UĞUR CANBOLAT
KENDİNİ yücelerde görüyorsun.
Herkes senden aşağıda duruyor. Böyle olduğuna inanıyorsun. Onlara yukarılardan bakıyorsun.
Bulunduğun yerden eminsin, en küçük bir kuşkun bile yok.
Kendini yukarıda sandığın için güvende hissediyorsun. Bunun konforunu yaşıyorsun.
Seni taşlasalar bile bunların sana ulaşmayacağından eminsin.
Bu sana tatlı bir rehavet sağlıyor aynı zamanda.
Oysa…
İyi bir sebep ve kötü bir gün kendini onların yanında bulman ve saldırıya geçmen için yeterli.
Demek ki, özünde iyi değilsin.
Yukarılarda kendini vehmetmen durumu değiştirmiyor.
Bunun avuntu olduğunu herkesten daha iyi biliyorsun.
…
KENDİNİ ilim ehli görüyorsun.
En muhteşem bilgilerle donanmış olduğundan zerre tereddüdün bulunmuyor. Böyle inanıyorsun.
Herkesin bildiği yanlış veya eksik. Senin bilgilerin ise kesin ve gerçek.
Bu vehmin sebebiyle herkese kolaylıkla ayar verebileceğini düşünüyorsun ama kendinde var olduğuna inandığın meziyetlerin gereği olarak bulaşmak istemiyorsun. Fildişi kulede yaşamayı tercih ediyorsun.
Var olmayan ilminin güya haysiyetiyle kendini ağırdan satıyorsun.
Oysa…
İyi bir sebep ve kötü bir gün kendini onların yanında bulman ve saldırıya geçmen için yeterli.
Demek ki, gerçek bir ilmin sahibi değilsin.
Yukarılarda kendini vehmetmen durumu değiştirmiyor.
Bunun avuntu olduğunu herkesten daha iyi biliyorsun.
…
EHL-İ İRFAN addediyorsun kendini.
Bilgileri hatmederek bilgeliye ulaşmış olduğundan minik bir kaygın bile yok.
Tüm oluşlar ve yıkılışlar önce senin gönlünde olup bitiyor.
Kendini insanlara mânâ dağıtan bir nokta görüyorsun. Nasipler senin elinden dağıtılıyor.
Himmetin merkezi senin kalbin.
Ne kadar hizmet o kadar himmet düşüncesindesin. Dolayısıyla insanların etrafında pervane oluşları teşekküre bile değer değil. Netice de onlarda kendince manevi bir menfaatin peşindeler.
Sende onlarda bunun farkında zaten.
Her şeyin bir bedeli var, madem tâlipler elbette yapacaklar düşüncesindesin. Biz de vaktiyle çok didindik, uğraştık diyerek kendini rahatlatıyorsun.
İstediklerine ulaşamayanlar için “Her arayan bulamaz” fikrine yaslanıyorsun ve her fırsatta bunu ifade edip dikte etmekten kendini geri çekmiyorsun.
Ne zaman ki, senden daha ârif olduğunu ima eden veya alenen söyleyenler ortaya çıkıyor işte o zaman perdeyi yırtıyorsun.
Çünkü…
İyi bir sebep ve kötü bir gün kendini onların yanında bulman ve saldırıya geçmen için yeterli.
Demek ki, özünde ârif değilsin.
Yukarılarda kendini vehmetmen durumu değiştirmiyor.
Bunun avuntu olduğunu herkesten daha iyi biliyorsun.
…
HAKİKAT diyorsun, marifet sözcüğünü dilinden düşürmüyorsun.
Etrafında olanlara kendilerini başkalarından daha yüce ve üstün görmelerini sağlayarak rahatlatıyorsun.
Bunlar herkese nasip değil diyerek onlara seçilmişler duygusunu pompalıyorsun.
Ham değil has olduklarını telkin ediyorsun.
Elbette beyinlerine atılan bu çapalar sonrasında onlarda kendilerini bu mertebeye taşıyan kişi olarak gördüklerinden sonsuz şükran duygusuyla dolular. Nuh’un gemisine binmişler olarak görüyorlar.
Ama bir gün onlardan bazıları bu gaflet perdesini yırtıp kendilerine uyandıklarında sorgulamaya başlıyorlar.
Bu doğal olarak hiç hoşuna gitmiyor.
Onları hakikatin ve marifetin münkiri olarak yaftalamaktan çekinmiyor, geri durmuyorsun.
Zira…
İyi bir sebep ve kötü bir gün kendini onların yanında bulman ve saldırıya geçmen için yeterli.
Demek ki, ne hakikat ne de marifet ehlisin.
Yol hırsızısın.
Yukarılarda kendini vehmetmen durumu değiştirmiyor.
Bunun avuntu olduğunu herkesten daha iyi biliyorsun.
Kendince iyi bir neden bulduğun vakit durum değişiyor, maske düşüyor, gerçekler gün gibi açığa çıkıyor.
Çünkü onların böyle bir huyu var.
Ya Selâm!
15.11.2022