UĞUR CANBOLAT
MÜLTEFİT Müfit derlerdi kendisine. Müfit ismi mültefit ise sıfatıydı.
Sıfatı isminin önüne geçenlerdendi. Herkese ve her şeye hayranlıkla yaklaşır ve iltifat ederdi. Birgün kendisini bir papatyayla konuşurken görmüştüm. Karşısına almış şuurlu bir varlıkla bir nevi sabah sohbeti yapıyordu. “Sen Allah’ın ne kadar güzel bir kulusun” diyordu. Ambiyansı bozmamak için parmak uçlarıma basarak sessizce yaklaşmış bu muhabbetin gizli bir yancısı olmaya çalışıyordum. Duyduklarım şunlardı: “Ah zarafetin şahikası, ah saflığın en yüksek bayraktarı, ah temizliğin kalbi, ah her salınışında gönlümü büyüleyenim, ah kokusuyla her yanımı saranım, ah sadeliğiyle en güzel öncüm, ah yararlarıyla derdime dava olanım, ah yalnızlığımı bölüşenim, ah titreyişiyle kalbimi ihtizaza getirenim.”
Hayretler içinde kalmıştım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Papatyayla olan “Sevda Seansını” bozmamak için aynı sessizlik ve dikkatle uzaklaşıp köye dönmüş ve olup biteni dedeme anlatmıştım. Dikkatle dinledikten sonra “Ona ‘Mültefit Müfit’ derler, sizin öğretmeniniz o, onun öğretmeniyse papatya oğlum” demişti.
…
MÜLTEFİT kelimesinin anlamını o yaşlarda bilmiyordum tabi.
Ezan okunurken durup hiç kıpırdamadan bitmesini bekleyen ömrümde gördüğüm tek kişiydi. Heybetliydi. Uzun boyluydu ve omuzları genişti. Hızlı adımlarla yürürdü ve çok gezerdi. Hatta köyün minibüsüne binmez kasabaya bile yürüyerek gidip gelmeyi tercih ederdi.
Bu heybetli hâliyle aynı zamanda muhteşem bir nezaketin, hatırı sayılır bir kibarlığın, her şeyle olağanüstü ilgili oluşunun, gönül alma ve hatır sayma hususunda önde bulunuşunun, saygıyı incelikle gösterişinin, aşırı derecede düşünceli hâlinin nasıl bir araya gelip cem olduğunu hiç anlayamıyordum. Geçenlerde hayatın öte yakasına kanatlandığı haberini aldığımda bu hâtıralar tekrar kalbime üşüştü.
…
MÜFİT hoca öğretmenlik mesleğine kendisini adamıştı. Tam bir işkolikti. Alanıyla ilgili her meseleyi bir köy muallimi olmasına rağmen takip edebiliyor ve öğrencilerini bunlardan mahrum etmiyordu. Enerjisi sanki içinde gizli olan santral merkezinden kesilmemecesine üretiliyor ve o da bunu çevresine yansıtarak herkesi ortak ediyordu. Sağlıklı yaşam rehberi gibiydi. Hiç kötü alışkanlığı yoktu. Fiziksel aktivitesinin yanı sıra zihni de cevvaldi.
Mültefit Müfit hem tenha hem de kalabalıktı. Dışarıdan bakıldığında sakin ve yalnızlığı ilk göze çarpan yanı olurdu ama her olayın aynı zamanda içinde, köy odasında ele alınan her konunun yorumlayıcısı olabiliyordu. Aktif olmayı seviyor, sosyal olmaktan kaçınmıyor, söylemesi gerekeni usulüne uygun bir zarafetle söylüyor ve okul dışında da öğretici olduğunu ortaya koyuyordu.
Babam akşam yemeğine dâvet etmem için beni gönderdiğinde “Yarın akşam gelirim nasipse” diyerek hazırladığı sofraya oturtmuştu. O güne kadar bir erkeğin bu kadar güzel yemek yapabileceğini hiç hayal edemezdim. Mutfağın tamamen kadınlara mahsus olduğu bir dağ köyünde erkeklerin mutfağa hiçbir surette girdiğine tanık olmayan bir çocuk için muhayyileyi zorlayan bir durumdu.
…
MÜLTEFİT Müfit hocanın dara düştüğünü, maddi zorluk yaşadığını, hesapsız kitapsız bir işin içinde olduğunu hiç duymadım. O, yorganına göre ayağını uzatanlardandı.
Sezgileri güçlüydü. Hepimizin ileride hangi meslekleri yapabileceğimizi o günlerde söylemiş ve neredeyse yüzde yüz oranında isabet etmişti.
Çocuk yaşımda söyleyemezdim elbette ama bugün sorsanız onun için karizmatik derdim rahatlıkla. Amacı olan bir insandı. Ne kadar başarabildiğimiz tartışılabilir olsa da tek hedefi hepimizin iyi bir insan olmasıydı. Önümüzdeki yürüyen örnekti. Arkadaşlarını önemser, dostlarını sakınır, büyüklere hürmet eder kendinden küçüklere de sınırsız sevgi sunardı. Adanmışlardandı. Kısacası fedakârlıkta sınır tanımazdı. Sanki yararlı olmak, başkalarına değer katmak, hayata anlam sunmak için yaratılmıştı. Nerede sulh gerektiren bir durum zuhur etmişse ilk giden o olurdu.
Bizlere metinler yazdırır, bir spiker gibi okur, tashihler yapardı. Yazı yazıyor olmamdaki etkisini inkâr edemem. Onunla sevdim ve devam ettirdim.
…
BİRGÜN ders anlatırken keyifsizdi. Yüzü düşmüştü. Anlattığı konuya odaklanamıyordu. Normalde hep ayakta ders anlatırken ilk kez öğretmen sandalyesine oturduğunu görmüştük. Sormaya cesaret gösterenimiz çıkmamıştı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra “Çocuklar, kusura bakmayın, müsaadeniz olursa ben orman banyosuna gideceğim” diyerek hepimizi erkenden evlerimize göndermişti.
Niçin bu saatte okuldan döndüğümüzü soran ailelerimizi Mültefit Müfit Hocanın “Orman banyosuna gidiyorum” diyerek sınıftan çıkıp hızlı adımlarla okulumuzun üst tarafında olan meşe ormanına doğru gittiğini söylemiştik. Hiç kimse ne olduğunu anlamamıştı. Hatta “Kafayı mı yedi acaba?” istifhamı oluşmuştu.
…
MEĞER böyle bir kavram varmış. Bu yazıya niyet edince üstünü örtüp bir daha üzerinde hiç düşünmediğim bu hâdise aklıma geldi ve biraz araştırma yapma ihtiyacı hissettiğimde gördüm ki, bu mühim bir meseleymiş. Suyla yaptığımız banyo gibi değilmiş.
Orman banyosu denilen olgu; fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal sağlığımız için pek faydalıymış.
Sıkıntılarımızı bertaraf etmek maksadıyla duyularımızı kullanarak kendimizi bilinçli bir şekilde tabiata kaptırma uygulaması eylemiymiş. Epeyce de yaygınmış. Kaynağı Japonya imiş. Beynimizin stresli bölgelerini gevşetip rahatlatmak için birebir etkili bir faaliyetmiş. Vücudumuzda orman banyosuyla pozitif hormonlar salınmaya başlıyormuş. Kırgınlığımız izale oluyor, üzgünlüğümüz gidiyor ve endişelerimize veda ediyormuşuz. Modern yaşamın üzerimizdeki stres yükü hafifliyor, tükenmişlik sendromundan uzaklaşıyor, kaygılarımızı kovalayabiliyor ve depresyonun kıyısından dönebiliyormuşuz. Yani kendimizi sessizliğe, dinginliğe, mutluluğa ve huzura bırakabiliyormuşuz.
Tüm bunlar tamam da Mültefit Müfit Hoca bunları nereden bilebiliyordu? İşte bunu çözmedim.
Ya Selam!
01.05.2025