MÂNÂYI KORU

UĞUR CANBOLAT

DARALDIĞIM bir vakitti.

Sıkıntılar sanki beklemişler ve ardından hep beraber hücum kararı alarak saldırıya geçmişlerdi.

Biri bitmeden diğeri sökün ediyor ve gerçekten de yoruyordu.

Dolayısıyla şiraze şaşıyor, ölçüler kayıyor ve buna bağlı olarak isabet oranı düştükçe düşüyordu.

Hatta yer yer yanlış kararlar veriyor ve bunların acı sonuçlarıyla karşılaştığından yeniden bir mücadele azmi elde edebilmek için çabalıyorsun ancak yine bu kabz hâli sebebiyle yanlış kararlar veriyorsun.

Bu ise altından kalkılamayacak bir yekûn oluşturuyor.

İşte bunun dağınıklığı içindeydim.

SERGEDAN bir eda ile orada burada dolaşıyordum.

Yine öyle bir günün akşamında yorgunlukla kalabalık bir mekânın kenar kısmına bir çay sipariş etmek üzere oturmuştum. Tam bu sırada etrafında cevval gençlerin soru yağmuruna tuttukları bir bilgenin şöyle dediğini işittim:

“Mânâyı Koruyun.”

İKAZ olarak bu bana yetmişti.

Günler ve geceler boyu bu emri aklımda ve kalbimde çevirip durdum.

Acaba hayatımda hangi mânâları muhafaza edebilmiş hangilerini koruyamamıştım.

Tahrif ettiklerim var mıydı mesela? Anlam kaymaları olmuş muydu?

İşime gelmeyen birinci mânâ yerine nefsimin hoşuna giden beşinci, altıncı anlamları monte etmiş olabilir miydim?

Merkezinden uzaklaştırdığım hayatın temel kavrayışı olması gereken ne gibi bozulmalar yaşanmıştı anlam dünyamda?

Bunlara benzer kışkırtıcı sorular cevaplanmak üzere zihnimi işgal ettiler.

MÂNÂSINI korumamız gerekirken buna muvaffak olamadığımızı düşündüklerim üzerinde yoğunlaşınca şöyle bir liste çıktı.

Haysiyet, hürriyet, adalet, ilim, irfan, birlik, kardeşlik, dostluk, sadakat, güven, iffet, cömertlik, intizam, vera yani sakınmak, vakar, itidal, kanaat, sabır, sebat, tahammül, yiğitlik, şecaat, iman, tevhit, şirk, hikmet, akıl, zekâ, uyum, hilm, merhamet, saygı, nezaket, barış, güzel davranış, sükûnet, affetme, hoşgörü, vefa, kerem, övgü, yergi, kibir, tevazu.

Bunlarla mı sınırlı derseniz, hayır.

Ret ve kabul konusunda da anlam kaymalarına maruz kalmış olabiliriz.

Kariyer örneğin. Kütüphane, kitap mesela…

Zenginlik ve fakirlik kavramlarında da ciddi şekilde tahrifat yapmadık mı?

AŞK kavramını olağanüstü bir mânâ tahrifatına uğratarak tahtından indirmedik mi?

Gündelik hazlarla yaralamadık mı?

Yâr ile ağyâr yerli yerinde mi?

Kur’an-ı Kerim’e vermemiz gereken en yüce saygıyı gösterebiliyor muyuz? Onu sadece bir bilgi kitabı olarak telakki ettiğimizde mânâsını bozmuş ve hayatımızdan çıkarmış olmuyor muyuz?

İnfak kavramını bırakın tahrifatı tamamen yaşamımızdan çıkarmadık mı?

Haya kavramı mesela, nerelerdedir acaba?

Konuyu Sevgili Nebi’mizden tahsil etmediğimizde bu mânâyı koruduğumuzu iddia edebilir miyiz?

Züht ve takva yerinde duruyor mu?

Dervişliğimiz taç ve hırkadan ibaretse burada da bir sıkıntı yok mu?

Salih amel örneğin, nerelere sıkıştırmış olabiliriz?

Diğerkamlığı yakınlarında gören kaç kişi kaldı dersiniz aramızda?

Nezaket, zarafet nerelere göç eyledi?

Vatan, bayrak ve ezan sizce hâlâ gençlerimizin yüreğini eskiden olduğu gibi şiddetle çarpıyor mu?

AİLE kavramını yine boşaltmadık mı? Yuva eski sıcaklığını koruyor mu?

Ev tüm aile bireyleri için bir sığınak olma hüviyetini sürdürüyor mu?

Baba, baba gibi mi? Anne, anne gibi mi? Ya evlatlar, evlat gibi mi?

İLİM sahibi olmak ile diplomalı olmak yer değiştirmedi mi sizce de?

Lafız ile anlam ilişkisi kopunca aklî olan ile hayalî olan anlamlar birbirine karıştı.

Demem o ki; mânâyı korumak gerçekten çok mühim.

Elzemin de elzemi.

Mânâyı koruyamamanın esasen kendimizi koruyamamak olduğunu idrak etmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Ya Selâm!

04.12.2023

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/manayi-koru/808726

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir