ÇABALAMIŞTI tüm ömrü boyunca, saçını sakalını değirmende değil hayatın yokuşlarını çıkarken ağartmıştı. Ona göre çalışmak, üretmek dengeydi. Paylaşmaksa mutluluk. İnsanın peşinde koşacağı bir idealinin olmayışı yıkıcıydı. Sıkıntıydı. Stres içinde olmaktı. Bize böyle anlatıyordu.
Hep üretmişti. Paylaşmıştı. Mutlu olmuş ve çevresini daima mutlu etmişti. Onun o güne kadar tebessüm etmediğine, ışımadığına hiç rastlamamıştım.
Gemileri batmış müflis bir adamı andırıyordu.
Eli şakağındaydı. Omuzları öne doğruydu, çökmüştü sanki. Üzerine bir dağ yıkılmış ama teslim olmak istemiyor, direniyordu. Gözleri yere elindeki sopayla çizdiği bir şekle sabitlemişti. Hiç konuşmuyordu. Sanki oraya hapsolmuştu.
Huu Erenlerim diye ünledim. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra İlla Huu diyebildi ancak. Böyle selamlaşıyorduk. Öyle öğrenmiştim kendisinden. Derviş selamlaşması diye tarif etmişti. Sonrasında hep böyle selamlaştık ve şöyle niyazlaştık: Aşk-ı niyaz ederim.
Bozmadım sistemi. Aşk-ı niyaz ederim dedim. Bilmukabele nazarım dedi.
Sessizdi yine. Bir çerağ uyandırsan gönlümde dedim. Yorgunum evladım, kalp yorgunuyum. İmam-ı Ali Efendimiz bedenin yorulduğu gibi kalbinde yorulabileceğini buyuruyor ve bunu hikmetli ve hoş sözlerle gidermemizi öğütlüyor.
Çerağı bugün ben değil sen uyandırdın gelerek. İyi ki geldin. Hoş geldin gönlüme nazarım.
Hoş buldum efendim, sefa buldum.
Sefanız sefamız ola! 16.05.2019