UNUTMADIĞI nasihatlerden biriydi. Babaannesi az ama öz konuşanlardan biriydi. Dedesi ise bundan oldum olası şikâyet ederdi. Yer yer hep susuyorsun şeklinde suçladığı da olurdu.
Babaannemse yüzünde ve alnındaki yılların acı ve tatlı hatıralarının haritası olan çizgileri yumuşatır gözlerini kısarak gülümserdi. Nadiren cevap verirdi. O cevapsa yine standarttı.
El hanımını çok konuştuğu için şikâyet eder sense konuşmuyor diye söyleniyorsun. Şükretsene bey derdi. Arayıp bulunamayanı buldun yahu.
Yıllar yılları hep bu minval üzere takip edip durmuş.
Yokuşlar çıkılmış, rampalar inilmiş, düzlüğe erilmiş. Her yanı artık hatıralar kaplamıştı benim yetiştiğim zamanlar.
Dedeme konuşmayan nenem bana konuşur olmuştu. Hem de Kevser havuzu berraklığında.
Bunun sebebini tam bilmiyorum. Üzerinden zaman baskısının kalkması mı, işin gücün kalmaması mı, yoksa benim konuşma iştihasını açan bir yanım mı var?
Ama sonuç belli. Benle uzun uzun konuşuyordu. Bu konuşmalar kimi zaman dizinde yatırıp saçımı okşarken gerçekleşiyordu, bazen de evin önündeki kocaman dut ağacının gölgesinde mindere oturmuş haldeyken oluyordu.
Mutluydum. Dinliyordum. Sıkmayan sorularım oluyordu, babaanneme de sanırım bu iyi geliyor cevaplıyordu.
Bir gün dedemin şikâyetini sordum. Anlattı.
Evladım bu da bir miras dedi ve devam etti. Meğerse nenem nenesinin tembihi ile yaşamış bir ömür.
Lafkörü olma, lafkörük ol.
Boşa konuşma, lakırdı iyi değil. İçi dolu olsun sözlerinin anlamına geliyormuş.
Nenem gönül alıcı, tatlı, hoş, yürek okşayıcı, şeker tadında, işe yarar, kırıp döken değil, derleyip toplayan sözler edemeyeceksem neden konuşayım ki diye düşünerek sessizliği bilerek tercih etmiş.
Aydınlatan, iyiliği körükleyen, çoğaltan lafın yoksa körelten, inciten, bunaltan sözlere ne gerek var diye susmuş.
Lafkörük değilim madem lafkörü de olmayayım demiş.
Hiç fena bir öğüt değil diye düşünüyorum.
İç açmayan, yürek ferahlatmayan, cana can katmayın söze söz mü denir ki!
07.07.2018