UĞUR CANBOLAT
“HER insan biraz ölüdür” der Edip Cansever, haklıdır.
Toprağa sırladığımız halde gömemediğimiz, yasını tutamadığımız, usulünce uğurlayamadığımız her duygu ve kişiyle biz de biraz ölürüz.
Yavaş yavaş…
Dışarıdan bakıldığında fizik bedenimiz elbette görülür. Gezdirir kendini. Yer, içer.
Eğlenir de yeri geldiğinde ama bir yanı hep ölüdür.
Ne vakit sevinecek olsa diğer yanı gelip tutar kolundan. Çeker aşağılara.
Ne zaman azıcık coşku hissetmeye meyletse öteki taraf gelir çöreklenir patlamamış bir kurşun gibi yüreğine…
Bir miktar geçmişten umutlansa, azıcık gelecek için ümit beslese balta girmemiş ormanlara tüm haşinliği ile dalan deli bir balta gibi gelir ve dalını, budağını hunharca keser.
Üflediği her balonu patlamış çıkan bir çocuktan farksız olur. Nefes var ama balon şişmez.
Gündüzler karanlık olur, gecelerse sun’i ışıkların aydınlattığı nursuz, fersiz katran rengine gömülür.
Yazar haklı, evet. Her insan biraz ölüdür ama içindeki olumsuz duyguları öldüremeyenler sanki daha fazla ölüdür.
…
ZARAR gördüğümüz kişilere menfi elbiseler giydiririz.
Ölçü alanı, dikeni, provasını yapanıysa yine bizden başkası değil.
İyi yanlarımızı öldüren, yok eden, bizleri travmalara sürükleyen, canımızı yakan, kalbimize basan, ruhumuzu inciten, öteleyip ötekileştiren, aşağılayan kişileri zihnimizde diri tutan biziz.
Üstelik çoğu defa bedenen öldükleri halde…
…
İÇİMİZDEKİ ölülerle yaşarız.
Kalbimizi kabristana çevirme konusunda hünerliyiz.
Ruhumuzda ölmüşlerin bitip tükenmeyen rahatsız edici iniltileri duyulur.
Gölge gibi takip eder desem yanlış olur, ötesidir. İçimizdedir çünkü. Çöreklenmiştir.
…
TAŞINMAZ bu yük, taşınamaz.
Omuzlarımızı çökertir, belimizi büker, dizlerimizin dermanını keser.
Adımlarımız küçülür.
Verimimiz düşer, üretemez oluruz.
Yine de maalesef çekeriz bu yükü.
…
SUÇLARIZ kendimizi.
Mahirizdir bu hususta… Kimse elimize su dökemez.
Döktürmeyiz de ayrıca.
Hem yakınırız, dertleniriz hem de bırakıp göndermeyiz.
Salmayız.
Bitmeyen menfi bir döngünün anaforunda kendimizin zalimi oluruz.
Oysa zalimlerimiz ölmüştür. Biz yine de zalim ölülerimizle yaşarız.
Buna yaşamak denilebilirse tabi.
…
BEDENEN gidenler olduğu gibi uzaklaştırdıklarımız da vardır.
Gerçek vücutlar gömülür ama ruhumuzda muhayyel mevcudiyetleri devam eder.
Kavga edip dururuz ama yine de ölmelerine müsaade etmeyiz.
İçimizdeki ölülerle yaşarız.
…
ÜZÜLMEKTEN korkarız. Kaçarız.
Aldığımız eğitim ve telkinlerle kendimizi kabahatli bulmayı öğrenip içselleştirdiğimizden bu çark avara kasnak gibi başımızın üstünde dönüp durur.
Uğultuları başımızı şişir ama yalnızca bizim duyduğumuz bu sesleri susturmaya bir türlü cesaret edemeyiz.
Azap çemberinin dönme dolabında dönüp dururuz.
Ne yaşar ne ölürüz.
Yani ne hayatımız hayat olur ne de kendimizi mahkûm ettiğimiz bu zindandan ölü çıkarız.
Bir yanımız biraz ölü diğer tarafımız azıcık canlı devam edip gideriz.
…
TRAVMALARIMIZI gömmekten başka çare yok. Yüzleşmekten daha ne kadar kaçabiliriz.
Gerekeni bihakkın yapıp, yasını tam olarak tutmadığımız müddetçe içimizdeki hortlaklar kazanı fokurdayıp kaynamaya devam edecek.
Giden zaten gitti.
Olguları daha fazla algılara kurban vermemek için gerçeğin gökçek yüzünü görme cesaretine kavuşmalıyız.
Yoksa içimizdeki türlü olumsuz duygular kara pelerinlerini sağa sola savurarak iflahımızı kesmeyi sürdürecek.
Bu kadarı ölmemiş canımıza yazık değil mi?
Ya Selam!
30.05.2025