Mihrap Ehli Süt Gibidir, Leke Kabul Etmez

Çocukluk yaşlarımda Küçükçekmece Tepeüstü mahallesinde Darusselam Camisi imamına hayranlıkla bakar onu mihraba çok yakıştırırdım. Namaz öncesi kamet başladığında caminin arkasından mihraba doğru vakarla yürümesi hâlâ hafızamda en canlı hâliyle durur ve sık sık hatırlarım.

O minik bedenim ve delişmen aklımla “Bir insan bu kadar mı mihraba yakışır?” cümlesini tekrar edip dururdum.

Daha sonraları aynı duyguyu Sultanahmet Camisi imamı Emrullah Hatipoğlu için de hep hissetmişimdir. Cuma namazlarını onun arkasında kılmak, minberden onun hitabesini dinlemek Cağaloğlu yıllarımın vazgeçilmez güzelliğiydi.

O gün bu gündür “Mihraba yakışmak” kavramı üzerinde düşünürüm.

Son yıllarımda kıraati, okuyuş tavrı ve ciddiyetiyle İstanbul Üsküdar Marmara İlahiyat Fakültesi Camisi İmam ve Hatibi Hasan Lütfi Ramazanoğlu hep dikkatimi çekmiştir. Onu da mihraba çok yakıştırıyorum. Bu sebeple bu ciddiyet ve vakur duruşun altında nelerin yattığını merak ettim. Aileden gelen bir emanetin, mirasın olup olmadığı hususunu düşündüm.

Ben sordum hoca cevapladı.

___

Bir nevi baba mesleğini icra ediyorsunuz değil mi?

-Evet. Sâdece baba değil aynı zamanda dede mesleği. Baba tarafından rahmetli dedem Molla Hasan icâzetli bir hocaydı. Anne tarafından rahmetli dedem Molla Muhammet ise kardeşi kadar olmasa da o da ilim sahibi bir hoca. Rahmetli babacığım amcasının kızı olan rahmetli anneciğimle evlenmiş. Annem bir evin bir kızı kalmış. Dayılarım ve teyzelerim çeşitli hastalıklardan erken yaşlarda vefât etmişler. Rahmetli anneciğim çok yufka yürekliydi. Gelene sevincinden ölene ya da gurbete gidene hüznünden ağlar da ağlardı. Ağlamak ona sanki iyi gelirdi. Yatalak olmadan ve son zamanlardaki ufak tefek bazı unutkanlıklarını saymazsak, hiç kimseye muhtaç olmadan âdeta ayakta öldü. Allah ganî ganî rahmet eylesin. Sorunuza dönecek olursak bizim ailede hocalık dededen toruna, babadan oğula aktarılan bir hizmet. Adını taşıdığım rahmetli Molla Hasan dedem bir taraftan bağda ve bahçedeki yorucu işlerle iştigal ederken diğer taraftan da, çoğu zaman meccanen mahallemizin câmisinde imamlık yapar ve çocuk okuturmuş. Milletin hastasıyla, nikâhıyla, cenazesiyle velhasıl her şeyiyle yakından ilgilenirmiş. Dedemi tanıyan çok insan tanıdım. Onu hayırla yâd etmeyen ve ona dua etmeyen kimseye rastlamadım.

Babanızın hayata bakışının ana teması neydi?

-Rahmetli babacığım çocukluktan itibaren aslında köydeki bağda ve bahçede çalışacak adama ihtiyaç olmasına rağmen ilim yoluna sevk edilmiş, o da bu yolu benimseyerek, önce Mesahor’da, sonra Çaykara’da sağlam bir klasik medrese eğitimi alarak,  gelecekte yapacağı çok mühim hizmetlerin alt yapısını oluşturmuştur. Omuzundaki elle örülen çoban çantası hemençe içerisinde taşıdığı azığı ve elbiseleri ile uzunca bir yol yürünerek gidilen Mesahor’daki eğitimin belli bir aşamasında babacığım rahatsızlanıyor ve bir yıl eğitimine ara vermek zorunda kalıyor. Daha sonra, rahmetli Molla Hasan dedemin bir şekilde methini duyduğu Çaykaralı Hacı Hasan Efendiye teslim olarak orada eğitimini tamamlıyor ve ilmî icâzetini buradan alıyor. Çaykaradaki bu eğitiminde babacığıma muhterem amcacığım Süleyman Ramazanoğlu hoca efendi de katılıyor ve iki yıl sonra da amcacığım icâzet alıyor Çaykaralı merhum Hacı Hasan Rami Yavuz hoca efendiden. Babacığım ve amcacığım bir taraftan resmî imamlık görevleri alıyorlar bilahare ve köyümüzdeki uzunca zamandır eğitime kapalı olan tarihi Aho Medresesini yeniden açıp orada tedrisata başlıyorlar. Amcam askerlik sonrası Yüksek İslam Enstitisü eğitimi için İstanbul’a gidince babacığım tek başına, imamlık vazifesinin yanı sıra kurs faaliyetlerini devam ettiriyor. Komşularımızın da desteğiyle köyümüzde çok bereketli bir çalışma ortaya konuluyor ve gerek kendi köyümüzden gerekse de başka köylerden, hatta başka ilçe ve şehirlerden yatılı talebeler kıt imkânlarla orada eğitim görüyorlar. Birçok defa icâzet merasimleri düzenleniyor ve âdeta köyümüzden yükselen bu ilim ışığı bölgemizin aydınlanmasında çok mühim bir yer tutuyor. Her ne kadar yaşım küçük olduğu için ve nazar alırım korkusuyla başa döne döne tekrar ederek okuduğum için icâzet almam nasip olmadıysa da, bu medresede okumak bendenize de nasip oldu elhamdülillâh.

Mihrapta olmak size ve babanıza göre ne anlama geliyor?

-Rahmetli babacığımın vazifesi sebebiyle biz âdeta câmiye doğduk diyebilirim. Çok küçük yaştan itibaren babamla birlikte camiye ve kursa giderdim. Biraz yaramaz olduğum da söylenir. Tabi ben hepsini hatırlamıyorum. Bu arada babacığımın camide yatılı kalmadığı günlerde sabah namazlarını kurstaki talebeler kıldırırlardı ve babacığım genellikle sabah namazlarını evimizde cemaatle kıldırırdı. Ailece bizler cemaat olurduk ve müezzinlik yapardık. Şu andaki ezberlerimin önemli bir kısmını babacığımın bu sabah namazlarında okuyup tekrar ettiği uzunca zammı surelere borçluyum. Babacığım görevini severek ve hakkını vererek yapmaya gayret ederdi ve bunu başardığına da yürekten inanıyorum. Müftülüğün bilgisi dâhilinde gittiği cenazeler ve cemiyetler dışında sürekli vazifesinin başında ve talebeleri ile ve cemaatiyle beraber olurdu. Aptessiz evden çıktığı belki de hiç olmamıştır. Derslerden fırsat bulduğunda evradını okur, bol bol Kur’ân okur ve vereceği vaazlarına hazırlık yapardı. Yine köyde ya da hastanelerde ziyaret edilecek hasta ve yaşlıları ziyaret etmeye çok önem verirdi. İmamlık ve müderrislik onun hayatının tamamıydı. Hiç bir zaman ticari ya da tarımsal dünyevi bir merakı ve meşgalesi olmadı. Dünyalık yönünden fakir bile sayılabiliriz amma ahiretlik yönünden babacığım çok iyi hazırlıklar yaptı ve hep mihrapta oldu elhamdülillâh.

Mihrap ve minber nasıl bir emanet?

-İmamlık için Peygamber mesleği, mihrap ve minber için de Peygamberin makâmı benzetmesi yapılır. Her birimiz her zaman bu şuurda tam olarak olamasak da, bu yönde gayret etmemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Büyüklerimizden de böyle gördük ve öylece devam ediyoruz.

İmamet etmek için mihraba geçtiğinizde yaşadığınız hissiyat nedir?

-İmam efendi arkasındaki cemaatin vebâlini ve sorumluluğunu da üstlendiğinden bu yönüyle ağır ve mesuliyetli bir vazife îfa ediyor. Mihrap insanı geliştirir. Samimimi olarak ve ihlasla bildikleri ile amel edenlere Allah bilmediklerini de öğretir ve onun işini kolaylaştırır. Yoksa mihrap adamı terletir. Öyle uzaktan bakıldığı ya da sanıldığı gibi çok da kolay bir hizmet değildir bu vazife.

Cehri okunan namazlarda kıraat için tercihinizi nasıl belirliyorsunuz?

-Cami ne kadar büyük olursa olsun, imam bildiğini okur derler. Zammı sûre çeşitliliği hafızlar için daha kolay, benim gibi hâfız olmayanlar için daha zordur. Sürekli aynı yerleri okumak yerine gayret edip ezberlerimizi ve zammı sûrelerimizi artırırsak gerek mihrâbiyelerde, gerekse de namaz okumalarımızda hem bir kolaylık, hem de bir zenginlik ve çeşitlilik olur. Ben şahsen buna gayret ve dikkat ediyorum.

Kur’an-ı Kerim’i tilavet ederken mânâ ve makam ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?

-Kur’ân tilâvetindeki bu hususiyete temsîlî okuma diyoruz. Bu belli bir düzeyde de olsa Arapça bilgisi gerektiren bir durumdur. Nereden başlanacak, nerede durulacak, nerede geriden alınacak ve nerede bitirilecek bunlar çok mühimdir. Talim ve tecvidin yanında bu konulara da vâkıf olunmalı. Ses nerede yükseltilecek, nerede alçaltılacak bunlar önemli. Bir de içerisinde bulunulan günün haftanın ya da güncel bir olay ya da duruma göre de seçilmeli okunacak yerler.

Namazda Kur’an okumak ile mihrabiye okumak arasında sizin açınızdan bir fark var mı?

-Kur’ân okumak her nerede olursa olsun bir ibadettir. Özellikle namaz okuyuşları daha bir huşû ve hudû ile yapılmalı. Neticede arz-ı hâl ediyoruz, arz-ı endâm değil. Namaz okuyuşlarında ses fazla yükseltilmez ve makâmât yönünden de çok fazla çeşitleme ve geçki yapılmaz. Kur’â tilâvetinin daha uygun olduğu belli başlı makamlar tercih edilir ve sadelik esasıyla hareket edilir.

Kur’an-ı Kerim’i namazda okumak ile hayatta okumak arasındaki bağı nasıl kurmak gerekir?

-Kuran âyetleri 6236 tâne, kâinât âyetleri ise âdetâ sınırsızdır. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksak bitiremeyiz. Kur’ân’da bolca tekrar edilen akletme, taakkul, tefakkuh, tezekkür, tedebbür, teemmül ve benzeri kavramları kavrayarak gerek Kur’ân âyetlerine, gerekse de kâinât âyetlerine bu nazarla bakmalı ve nasibimizi artırmanın gayreti içerisinde olmalıyız. Bu da ancak çokça okumakla ve tefekkür etmekle elde edilir.

Siz aynı zamanda bir musiki insanısınız. Bunun bir imam için ne gibi avantajları olduğunu düşünüyorsunuz?

-Mûsıkî çok saygın bir ilimdir ve Fârâbî, ilimlerin sayımında mûsıkîyi temel ilim dalları arasında zikretmiştir. Mûsıkî bir kâbiliyet ve nasip işidir. Uçsuz bucaksız bir okyanustur. Bizler bu deryâda bir damla olabilirsek ne mutlu bize. Bir imam olarak bendeniz önce imamım elhamdülillâh. Mûsıkî ya da başka bir hünerimin bu yönümün önüne geçmesi beni mutlu etmez. O tür çalışmaları da evet severek yapıyorum meşru dairede ancak bütün bu diğer faaliyetlerim benim imamlığımı destekleyen ve geliştiren türden yardımcı unsurlardır. Yardımcı unsur konumundaki bu gibi meşguliyetler ana unsur hâline hatta bazılarında bunun da önüne geçmişse burada bir problem var demektir. Sanatçılık ya da artistlik bizlerin özeneceği şeyler değildir. Saygın sanatkarlara ve edepli artistlere elbette ki saygı duyuyorum ancak bizden çok onların bize saygıyla ve hayranlıkla bakacakları bir duruş ve bir vakar üzere olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu ne kadar başarabildiğimizin takdirini bizi tanıyanlara bırakıyorum. Kur’ân tilâvetinde iki temel husus vardır. Biri doğru okumak, diğeri ise güzel olkumak. Kur’ânı tâ’lîm, tecvîd, mahârîc-i hurûf, sıfât-ı huruf ölçülerine riâyet ederek okuyan herkes doğru okumuştur. Allah kabul eylesin. Güzel okumaya gelince bu sayılanlara ilâve olarak, Allah vergisi güzel bir sesin yanında, mûsıkÎ ve makâm bilgisi de gereklidir. Tavır sâhibi olunmalıdır. Bu uzun bir çalışma ve ciddî bir eğitim gerektirir. Fem-i Muhsin hocalardan ve mûsıkîşinâs üstadlardan dersler alınmalı ve meşkler yapılmalıdır. Bu işin sanat ve aşk kısmıdır. Aşk olmadan da meşk olmaz.

Musikiyi dini ve ladini olarak ayırıyor musunuz?

-Bendeniz mûsıkînin çalgı çeşidi ya da türünden ziyâde verilen mesaj yönünden muhtevasıyla alâkalıyım. Meşrû dâirede olan her türlü mûsıkîyi mubâh, bu dâirenin dışındaki her türlü müziği gayr-ı meşru görürüm. İlâhî, şarkı türkü, ezgi ya da marş fark etmez. Ben verilen mesaja bakarım. Bir de işin kalite tarafı var tabi. Kalitesiz yapılan her müzik meşru çerçevede de olsa bence iyi müzik değildir.

İsmail Karaçam, Fatih Çollak ve İlhan Tok gibi mühim Kur’an-ı Kerim hocalardan ders aldınız sanırım.

-Evet, elhamdülillâh çok değerli hocalarımız oldu gerek fakülte de ve gerekse de fakülte dışında. Hepsinden Allah razı olsun. Ölenlerine rahmet olsun. Onlar bizin hem hocalarımız hem de bu alanda rol modellerimiz oldular. Bu arada hoca dediğin okutacak. Talebesi olmayan hoca olamaz. Talebelerinin talebeleri olmadan da üstâd olunmaz. Şimdilerde herkes üstâd maalesef. Kaç tane talebeye emek verdi. Bir hocanın en büyük eseri okuttuğu talebeleridir. Yazdığı kitaplar ya da makaleler sonra gelir. Nitekim bizler hocalarımızın eserleriyiz ve bu ilmi talep edenlere aktarmakla meşgulüz. Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir. Bundan daha büyük bir müjde ve bundan daha yüce bir pâye olabilir mi?

Sizin Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma dereceniz var. Sizden sonra bu alanda bir gelişme var mı?

-Gerek imam-hatip yıllarımızda ve gerekse de fakülte yıllarımızda yapılan yarışmaların teşvik yönünden bize çok faydası oldu. Rahmetli Yahya Soyyiğit, Hafız Osman Şahin, Hafız Ekrem Nalbant, Hafız Kerim Öztürk ve daha niceleri hep bu heyecânı yaşadılar. Biz de yaşadık. Dereceler aldık elhamdülillâh. Bu gibi başarıların insanları şımartmaması lâzım. Havalara girip, ayaklarının yerden kesilmemesi lâzım. Kibre ve gurura kapılmamak lâzım. Muvaffâkiyetler Allah’tandır. Şükrünü edâ edebilmenin gayreti içerisinde olmak gerekir. Bir de Türkiye birincisi, dünya birincisi oldum diye tamam artık ben oldum da dememek lâzım. Sürekli tekâmüle ve gelişime açık olmak lâzım. İlmin de öğrenmenin de sonu yok. Şöhret âfettir. Allah bu gibi âfetlerin şerrinden muhâfaza eylesin.

Musiki ve mânâya uygun yapılan kıraatin daha fazla etki ettiğini gözlemliyor musunuz?

-Mûsıkî ve mâna bilgisi tilâvete bir halâvet ve duygu katmada etkili olur. Okuyan kalpten okursa bu tilâvet dinleyenlerin kalbine nüfuz eder. Sadece gırtlaktan çıkan, ses, makam ve nefes gösterisine dönüşen okumalar bir kulaktan girer, ötekinden çıkar ve kalbe nüfuz etmez. Bu bir nasip işidir. Yoksa nice Ku’ân okuyucuları vardır ki Kur’ân onlara lânet eder. Allah muhâfaza. Bizim bütün gayretimiz Kur’ân’ın şefâatçı olacağı okuyuculardan ve dinleyicilerden olmak. Bir kimsenin bizim Kur’ân ya da ezan okuyuşumuzdan etkilenerek hidâyete ermesi ne büyük bir bahtiyarlıktır. Gâyemiz sâdece Rızâ-i Bârî olmalı. Gerisi boştur.

Son olarak mihrap vakarı nedir ve nasıl muhafaza edilir diye bitirelim.

-Mihrâp ehli süt gibidir ve leke kabul etmez. Şerefli mesleğimizin onurunu ve vakarını korumak her birerlerimizin aslî görevidir. Vakarla kibri, tevâzu ile de zilleti karıştırmamak lâzım. Biz bir yönüyle temsil makamındayız. Evet dinimizde ruhbanlık yoktur. Her Müslüman dininin görevlisidir. Ancak mâdem ki bu vazife onca insan arasından bize nasîp olmuştur. O halde bunun kıymetini bilip, şükrünü edâ etmek ve hakkını vermek gerekir. Allah bilcümle hademe-i hayrâta rahmet eylesin. Hayatta olanlarımıza sağlık sıhhat ve âfiyetler lütfu ihsân eylesin. Bizleri de bulunduğumuz bu hizmetlere lâyık olanlardan eylesin.

Bu röportajı bendenize lütfettiğiniz için sizlere kalbî şükranlarımı arz ediyorum. Bu satırları okuyan tüm değerli kardeşlerimizi muhabbetle selamlıyor ve kucaklıyorum.

Allah’a emânet olunuz efendim.

15.03.2023

https://www.istiklal.com.tr/haber/mihrap-ehli-sut-gibidir-leke-kabul-etmez/744493

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir