UĞUR CANBOLAT
“OY MAHBUBE OY” her cümlesinin hem başında hem sonunda yer alırdı.
Bir farkla ki, o da şu şekildeydi: “Ey Mahbube Ey.”
Cüssesi zayıftı. Ufak tefekti. Kara kuru biriydi işte.
Ama yüreği kâinatı kaplardı. İhata ederdi.
Mangal gibi cesareti ise dillere destandı.
Gençliğine dair nice kahramanlıklar anlatılırdı ki, ne kadarı gerçek, ne kadarı abartılmış bilinmezdi.
Ancak bunları kendi ağzından işiten olmamıştı. Dolayısıyla ayrıştırmak mümkün değildi.
Kimse bunları onun huzurunda dile getirmediğinden ikrar ya da inkâr söz konusu olamamıştı.
Bundan sebep söylence olarak dilden dile söylendi, kulaktan kulağa taşındı.
Hepsinden ayrı olarak hakikat şu idi ki; “Mahbube oy” cümlesini herkes duymuştu.
Hem de binlerce defa.
…
HUB âşık olmak anlamına geliyor.
Sevmek demek.
Gönül verilen, tutkuyla bağlanılan ve her daim hatırda tutulan…
Yazı yok, kışı yok.
Mevsimler etkilemiyor yani.
Kış onu donduramadığı gibi yazın da yakası değil.
Her iklimde sıcak ve yakıcı…
Kavurucu.
Öldürmüyor evet ama oldurucu.
Kendine getirici ve her daim zinde tutucu…
Geceyi gece yapan o ateş işte.
Cümle âlem tatlı uykusunda iken onu alevlere salıyor.
İnsanlar tatlı rüyalarının keyfini sürerken göze uykuyu haram eden bir istek.
Bir çekim…
Gündüzü de başka tabi.
Herkes işinde, gücünde, kârında iken o derin hülyaların dalgın âdemi olarak bir yerlere sığamıyor.
Kendi içine de öyle…
Hep bir taşma hâli…
Coşma şevki…
Vuslat niyazlarının en kavruk kıvamı…
Topluluklar içinde yalnızlığın en tenha durağında bekleyiş…
Yalnız iken ise kalabalıktan daha kalabalık duygular seli…
…
“GÖNÜL verenin elinde gönül kalır mı hiç?” demişti vaktiyle sorduğum biri.
Anlayamamıştım.
Şu farkla ki, elinde olan senin değil, gönül verdiğinin gönlüdür.
Eğer karşılık bulabilmişsen…
Mukabilinde sevdiğinin gönlünü alabilmişsen…
Yoksa avuntulu hülyaların gece bekçisi olup çıkıyorsun.
Olmayanı ya da sana teslim edilmeyeni bekleme, koruma ve kollama tesellisi…
…
GERÇEKTEN kendisine emanet edilmiş, kadife kundaklara sarılıp muhafaza edilmesi arzu edilen bir kalp var mıydı?
Korunamamış mıydı?
Sakınılamamış mıydı?
Kem gözlerden gizlenememiş miydi?
Üşüten rüzgârlardan saklanamamış mıydı?
Kavurucu güneşlerden etkilenmemesi için gölgelik kurulamamış mıydı?
Bilinmiyor. Bilmiyorum.
Yoksa o kalbe dokunamamış mıydı?
Girememiş miydi o gönle?
Sürekli “Oy Mahbube oy” veya “Ey Mahbube ey” denmesinin sebebi neydi tam olarak kavranamadı.
Kırık bir aşkın ve kırılmış bir kalbin sahibi olan bilgeye destursuz sual etmiştim de bir vakit şu cevabı almıştım.
“Kalpte mihman olan aşk kendini dile getirmez nazarım” demişti.
Karar sizin elbette, ben yorum getirmeyeceğim.
Şunu da dillendirmeden geçemem.
Mahbubesi olanın mahbub olamaması çok acı olsa gerek.
Sevenin sevilmemesi kadar derin yaralar açan başka bir bahtsızlık düşünülebilir mi hiç.
Ya Selâm!
31.07.2023