanış olmuştuk bir vakit.

Sözünü usta bir terzi gibi ölçüp biçerdi. Yerli yerindeydi.

“Bülbül Hoca” diye ünlerdik. Öyleydi de gerçekten.

Ondan kırıcı bir nağme işitmişliğimiz hiç olmamıştı.

Ne vakit konmuşsa dalımıza hediyelerimizi bırakarak uçmuştu.

Kandilimize sürekli yağ damlatırdı. Sönmemize mani olurdu.

Bunu da çok maharetle, incitmeden yapardı.

YARENLİĞİMİZ nice vakit karşılıklı gelişip dönüşerek devam etti.

İşe erken gider mesai öncesi buluşur yemekhanede çorba içerdik birlikte.

Mesele çorba değildi elbette.

Gönül rızkı ikram ederdik birbirimize her daim hakiki Rezzak olanı derhatır ederek.

Muhabbetin demiyle gönlümüzün sarhoş olduğu bir boşluk anında “Sen kimsin Bülbül Hoca?” demiştim mânâsını anlatması için.

Yazıya başlığını veren cümle işte tam o zaman zuhur etmişti.

“Ben hikâyesini bulamamış adamım imanım” demişti. “Kolum kanadım kırık, yüreğim yanıktır o sebeple…”

İçim öyle cız etti ki sormayın.

En sarsıcı cümleler en beklemediğiniz vakitler gelir.

Sendelersiniz.

İşte bu da öyleydi.

Bir düşünün hele, kaçımız hikâyesini tamı tamına bulmuştur.

“Hikâyeler hep yarım” deyişimiz boşuna mı?

Eksikli olmak tamamlanmayı gerektirir ki, hayatın itici gücü ve enerjisidir.

Yarım kalsak ne gam, hayatın öte yakası yok mu?

Ya Selâm!

16.09.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/hikayesini-bulamamis-adamim-ben/790377

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir