Sezai Karakoç Beslenme Nehrim

Öğretmenin naif yüreğine neler sığmaz ki…

Öyle öğretmenler var ki, öğrenciler mezun olup hayatın çeşitli alanlarına dağılsalar bile hocalarıyla olan gönül bağlarını koparamazlar. Ararlar, sorarlar, mektuplar yazarlar ve cevaplar alırlar.

Yıllar evvel Vehbi Vakkasoğlu’nun ‘Öğretmenin Not Defteri’ kitap serisini okuduğumda bu meselenin ne kadar önemli ve ne kadar besleyici olduğunu öğrenmiştir.

Buradaki beslenme tek taraflı değil elbette. Çift yönlü.

İşte bu öğretmenlerden biri de sadece talebelerine değil aynı zamanda şiir, deneme ve hikâyeleriyle de topluma öğretmenlik yapan, öğrendiklerini kendi akıl ve gönül imbiğinden süzdükten sonra yazarak paylaşan değerli eğitimci yazar ve şair İsa Akgül idi.

Biz sorduk, o da siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için cevaplandırdı.

UĞUR CANBOLAT

___

Sevilen bir öğretmensiniz, bu neye bağlı?

– Öğrenci kardeşlerimizin teveccühleri ki Rabbim hepsinden sonsuz razı olsun. Yürekten ve severek görevimizi yapmaya, öğrencilerimizi birer emanet olarak kabul etmeye diyebilirim. Aslında en önemlisi de kendi evladın olarak görmektir. Kendi evlatlarıma neler yapılmasını, nasıl davranılmasını arzu ettiysem, öğrencilerime de aynı şekilde davranmaya gayret ettim. Yaşamımda yapmadığım hiçbir şeyi de ‘Bunu yapmalısınız’ diyerek tavsiyede de bulunmadım. Yüreklerine, gönüllerine, severek, içten ve samimi dokunmaya gayret etmem olabilir diye düşünüyorum.

İyi bir öğretici olmak için bilgi yeterli mi, yoksa başka nitelikler gerekiyor mu?

-Bilgili olma önemli. Olmadan olmaz. Yeterli mi? Değil.

Öneri ve tavsiye edileni, yaşayarak örnek olmalı. Yaşadıklarından süzdüklerini sunmalı. Öz verili davranmalı. Fedakârlık göstermeli. Kendini mesleğine adamalı. Anlayabilen, çözüm üretebilen, zorlaştırmayan, kolaylaştıran, nefret ettirmeyip benimseten, sevdiren olmalı. Tutarlı ve her hali öz’den olmalı. Kısaca, sırları dökülmemiş bir ayna ve hassas ince bir terazi gibi halleriyle halleşmeli.

Öğrencilerinizle mektuplaşmanız biliniyor. Bu nasıl başladı, nasıl gelişti?

– Öğrencilerimle ilişkilerimiz sevgi, saygı ve güven temeli üzerine kurulmuştu. Hem büyükleri hem arkadaşları hem de sırdaşları idik. Gönül bağımız, yıllar geçse de hiç kopmadı. Kendileriyle irtibatımızı koparmadık. Yüz yüze görüşemesek bile, önceleri mektupla, şimdi sosyal medya aracılığıyla haberleşiyoruz.  Ağustos ayında, kırk yıl sonra, öğrencim ailesi ile beraber ziyaretime gelmişti ki o andaki mutluluğumu kelimelerle ifade edemem. Yaşamak gerekir diye düşünüyorum.

Size göre öğretmen ile hoca arasında bir fark var mı?

-Kavram ve anlam olarak bir fark görmüyorum. İnsanlarımızın yükledikleri nitelikler anlamında paylarda olabilir ama paydalarda yoktur. Bilgilendirme, yürekleri besleme, hayata hazırlama, sorunları çözme gibi konularda, metot ve yöntem farklı olabilir. Öz ise aynıdır. İkisi de aydınlık veren birer avizedir. Avizenin şekli ve aksesuarları farklı olabilir, İşlevi ve görevi aynıdır.

Kalemi de olan bir öğretmensiniz. Yazma serüveni nasıl başladı?

-İlkokul öğretmenim rahmetli Salim Pala’nın, her derste, ‘Sen ne söylemek istersin bu konuda?’ deyişi ve yazmamı istemesiyle yazma serüvenim başladığını şimdi düşünüyorum.  Lise yıllarında, can dostum rahmetli Ramazan Dikmen’in ısrarları ile karalama yapıyordum.  Yazmamı yüksek sesle isteyen ve hemen getirmemi talep eden şair ve yazar Şakir Kurtulmuş abimdir. Hilal dergisinde de ilk yazımızı yayınlayan da odur.  Gurbette okuduğum için sürekli defterime duygu ve yaşadıklarımı yazardım. Çok aramama rağmen o defterlerimi bulamadım. Bilinçli olmasa da yazma benim ayrılmaz ikizimdi. Dert ortağımdı o yıllarda. O yıllardan bugünlere kadar gelebildik.

Yazmak için iyi bir gözlem ve sıkı okumayı gerekli görür müsünüz?

– Dolmayan sürahi taşmaz ki…

 Okuma ve gözlem; beden ile ruh, et ile tırnak, toprak ile tohum, gündüz ile güneş, gece ile ay gibidir. Okumayan gözlemlese, kelimeler dünyasına dalamaz. Okuyup gözlem yapmasa, varlıklar dünyasında kendini bulamaz. Hayatın içinde olup da gözlemlemeyen, düşünmeyi en gerilere atandır. Aslında en değerli okuma kişinin kendisini, kendisinin de içinde bulunduğu alemin noktalarını okumasıdır ki, bu okuma da hem gözlem hem bilgilenme hem de yaşama vardır. Yazabilmek için gözlem ve bilinçli okuma olmazsa olmazlardandır.

Öğretmenlikten sonra kendinizi daha çok şair olarak mı, yazar olarak mı tanımlarsınız?

-Ne şairim ne de yazarım. Böyle bir iddiamda yok. Yürek kalemimle, gönlümden damlayanları, beyaz üzerinde renklendirme karalaması yapanım. Elekten geçenleri, yüreklere samimice ikram etmeye gayret edenim. İkramın en güzel olması için de çaba ve gayret gösterdim. Başarabildiysek ne mutlu bizlere.

Sezai Karakoç sizin için özel bir yerde sanırım…

-Lise yıllarımda, gönül gözümü açtığımda ilk gördüğüm derin deryamdır. Beslenme nehrim, renklendiren güneşimdir. Aydınlıklarımın görünmeyen ışığıdır. Karanlıklarımı beyazlatan mah’ımdır üstadım. Kendimi kendimle buluşturanımdır. Afakıma yol almamdaki güç kaynağımdır üstadım.

Biz kendisinden razı idik ki Rabbim de kendisinden sonsuz razı olsun ve rahmetiyle muamele eylesin.

Size göre Türk şiirinin öncüleri kimlerdir?

 -Şiirimiz bir umman. Her dönemin kuşatıcı şairleri vardır. Kendisinden sonraki nesillere eserleri ulaşabilenler de vardır.  Öncülük; kişinin beslenmesine, nimetlenmesine göre değişebilir. Bu garibi etkileyen şairlerimizi ifade edecek olursak; Fuzuli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Nuri Pakdil, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Nurettin Durman.  Üstadım Sezai Karakoç’un gönlümdeki yerini ve etkisini ifade edemem. İfademi anlatabilecek kelime bulamıyorum. Rabbim sonsuz razı olsun.

Şiirle yürümek isteyenlere neler önerirsiniz?

– Besleyici bir gözlem ve ilkeli, bilinçli, sürekli okuma. Yazmaya hiç ara vermeme. Geçmişin ve bugünün şairlerini iyi tanımalı. Takip etmeli.  Şiirle yaralanmalı. O mükemmel yarasıyla da can olmalı. Kitap, kalem ve defter üçlüsünü de dost ötesi dost edinmeli.

Rahmetli Ramazan Dikmen’in bir cümlesini ifade etmeden geçmeyeceğim. Der ki: ‘Kalem erbabı yazmalı, yazmalı, yazmalı. Sonra yazdıklarını bir çuvala doldurmalı ve yakmalı. Küllerini savurmalı. Kalanları elekten geçirmeli. Elekten geçenleri de süzmeli.‘  Yol bu olmalı. Önerim de budur.

Bir konuyu deneme olarak mı şiir olarak mı ele almalı konusunda karar nasıl şekilleniyor?

-Yaşamın merkezindeyiz. Yaşanılan ve gözlenilen her şey kalemi tutuşturur. Vermek istediğiniz mesajı, en etkili hangisiyle vermek istiyorsanız ve o andaki ruh haliniz sizi nereye yönlendiriyor ise, kalem o nehre doğru akmaya başlıyor. Ulaşmak istediğiniz kitle düşüncesi de kalemi o nehre doğru tetikliyor.  Şiir derken deneme, deneme derken şiir de olabiliyor. Yaşanılanların etkileri ve o andaki ruh halimiz yönlendirmeyi yapıyor.

Şairin yarası ile öğretmenin yarası nerede nasıl buluşup ortaklaşır?

– Ayrı gibi görünseler de hiç ayrılmadılar ki birbirinden yara aynı yara olduğundan… Halin içindeki hal gibidir. Kısa seyahatlere çıkıp afakta buluşurlar hep. Merkez ve odak noktası afaktır.

Yara; Toprakta dimdik ayakta durabilen, fırtınalarda yıkılmayan, ideal göğünde kanat çırpabilen, umut deryasında kulaç atabilen ve dalgalarla sarsılmayan, ufuk yolculuğundaki her engelli durağını aşabilen bir genç nesil yetiştirmek olunca, afak her daim merkez olmuştur.

Kişi yarası ile nasıl yâr olur?

-Geldik. Duruyoruz. Gideceğiz. Üç hali yaşamamız sebepsiz değildir. Köprünün sonundaki hayat önemlidir. Sonlu olana değil sonsuz olana kavuşmaktır öz olan. Tüm yorulmalarımız ne han için ne de can için, candaki canan içindir. Yar olmaz ise canan olmaz ki. Her nefesi yarayla nefeslendirmek, her zerreyi yarayla nimetlendirmek, her hali haliyle hallendirmektir yarayla yar olmak… Bir dalda, iki gülü bir gül edebilmektir… Yüreği yakan, gönlü eriten, kalbi donduran, kül eden, göğsü iğne çuvalına koyan yaraya nasıl yar olunmaz ki…

Gülün ağlamaları nasıl duyulur?

-Tomurcuğun, yeşilden koyu kırmızıya,

 Goncanın, koyu kırmızıdan kırmızıya,

Gülün kırmızıdan al renge geçerken ki halleridir sesleri… Her yaprağın açılışında öze doğru giderken allaşan renklerin tınısıdır duyulan… Halin rengiyle renklenebilmek, yaranın boyasıyla boyanabilmektir gülün ağlamasını duymak… Halin içindeki o gizemli değişimi görebilmek, zarif titreşimleri hissedebilmektir… Duymak; sevmektir, tutunmaktır, benimsemektir, kabul etmektir ki seven ırakta bile olsa duyar değil mi?

Gülün bir yüreği mi var ki ağladığını düşünüyorsunuz?

– Yüreği olmayan canlı olur mu ki?

 İlgilenilmediğinde küsen, konuşulmadığında küsen, selam vermeyip sevmediğinde solan çiçekler olduğu gibi güller de aynı halleri hallerimize göre bize yansıtır. Boynunu büker, rengini soldurur hatta benzi atmış insanın halini alır. Neşeli, keyifli hallerinde öyle bir tebessüm ederler ki kokusuna doyamazsınız. Renginin albenisinde kaybolup gidersiniz derinlere… Gül, tebessüm ettiği gibi ağlar da…

O halde örneğin taş bundan azade mi, yani o da ağlar mı veya onun da yüreği var mı?

-Şahitlik edecek her var olanın yüreği vardır. Kütük ağlar da taş ağlamaz mı, sevinmez mi, üzülmez mi? Şifaya sebep olan taş hiç hissiz olabilir mi? İçinde nefeslenilmeyen binaların belli bir zaman sonra harabeye dönmesi, sahiplerine kırgınlığının ifadesi değil mi? Sevilen bir taş ile sevilmeyen bir taşın neşesi aynı olur mu? Yüreği olanın zikri de olur. Taşın da kendi dilince kelimeleri vardır. Bir okuyabilsek o gizemli kelimeleri… Boş, kimsesiz, sahipsiz mabetlerin taşları bugün ağlamıyor mu? Kimisi ağlıyor. Kimisi de suskun ve sessiz…

Taş yürekli benzetmesini o halde yanlış buluyorsunuz?

– Kaya da taş da serttir ama bir çiçeğin, kendi üzerinde büyüyüp açmasına izin verecek kadar da merhametlidir. Yüreğin katılaşması, taşın yapısal sertlik özelliğini benimsemesi kişinin iradesi ile olandır. Taşın bir günahı yoktur. Faydalı olanda merhametin olmaması düşünülebilir mi? Biz neden hep olumsuzluk yüklü olanlara bakmayı tercih ediyoruz ki? Dolu varken neden boş olanla ilgileniyoruz ki? Tüm yaratılmışlara bir de yürek gözüyle bakabilmektir öz olan. Yürekleri taş ya da gül haline dönüştürmek irademizle ilgilidir.

Fiziksel olarak yürümenin yararlarından sıklıkla bahsedilir. Zihinsel yürümeyi de önemli bulur musunuz?

-Fiziksel yürümeyi anlamlı, değerli, amaçlı kılan zihinsel yürümedir ki var olmanın yolunda adımlamaktır. Her adım atmanın sorularını sorabilmektir. Öz’e ulaşmanın olmazsa olmazıdır. Zihinsel yürümesi olmayan hiçbir yürümeyle ileri adım atılamaz. Adım atıldığını düşünür ama aslında aynı yerde durmaktadır.

Zihnî yürüyüşün gerekleri nelerdir?

– Kendini tanıyabilmek, iç aynasında görünebilmek, yüreğin hassas terazisinde tartılabilmektir. Var olma, nefeslenme ve bir gün nefes bitimindeki halleri düşünebilmektir. Dün ne idim, bugün neyim, yarın ne olacağım sorularını sorabilme ve yanıtlarıyla içsel huzura kavuşmaktır. Kendini kendindeki öz kendiyle buluşturmaktır.  ‘Nereden, niçin geldim? Nereye gidiyorum? Nasıl yol almalıyım?’ gibi sorularıyla öz hakikate ya da hakikatin özüne ulaşmak arzusudur. Huzurun damak tadına tatma ulaşma talebidir. Zihni yürümeyi yapamayan kişi kendisinden korkandır. Burada çok dikkat edilmesi gereken husus, adımlanan yol ve yolu gösteren beslenme kaynaklarının gerçekliği ve doğruluğudur.

Kitap fuarlarında okuyucu ile buluşmayı önemsiyorsunuz, ne gibi yararları var?

– Fuarları iki açıdan önemsiyorum.

Okuyucuyla göz göze gelmek. Bakışlarındaki gizemi, mesajı, söylemek isteyip de sustuklarını duyarak hissedebilmektir ki bize çok katkı sağlıyor bu karşılıklı sesli ya da sessiz konuşmalar.

Yeni yayınlanan kitaplara ulaşabilmek. Şair ve yazar dostlarla bir araya gelip sohbet edebilmek. Kitap kokusunu derinden yaşamak. Kitaplara kavuşmak. Fuarlar benim için kitap bayramımdır.

Yeni çalışmalarınız var mı?

– Bir şiir ve bir deneme hazır. Basılacak halde, vaktin gelmesini bekliyoruz.  Gezi notlarımı ve hatıratlarımı toparlamaya gayret ediyorum.  Hayırlısı olur İnşallah.

Kutu içinde

İSA AKGÜL KİMDİR?
1961 yılında Eskişehir ili Mihalıççık ilçesi Gürleyik köyünde doğmuştur. İlk ve orta eğitimini Eskişehir Beylikova ilçesinde tamamlamıştır. 1977 – 978 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesinden 1981-1982 yılında da İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olmuştur. 1982 – 2004 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulunmuştur. 2004-2014 yılları arasında Eskişehir Odunpazarı Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevindeyken 2014 yılında emekli olmuştur. Eskişehir Objektif Haber dergisinde Gümüşhane’den haber sitesinde yazılarını yayınlamaya devam eden Akgül Eskişehir İki Eylül Gazetesinde de köşe yazarlığı yapmıştır. Evli üç çocuk ve beş torunu vardır.
Yayınlanmış eserleri:
Güller de ağlar (şiir) Bengüsü Yayınları 2. baskı Mayıs 2018
Bir Taşın Gül yüreği (Deneme) Bengisu Yayınları 1.baskı Şubat 2019
Yaramla Yar Oldum (Deneme) Bengisu Yayınları 1. baskı Şubat 2020

 03.01.2024

https://www.istiklal.com.tr/haber/sezai-karakoc-beslenme-nehrim/816380

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir