NEBİ İÇİMİZE İNMELİ…

UĞUR CANBOLAT

“KUR’AN okuyor musun?” diye sordu. “Elbette okuyorum O bizim hayat kitabımız” dedim.

“Peki, nasıl okuyorsun?” diye sürdürdü sualini.

Anlattım. Belirli aralıklarla hatim yaptığımı, Ramazan aylarında her gün bir cüz okuduğumu bununla beraber neredeyse mevcut tüm meallerden istifade ettiğimi aktardım ve okuduğum tefsir kitaplarını sıraladım. Memnun olacağını sanmıştım ama yanışmışım zira yüzünde en küçük bir memnuniyet alameti göremedim. Üzüldüm tabi.

SONRAKİ buluşmamızda içime bir ukde gibi yerleşen bu mevzuyu tenha bulduğum ilk anda sordum.

“Hiç gemi yaptın mı?” dedi.

Anlamamış boş gözlerle baktığımdan meseleyi kavrayamadığımı fark etti ve daha vurucu cümlesini kalbime infilak etmek üzere olan pimi çekilmiş bir bomba gibi bıraktı.

“O zaman sen Nuh olamamışsın henüz” dedi.

Yüce kitabımızı derinlemesine, düşünerek okumadığımızdan hep yüzeyde kaldığımızı belirterek “Senin okuman bilgi seviyesinde kalmış evladım” demişti ki, hicranım olmuştu.

Anladım ki, Nuh Aleyhisselam’ın kıssasını okumak, ezbere bilmek, yeri geldiğinde anlatmakla iş bitmiyor. Bunu Kur’an’a inanmadan okuyan biri bile yapıyor zaten. Biz vahye iman etmiş bir mümin olarak okumamız ondan farklı olmalıydı. Kendi mânâ varlığımızı, hakikat binamızı yani aklımızı, kalbimizi ve imanımızı şirk ve küfür tufanından koruyacak olan gemimizi yapabilmeliydik.

Anlaşılıyor ki, mesajın içine girerek ve okuduğumuz âyetlerle hemhal olarak ancak gerçek bir okumayı gerçekleştirebilirmişiz.

“Nebiler filan tarihte, filan coğrafyada, filan kavme gelmiş şeklinde anlıyor ve bizim içimize inmiyorsa o peygamberlerden nasıl istifade edeceğiz ki?” cümlesi başımı örse vurmama sebep oldu.

Evet, gerçek buydu.

Özdeşlik kurulmadan yapılan bir okuma herhangi bir beşerin başka bir kitabını okumaktan farksız.

NUH Nebi’yi okuyup anlamak, herkesin aleyhte konuşmasına rağmen hatta alaya almalarına mukabil, aşağılamalarını hiçe sayarak inandığın Rabbinin vadine itimat etmek demekmiş.

Denizi olmayan bir coğrafyada Hakkın emrini yüklenip sorgu ve sualsiz ve aynı zamanda en minik bir şüpheye yer vermeksizin gemi yapmaktır ikana ulaşmış bir iman.

Kendi tufanında boğulmamaktır. Zamanın hızlı akan hercümercinin çarkına kapılıp öğütülmemektir.

Ehlini bilmektir. Doğru dualar yapabilmektir. Yalnız kalabileceğini idrak edip sadece ve sadece yaratıcına dayanmaktır. Başkalarının bühtanına aldırmamaktır.

“Madem O var, her şey var” diyebilmektir.

Eğer Kur’an-ı Kerim’i okuyuşumuz bize bunları sağlamıyorsa biz kendimizi gerçekten okumuş sayabilir miyiz?  Bu ayıp değil midir? Aymazlığın dibini boyladığımız anlamına gelmiyor mu?

İBRAHİM Nebi’yi okuyacaksın.

Ki, yüce kitabımızda en çok zikredilen peygamberdir.

Ama putlara karşı olmak bir yana, onları kırıp dağıtmak şöyle dursun onlarca canlı cansız putlar edineceksin. Parayı, şanı, şöhreti, başarıyı, mensubiyeti, meşrebi put edineceksin.

Stresin, depresyonun, hırsın, kıskançlığın, hasedin, fesadın ateşinde yanacaksın ve bu yaptıklarının hiç mi hiç farkında olmayacaksın.

Sonra da çıkıp İlahi Kitabı çokça okumakla övünecek, orada burada itibar devşirmek için dilinde âyetleri dolaştırıp duracaksın. Bu hiç yakışık alır mı? Ferasete ulaşmış bir inanmışa uygun düşer mi?

NEBİ içimize inmeli, evet.

İsmail olamadık, boynumuzu bıçağa uzatamadık çünkü. Teslim oluşumuz Allah’a değil başka şeylere olmuş. Sabredip sebat gösteremediğimiz için Eyüp olamadık. Hastalıklara anlam veremedik. Şifayı hep başka yerlerde aradık. Ne Yakup Peygamberin gözleri gibi ağlayabildi gözlerimiz, ne de Yusuf Nebi’nin gurbetine benzedi gurbetlerimiz. Atıldığımız kuyuları bile tanımlayamadık. Onun Mısır’a köle olarak gönderildiğini öğrendik ama kendimizin nelere köle olduğumuz hususunda en küçük bir bilgimiz ve buna bağlı olarak minik bir direncimiz bile olmadı.

Yunus Nebi’nin balığın karnında oluşunu öğrendik ama kendimizi hangi şer karınlarda besleyip semizleştirdiğimizi hiç düşünmedik.

Süleyman Peygamberin kuşların dilini bildiğini belledik ama biz iman yoldaşlarımızın yaşadığı acıların dilini kalbimize öğretemediğimizden acılarını hissedemedik.
Benliğimizdeki yakıcı denizleri Musa Peygamberin Kızıldeniz’i yarışından örnekleyerek aşamadık.

İsa Peygamberi çarmıha gerenler karşıtları iken bizler dostlarımızı acımasızca çiviledik.

Dolayısıyla Fahr-i Kâinat Efendimizi de anlayamadık.

Sevdiğimizi iddia ettik oysa. Sevseydik anlamaz mıydık?

Kısacası Nebi içimize inmedi, satırlarda okuduk ama sadrımıza taşıyamadık.

Ustam haklı değil mi erenler…

Ya Selâm!

06.12.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/nebi-icimize-inmeli/809262

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir