UĞUR CANBOLAT
KİŞİSEL GELİŞİM kitapları henüz bu kadar yaygın değildi.
Hatta neredeyse hiç sözü edilmezdi.
Manevi yolculuk, insanın iç gezintisi, gönülde seyahat ve tefekkür yolculuğu gibi kelimelerle erdemli olmanın istikâmeti çizilirdi.
Herkes daha ziyade bedensel yorgunluklarından şikâyet eder ve hemen arkasından “Dinlenirsem geçer” cümlesini eklerdi.
Kısacası kütüphanemizin raflarını henüz bu tercüme ve kültürümüze uymayan anlayışları yaşamımıza boca eden kitaplar istila etmemişti.
Dolayısıyla kişiler arası var olan rekabet daha sınırlıydı.
Egomuz bu kadar cilalanıp parlatılmamış ve patlatılmamıştı.
Kibri gölge gibi kendisinden önce giden insanlar çok azınlıktaydı.
Herkes işiyle, eşiyle, çocuklarıyla meşgul ve mutluydu.
Rıza kavramı henüz tılsımını yitirmemişti.
Şükür ve teşekkür hayatımızın en önemli belirleyicisiydi.
“Ritim Baba”yı işte o günlerde tanımıştım.
Bununla yetinip kalmamış sevmiştim de…
…
“RİTİM BABA” diyerek ünlerlerdi kendisini.
Gerçek adını hiç öğrenemedim. Zaten gerek yoktu.
O, hayatın akışının farkında, fıtratın imkânlarını keşfetmiş, emeğin hayatta neye tekabül ettiğini çok iyi kavramış ve yaşamasını bihakkın bilen bir âdemoğluydu.
Sözü dinlenir, çayı içilirdi.
Kolu kanadı kırıkların sığınağı gibiydi. Bazıları çevresinde toplananları “Kaybedenler Kulübü” olarak tanımlıyor olsalar da ben bu görüşe hiç iştirak etmedim.
O, kazananlardandı.
Dahası herkesin kazanması için çaba harcayan gerçek bir hayat yolcusuydu.
Kendisine anlatılanları büyük bir özen ve dikkatle dinlerdi. Aktarılan mevzuya göre ya “Ritimde kal” ya da “Ritimde ak” derdi.
Çok nadir olarak ise “Çık buradan, kendini mahkûm eden hâkimlerden olma” derdi.
Hepsi bu kadardı söylediklerinin.
Üç cümleyle çevresini bu kadar yüksek seviyede motive eden birine daha önce hiç rastlamamıştım.
Ben kendisini ilk gördüğümde onu “Kalbi çalışan biri” olarak tanımlamıştım ama bunu kimseyle paylaşmadım.
Hem ne lüzumu vardı ki.
…
EZGİSİ olmalı insanın.
Sürekli tazelenmeli ve yeni ortaya çıkan durumlarla uyumlanabilmeli…
Seslerin ahengine vâkıf olmalı.
Akışı duymalı.
Yönünü bellemeli.
Nerede yükselip coşacağını ve nerede alçalıp duracağını kavramalı.
Kendi türküsünü yazıp havalandırmalı.
Şarkılarını nağme nağme terennüm etmeli.
Keşfetmekten asla vazgeçmemeli. Kendisini, hayatı ve hâdiseleri…
Bu ise ritmi fark edip ona uyum sağlamakla mümkün.
Çünkü hayatta keyif de var, keder de…
Sevinç de bulunur, üzüntü de…
Sağlık da mevcut, hastalık da…
Saadet de yaşanır, kahır da…
Sükût da var, vaveyla da…
Ritüellere elbette önem vermeliyiz ama putlaştırmadan…
Rutinleri önemsemeliyiz ancak yenilenme heyecanını kaybetmeden…
Motivasyonumuzu öldürmeden…
Yalnızken üretip bir araya geldiğimizde bunları paylaşarak bu ritme katılabiliriz.
Bireysellik ve bencillikten kurtularak biz bilinci geliştirip evrenle bütünleşebiliriz.
Sürekli kendimizi iyilikler için ikna edip fıtratımızın bize sunduğu imkânları açığa çıkartarak kâinatın aktif bir üyesi hâline gelmekle bunu başarabiliriz.
Hobilerimizi geliştirip meraklarımızı ateşleyerek ritimde kalmayı sağlayabiliriz.
Demem o ki, ritimde kalmak ve ritimde akmak mühim erenler.
Yani “Ritim Baba” haklı.
Ya Selâm!
02.08.2023