İğne ile Aşk Menbağından Kuyu Kazmak

Yol engebeli, zahmetli… İnayet dilemeden ve aşk atına binip iç huzura doğru yol almaya niyet etmeden menzile ulaşmak güç. Burada sahih bir niyetin varlığı belirleyici. Ardından gayret elbette.

Hayatın nitelikli olması buna bağlı. Kelimelerin şifa sunması da… Bu sağlanabildiğinde kişi kendisiyle sulh etmeyi de başarmış olacak. Bunun şartı ise, ayık, uyanık ve yanık olmaktan geçiyor.

İğne ile aşk menbağından kuyu kazmak isteyenlere kendi ilhamlarından paylaşımlarda bulunan ‘Tırtılın Kanatları’ kitabının yazarı Elif Dilâ Kömürgöz ile siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için söyleştik.

Yavaş yavaş, dura dura okumanız önerilir.

UĞUR CANBOLAT

__

Nasıl bir yaşam yolcususunuz, buradan başlayalım mı?

-Merhaba; öncelikle bu imkânı bana layık gördüğünüz için çok teşekkür ederim Uğur Bey. Yaşamda her birimiz Âşık Veysel’in de parmak bastığı gibi, gündüz -gece yol alıyoruz. Her yolcu kendi yazılımına göre güzergâhını sürüyor. Ânın değerini bilmeden öyle çok an tüketiyoruz ki sonunda tükenen biz oluyoruz. Etkin ve bilinçli bir yolcu olmayı kafasına koyan, tali yollara girmekten çok kez bitkin düşen bir yolcuyum. Anların değerini geç fark eden bir yolcu. Sonra bir başka yolcuya refakat etmesi gerektiğinde apar topar uyanmaya, sağına soluna bakmaya çalışan, eksik gedik kapamaya niyetlenmiş bir yolcu. Yine de kendini bildiğinden beri içe bakan bir yolcu. Ufka baktığında gönül yolunu sürdüğünü bilen, bazen de onu hep koruyana güvencinden dolayı korkusuz olan bir yolcu… Bununla birlikte plansız ve fazlaca akışa kapılmış olan ruh halim hâlâ anların değerini bilmediğimi söylüyor bana; lakin tüm bilinmezliğine rağmen yol güzel, yolculuk heyecanlı…

Size göre edebiyat ile şifa arasında nasıl bir ilişki var?

-Şifa yaşamda her şeyle ilintili bir kavram zira seste, yazıda, ışıkta, resimde, mimiklerde, dansta yumuşacık toprakta kısacası her yerde frekanslar konuşur. Onun niteliği ya şifaya kapı açar ya da sağaltımı kısıtlar. Frekanslar atom altı parçacıklarının niyetimizle yöneldiği bir hal alır.  Niyetimiz de içimizdeki bizi ne denli tanırsak o derece saflaşır. Yani iş yine yola ve yolcunun niyetine göre seyreder. Edebiyatın atom altı parçacıklarına kelimeler ve harfler dersek her şifalı harf, ses, kelime ve cümle ayna nöronlarca okuyanına illa ki geçer. Niyet hayırlıysa sonuç da iyi olacaktır. Eğer edebiyat bilhassa gönül yolunu içten süren bir etki gösteriyorsa görsel tasvirler flulaşır ancak öz niyet netleşir. Çünkü gözün görmesi gerekeni değil gönlün görmesi gerekeni yaşar, yazar ve onu akıtır okuyucusuna. Gönlün iç boyutları bilir ki hepimiz biriz ve ayrı gayrımız yoktur, o halde şifa niyeti de doğal olarak akar muhatabına.

Şifa konusunun sosyal mecralarda ehil olmayan kişilerce istismar edilip sahanın kirletildiğine inanıyor musunuz?

-Kesinlikle! Popüler kültür eline aldığı, biraz gelecek vaat eden her konu ve nesneyi o vıcık vıcık bencilliğiyle sarıp sarmalayıp boğup yok etmeden, yani içini boşaltmadan bırakmıyor maalesef. Şifa ve şifacılık da modern hayatın ve pop kültürünün bu doymak bilmez hırsından etkileniyor.  Ehil olmaktan kasıt eğer diploma ise bu konuda farklı düşünüyorum. Öyle çok diplomalı ama ehil olmayan şifacı var ki. Tıp eğitimi de tam olsa fark etmez. Asıl olan gönle dair bir eğitimdir. Özünün Öz’e ait olduğunu hisseden kişiler bilir ki bir diğerinin kirli niyetlerle istismarı aslında kendi özüne de ihanettir. Bu öze ihanet etmeden yol yürümeye, kimseye en ufak bir suizan beslemeden kendini çekip çevirmeye azmeden için ‘ehil olmuş’ derim ben. Evet, uzman kişi acemice hatalar da işleyebilir ama niyeti o danışana daim güzellik akıtmaksa o hata hiç olmamış hükmünde Yaradan tarafından tolere edilir.

Hayatın nitelikli olması için nasıl bir çaba gerekli size göre?

-Nitelik kavramının maddi bir değer içermediğinin anlaşılması yeterlidir. Kişi bağ kurmak ve yolu zenginleştirmek ile alakalı bir çaba içinde olmalıdır.

Biraz açar mısınız?

-Tabi, açmam gerekirse herkes yekdiğerine göbekten bağlı olduğunu bilmeli, öz niyetinin daim farkında olmalı, ayrık otları düşünce evreninden silinmeli, her an temiz ve huzuru temin ederek, ettirerek yaşamaya çalışmalıdır. Sonrası iç ile ve dış ile ilişkileri saflaşan insan için şölene dönüşür. Evet, diğer insanların acılarından yine etkilenir belki ama duygu dünyası nötr bir kıvamda, ahenk içinde olduğu için büyük gelgitler yaşamadan, daimi duada kalıp ihtiyacı olana etkisini de nitelikli kılabilir. Sonra düşünür; börtü böceğe, hay sıfatlı canlara zarar vermeden nasıl yaşanır diye, enerjimi daha hayırlı nasıl kullanırım diye. Onları da zamanla işleye işleye, yaşam kendi kıvamınca nitelik kazanır. Bunun en yüksek boyutu da her şey ile kurulan iletişim akabinde işte o her şeyin Sahibiyle olgun bir ilişki geliştirmekle olur ki inşallah o tadına doyulmaz bir hikâye olur.

İnsan yaşamında hangi yöntemlerle ortak bilince ulaşabilir?

-İnsan sayısınca yol, yol oranında yöntem mevcut bence. Kimisi uzun süreli tali yol seyri yapıyor, kimisi uçlarda, sınırlarda dolaşıyor, kimi de orta yoldan hiç şaşmamaya özen gösteriyor… Ancak öz niyeti öyle de olsa böyle de olsa düze çıkmak ve çıkarmak gibi bir niyet ise, yani temiz ise, o vakit inanın adım adım ortak bilince katkı sağlanıyor.

Ortak bilince ulaşmanın kişiye ve dünyaya getirisi nedir?

-Malumunuz ortak bilinç sentez içerir; sentez birlik damarından beslenir. Damlalar temiz ise okyanus da pırıl pırıl olacaktır. Sonra sular buharlaşıp da yağmura dönüştüğünde bir de içine Yaratıcı rahmet nüvesi katılmış olur. Herkes kendi doğası ve özgün katkısı oranında o bilince etki eder . Kimisi olumsuz duygular üretebilir ve başta kendisi olmak üzere alanındakileri ve ortak bilinci olumsuz da etkileyebilir ancak kişi kendini gerçekleştirme mefkûresine ermiş ise ortak bilince katkısı eşsiz olacaktır.

Ortak bilinçte fıtratın sunduğu farklılıklar bir problem mi, imkân mı?

-‘Fıtrat’ direkt Yaratılış kodlarıyla ilintili olduğu için farklılıklar için ancak ve ancak imkân olabilir diye düşünüyorum. Ressam] , tablosuna açık ve pastel tonlar kadar,  coşkun veya koyu tonlar da koyar. Zira ‘zıtlıklar’ dersini geçmek ve ‘bir görme’ ile ilgili dersleri vermek durumundayızdır. Hâl böyle olunca da problemler problem olmaktan çıkar, her farklılık bir görmek  için birer imkân haline gelir.

Hayat bir seyir ise eğer bu seyri belirleyen etkenler nelerdir?

-Elbette bize hazır verilmiş mizaç, fıtrat önemli birer faktör. Çevremiz de Yaradan’ın tablosunda nihai olarak rengimizi, diğer bir deyişle, ışığa ne denli yakınız onu belirliyor. Seyrin başlangıcındaki kadersel sorunlar mücadele gücümüzün törpüleyicileri. Bir ana plan var! Kutsal metinlerde ve her yere yayılmış olan tüm işaretlerle bu açık ve canlı kitap okunuyor. Okuyup yorumlayabilenler problemlerini törpüleyebiliyorlar ve seyirleri ferah oluyor. Kısmi olarak nefslerinin iradeleriyle adım atanlar iseilla ki tökezliyor ve ayağa kalkıp yeniden yaşamı okumak, son nefese dek mücadele içine girmek zorunda kalıyorlar.

Sufizm ile devrimcilik çatışmasını barıştırmak mümkün mü, mümkünse nasıl?

-Çok güzel bir başka soru. Tekrardan teşekkür ederim. Devrimciliğin bir çatışma olması kavramı şu an beni düşündürdü. Bizi yöneten sistem, şayet dosdoğru yoldan sapmış bir irade ile bağlantılı ise elbette onu dengeye getirmek gayesiyle bazen yapısal ve sosyolojik depremler şart olabilir. Şirk içindeki Arap toplumuna Hazreti Muhammed bir devrim yapmıştır mesela.  Uçlara yönelen devinimleri bazen dengeye getirmek için sarsmak gerekebilir. Sorunuza gelince, şayet sufizm – sükûnet; devrimcilik – çatışma ikilemiyle bu zıtlığa parmak basıyorsanız şunu diyebilirim ki yeri geldiğinde bir sufi aşırılıklarla mücadele ederken gönle indirmeden, yüzeyde sert bir tavır takınabilir. Örneğin bir mürşit ya da bir ebeveyn yeri geldiğinde muhatabını neyin tehlikeli olduğu hakkında direkt ve sarsıcı bir dille uyarabilir. Bunda bir beis yoktur. Bu meyanda tüm çatışmaları barıştırmak ancak nötr kalıp kalbimizi öğretisine açtığımızda mümkün olacaktır. Bir devrimci de asil duruşunu hiç bozmadan derinden ve nezaketle köklü bir etki bırakabilir diye hissediyorum vesselam.

Kitabınızın önsözünde “Birlik İlmi”ne atıfta bulunuyorsunuz. Bu ne demektir?

-Birlik İlmi bence ilimlerin şahıdır. Yaşamda her yolcu, yola ve birbirine göbekten bağlı demiştik. Bunu kuantum bilgileriyle de destekleyebiliriz. Bu biz olmak ve organizmanın her nüvesinin önemli olmasını içeren bir ilim; bilgelikle işlenmeye layık bir ilim. Biz onun hakkını vermiş olamayız elbette; ancak ucundan da olsa anlamayı deneyebiliriz. Tevhîdi   bakış da diyebiliriz buna herkesi ve her şeyin özünü bir görmekle alakalı. İki gözün bir görmesi gibi ayrılıklar olmadan, öylece teklik zarafetiyle ve çocuksu bir masumiyetle olay ve durumları değerlendirmek. Her şeyi inadına birbirine sentezlemek, rengarenk ve kıvamında yaşayabilmek…

İlhama özel vurgular yapıyorsunuz. İlham bütünüyle masum ve katışıksız mıdır?

-Maalesef, aslına bakarsak değildir. İlhamın saf ve katışıksız olanı, siz de katışıksız olursanız geliverir. Oysa bizler beş duyunun yanılgılı sahasından bilgileri alan, onu niyetimiz ve özgün rengimizle harmanlayan ve bunların senteziyle üretmeye çalışan kimseleriz. Işık kaynağına ne kadar yakın isek o oranda görünür, belirgin ve saf olmayı başarabiliriz; ancak O’nda kendini yok etmiş ermiş zatlar ve elçiler kadar ‘som’ olamadığımız da muhakkak.

Neden kitabın ismi “Tırtılın Kanatları?” oldu?

-Hepimiz, önce tıpkı bir tırtıl gibi sürüne sürüne yolu tanımaya çalışıyoruz. En büyük hayalimiz, ömrümüz sadece  bir gün bile olsa kendimizi gerçekleştirebilmek ve yolun özünü yukarıdan görebilmek. Bu da ruh, beden, zihin bütünlüğüyle olabilir. Kanatsız mümkün değil. Kanatları da kimsecikler bizim için çıkaramaz. Zaten  öyle bir durumda bize en büyük kötülük hiç şüphesiz bu olurdu. Her an bu rüya ömrün içinde tırtıl ve kelebek anlarımız var. Kalıcı bir kendini gerçekleştirme süreci zamanla oluşuyor. Kişi an be an hakikati deneyimledikçe o kanatlara kalıcı olarak sahip olmayı hep özlüyor; inancını sağlam tutarsa maksuda erer diye hissettiriliyor naçizane.

Tırtılın kelebeğe dönüş sürecindeki sancılar nasıl aşılmalı?

-İlahi yardım da alınsa yol özgün olduğu için tırtılın kendiyle barışıp, özünü çok sevip hep derin derin nefesler alıp tekrar ördüğü özgün kozayı içerden delmeye niyet etmesi gerek. İnsan da genelin boş uğraşlarına zaman ayırıp kanatların avantajlarını ‘zor’ diye erteledikçe zamanında evrimini geçiremeyip mutsuzluğa da gark olabilir maazallah. Doğum sancısı yepyeni bir bizle karşılaştığımızda unutulup gider. Buna odaklanmak gerek.

Yaşam okuyucusu olmak ve buradan ibret devşirmek için kişi nasıl bir bakışa sahip olmalı?

-Kısaca ‘Ayık, uyanık ve yanık’ bir bakış açısı gerekiyor diye hissediyorum. Aymalı: zira her şeyi dışarıda gören o yitik gözlüklerini çıkarması gerek. Fark etmeli ki Kalıcı olan, Kaynak olan haricinde her şey geçici; işte onu aramalı daim. Uyanık olmalı : “Bu olay veya kişi beni yaralamaya değil bana bir şey göstermeye geldi; ama o nedir?” diye düşünmeli çokça. Sonra yanık olmalı: bilmeli ki aşk olmazsa yakıt da olmaz. Aşk onu yakmalı, sarıp sarmalamalı, uçurmalı, yakmalı. Elbette istidadı ölçüsünde, ufak ufak… Dilemeli ki O lütfetsin de aşkı artsın.

Dünya için bir terk edişler ve terk edilişler diyarı diyebilir miyiz?

-Evet, terki terke dek yolu var bunun. Geçici ve müfredat için oluşturulmuş bir arena nasıl baki kalışlar istasyonu olsun ki! Bu gerçeği ne kadar erken kabullenirse o kadar özgür olur insanoğlu.

Çağımızın modern hırsızları ev eşyaları veya kıymetli eşyalar yerine neyimizi çalıyorlar?

-Maalesef ele geçirmek istedikleri ruhumuz. Metotları ister popüler kültürü ön plana sürerek, ister tanrı parçacığını arayarak, isterse de sosyal mecralarda özümüze çamur bulaştırarak olsun fark etmez; ayık, yanık, uyanık olmaz isek maalesef ışıktan nasibini alamamışların oyunlarına kapılıyoruz. Bize “şunu al!” diyorlar âdeta koşuyoruz, bize “şunu yaptır yoksa ölürsün!” diyorlar yine sıralara girip o ilacı, sıvıyı, onu, bunu yaptırırken buluyoruz kendimizi. Tarihi, bilimi, her türlü kandırmacalarla, düzmece bilgilerle menfaatlerine göre bozdular. Onları kullanıp maddi dünyanın zirvelerinde gezen ancak manen fukara olan hırsız rolünü oynuyorlar.

İnsan kaybolan huzurunu nasıl bulabilir?

-İç gözlemci olmalı, tek başına olabilmeyi de sevmeli, özünü ve onu Yaratanı sevmeli… Bu gibi şartlar olursa hissiyatıma göre insan ancak huzurunu bulabilir. Aslında tabiri caizse hep içimizde gizlenen şakacı bir çocuk gibidir huzur. İnsanlarla inatlaşırsa, itişir kakışırsak saklanıverir; onları kendi canından can görürsek çıkar saklandığı yerden gülümser bize. Tüm bunlar birlik bilincine, onun ipine bağlanırsak oluverir. Öylece, kolayca, sevgiyle, ahenkle, bağlanmayı kast ediyorum. İçin içine dalmak, ayna nöronlarla karşısındaki canı anlamak. Koyu renk bile olsa o can, yargılamamak ve dıştan mücadele etse de içten ona gönül koymamayı başarmak. Lafta güzel, gönle, söze akışı harika ancak fiiliyatta çok dikkat ve emek ister. Başarıyor muyum? Kısmen evet, çoğunlukla hayır… Her an daha çok huzurluysam, o vakit o an için başarmışımdır. Sonraki an sonra düşünülür nasılsa. Eziyet de etmemek lazım. Şakacı huzur saklambaç oynar bizle sonra…

Son olarak kitabınızı okuyup bitiren okurun alması gerekenin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

-Öncelikle özgün bir yolda olduğunun farkında olacak, tatlı bir hikâyenin akışında olacak, kendi semalarına çıkmak için o kanatları yürekten ister bulacak kendini. Hatanın, katılıkların, husumetlerin olmadığı naif bir sınıfta seminerlere katılacak, özünü daha çok sevecek, harmanladıklarını paylaşmak için yanıp tutuşacak, şifa bulacak okuyucu. Biliyor musunuz Uğur Bey, her gün buna niyetleniyorum ben. “Okuyan ve okuyacak olan şifa bulsun, özünü sevsin, Yaradanıyla barışsın ve sevgiyi yüreğinde bulsun, korunsun!” diyorum. Bununla birlikte, eğer okurumuz aksiyonu dışarıda aramayı seviyor ve değişik, içe yönelik bir şeyler aramıyorsa okumasın derim bu kitabı. Tansiyonu artırılmış kurgu, dış gözlem,  popüler kültürün yapıştırdığı öğeleri bekleyenler de okumayabilirler.

Bu kitap gönül yoluna çıkanlara yazıldı. O yol ki tertemiz semaları vardır, öze bağlıdır, sevdalıdır. Diğergam insanlar içindir bu kitap; her şeyi bir gören, ayrılıklara pabuç bırakmayanlar içindir; içindeki kara köpeği büyütenler sevmezler bu kitabı. İğne ile aşk menbağında kuyu kazmayı göze almak gerek. Emek vardır biraz ama sonuçta o kuyudaki seni sevip onu yukarı çekmek de bir miktar emek ister hani.

Sizin gibi naif ve içten insanlar bu tip kitapların içsel serüvenlerinde nefes alırlar, aldırırlar! Vaha gibidir bu tip özgün ilhamlar. Dilerim O’nun akıttıklarını hep tertemiz hissedebilmek nasip olsun da dönüştükçe dönüştürebilelim vesselam. Kıymet verip beni ve bize nasip olan ilhamımızı anlatma imkânı verdiğiniz için sonsuz teşekkür ederim. Yolumuz daim açık ve ışıklı olsun. Okuyana, özünü sevene şifa olsun!

KENDİ DİLİNDEN ELİF DİLÂ KÖMÜRGÖZ

Bendeniz Elif Dîla Kömürgöz. 1971’den beri eğrisiyle doğrusuyla yaşamaya ve fark ettiklerini bir vesile ile paylaşmaya çalışan bir yaşam yolcusuyum. İlk eğitimime memleketim olan Elazığ’da başlamış olup orta ve liseyi 1979’da taşındığımız İstanbul’da tamamladım. 1995 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. Eğitim sonrası süreçte Üsküdar Musiki Cemiyeti kursiyerliği ile amatör yorumculuk faaliyetleri bir taraftan devam etti. Sonra şifa, edebiyat, eğitmenlik, çevirmenlik, biyofeedback terapistliği asistanlık, gibi görevleri ifa ettim. Hali hazırda beş buçuk yıldır sektöründe öncü bir hukuk ofisinde çalışmaktayım. Bunlara ilaveten 2021 yılında da Anadolu Üniversitesi Radyo TV Programcılığı ön lisans eğitimimi bitirmek ve Medya ve İletişim Bölümü’ne girmek de nasip oldu.  Eşim Gökhan Bey ile açtığımız Nitelikli Hayat YouTube kanalında video makaleler yayınlamaktayız. Ayrıca aldığım şifaya has çeşitli kurslar vesilesiyle ve Theta Healing eğitimiyle boş zamanlarımda @Niteliklihayat.theta adlı instagram sayfasında şifa konulu paylaşımlarda bulunmaya ve https://holistikyol.blogspot.com/ sayfasında hayata dair yazılar yayımlamaya çalışmaktayım naçizane.

09.08.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/igne-ile-ask-menbagindan-kuyu-kazmak/781538

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir