Tarihi Romanlar İyi Edebiyatçıların Kaleminden Okunmalı

UĞUR CANBOLAT

Gençliğimin en heyecanlı anları elimden tarih romanlarının düşmediği zamanlardı. Bugünden ayağımızı çeker âdeta romanın bir kahramanı olarak küffar topraklarına ayak basarak düşmana amansızca kılıç üşürürdük. Yemeden içmeden kesilsek bile sağlam bir tarih şuuru kazanmanın vakur hâli üzerimize sinerdi ki, bundan çok mutlu olurduk. İyi metinler bizi kendi içine çekerek romanda yaşanan olaylarla bir nevi olgunlaşmamızın temelini oluştururdu.

Ve dilimizde bize göre yeni ama hakikatte eski fakat aynı zamanda besili kelimeler dönmeye başlardı. Bu, bir nevi ecdadımızı tanıma, anlama ve hemhal olma durumuydu.

Şimdiki nesle tarih okutmak kolay değildir ama bunu edebiyatın ve muhayyilenin tüm yeni imkânlarını kullanarak başaran yazarlar var. Onların en çok okunanlarından tarih romancısı Okay Tiryakioğlu sorularımızı siz İstiklal Gazetesi okuyucuları için cevaplandırdı.

___

İlk romanınız tarih sahasında değildi sanırım, değil mi?

-Evet, ilk romanım olan ‘Karanlığın Çağrısı’ gotik stildeydi. Bu tarzın ürpertici atmosferini yansıtabilmek için kullandığım temel unsurlar olan, yağmur, gece, akan gölgeler, bulutlar, mezarlıklar, karanlık söylenceler ve alacakaranlık ıssız mekânları bugün hâlen tarihi romanlarımda da kullanıyorum. Tarihi metinlerin içinde gotik bir atmosfer oluşturmak kuşkusuz daha kolay ve daha uyumlu. Teknik kimi detaylar ise okuru, farkına dahi varmadan o içe dönük, sorgulayıcı, gerçekte ise huzur verici diyara çekebilmek için kullanılıyor.

Tarih alanında roman yazmaya ne sebep oldu?

-Çocukluktan beri ilgiliydim. Ancak bunun daha çok akademisyenlere uygun bir alan olduğunu düşünüyordum. Bununla birlikte, yağmurlu bir ikindi vakti Beyazıt Kütüphanesi’nde yaptığım bir araştırma esnasında yolum değişti. Plevne Harbi ile ilgili, iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda kaynağa ulaşabilmemin beni ne kadar üzdüğünü asla unutmam. Oysa şunu net olarak biliyordum ki 1979 yılına kadar sadece Rusya’da bu bahisle ilgili 400 cilt kitap mevcuttu. Buna Rusların, Romen, Sırp ve Bulgar gibi diğer müttefiklerini de katarsak, bağımsızlıklarından sonra ortaya ne kadar büyük bir külliyatın çıkacağını hesap edebiliriz. Oysa bizde, bugün dahi hâlen kısmen süren ideolojik bahanelerle Osmanlı tarihi tümden reddedilmişti. Şükürler olsun pek çok manasız engel yıkıldı ancak yeni ve daha yıkıcı hamleler yapmak için aynı mihrakların gölgelerde beklediklerini unutmayalım! Şu da bir hakikat ki tarih, iyi bir edebiyatçının elinde, kuru akademik metinlerden çok daha tesirli olarak işlenebilir. Bununla ilgili elimizde Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ı ve Steven Pressfield gibi çok çarpıcı yazarlar ve kitapları mevcut. Gerçeği bağlamında mahfuz tutarak içselleştirebilmemizin tek yolu iyi edebi metinlerdir.

Bize bir romanın vücut bulup okuyucunun eline ulaşma sürecinden bahsedebilir misiniz? Malzeme toplama ile yazma evreleri nasıl?

-İlk müsveddenin oluşması için altı aylık bir süre dersek eğer işin editoryal kısmıyla birlikte ortalama sekiz ay gibi bir süre kâfidir. Ne var ki bu konuda en önemli sorun belgelere ulaşabilmek! Zira tarihte geriye gidildikçe haliyle kaynaklar da azalıyor. İkinci ciddi husus ise elinize geçen belgelerin tarafsızlığı meselesidir. İyi bir kaynak metin, iki tarafın da hamle ve tedbirlerini aynı dikkat ve özenle anlatandır. Kaliteli ve yüreğe işleyebilecek edebi metinler de bunun gibidir. Öyküdeki taraflar adına ciddi bir empatiyle yazılması gerekir. Başka türlüsü olmaz, olsa da buna edebiyat denmez. Zira bir sanatçının görevi yargılamak değil, anlamaya çalışmaktır. Aksi halde kuru şoven satırları fark eden entelektüel zihinler tarafından ciddiye alınmak söz konusu değildir.

Yazdığınız tarihi şahsiyetler hakkında veri toplarken özellikle nelere dikkat ediyorsunuz?

-Öncelikle yukarda bahsettiğim hususlara dikkat etmeye çalışıyorum. Gerçeği zenginleştirmek, dolayısıyla içselleştirmeye uygun hâle getirmek için kurguladığım yan olayların lezzetini damağımda hissetmezsem hemen imha ediyorum. Bu yüzden de o karakterin yalnızca yaptıklarını değil, yapabileceklerini de sezebilmek için ciddi kaynaklardan uzun okumalar yapıyorum. Ta ki rüyalarıma girene kadar. Rüyalara giren karakterlerin gücü de diğerlerinden daha farklı oluyor kuşkusuz. Bu bir döngü aslında, çabalarınızın karşılığı önce ruhunuzda kanamaya başladığını gördüğünüz yaralardan anlaşılıyor. O yaralar, ilerleyen kurguyla belirgin bir iyileşme sürecine giriyor ve tüm dönem ve karakterler zihninizde canlılık ve renk kazanmaya başlıyorlar. Bu süreç her yazarda farklı olabilir kuşkusuz. Ancak iyi edebiyat için, sadece kuramsal bilgi değil hassas bir ruh da gerek.

Bugüne kadar kaç eseriniz yayınlandı?

-Kırka yakın diyelim, nicelikten ziyade niteliğe değer verdiğim için tek tek saymıyorum.

İsimlerini alabilir miyiz?

-Birkaçını sayayım müsaadenizle, Karanlığın çağrısı, Gölgeler, Bin Yılların Gecesi, Kızıl Ufuklar, Kurt ile Kuzgun, Gazi Osman Paşa, Kuşatma 1453, Kanuni, Sultan, Süleyman Han, 4. Murat, Abdulhamid Han vb. Kısmen daha genç okurları hedefleyen Ulak ve Kara Panter serilerini de saymalıyım.

Bunlar içinde tarihi kişiliği ile beraber maneviyat insanları da var. Burada yazım sırasında farklı hassasiyetler güdülüyor mu yoksa ikisi de sizin için aynı mı?

-Belirli bir sırayla kaleme almıyorum, çoğu zaman irili ufaklı olaylarla tercihlerim belirleniyor. Tavsiyeler de yolumu çizmemde yardımcı oluyor. Ancak daha fazla manevi büyüğün hayatını yazmak istiyorum. Eğer Allah u Teala ecelden eman verirse de yazacağım.

Kaleme aldığınız kişilerin etrafında var olan tarihe mal olmuş kişilerin yanı sıra kendi muhayyilenizle romana kattığınız şahsiyetler oluyor mu?

-Pek çok şahsiyet oluyor kuşkusuz. Aksi halde edebi bir metin elde etmek mümkün olmaz. Belki ancak araştırma kitabı denilebilir. İyi bir edebi metin güçlü bir kurmacanın ardında belirlenir. Bunun için gereken nazari bilginin yanı sıra önce kendi içimizde bize müspet ya da menfi dokunabilecek karakterler inşa etmemiz gerekir. Ne kadar iyi yapabiliyorum bilmiyorum ancak kurgu karakterlerimden Vehim Orhun Çelebi’ye olan ilgi ve sevgi bana umut veriyor.

Nasıl bir üslup belirlediniz romanlarınızda daha kolay anlaşılıp okunması için?

-Mümkün olduğunca kısa cümlelerle anlatımı sade tutmaya çalışıyorum. İlk metinlerimde fazla önemsemediğim bu hususa şimdi çok dikkat ediyorum. Ancak ışık ve gölge, doğa ve ruh tüm metinlerimde eşit güçte yayılan tasvirlerle ilerler. Mekânlar da çok önemlidir benim için. Belki de ruhumdaki o amansız kırılganlık sebep oluyor buna. Mekân, gölgeler ve renk renk ışıklara açılan alacakaranlık bahçelere okurlarımı da peşimden sürüklemeye çalışıyorum.

Tarihi romanların tarih şuuruna doğrudan etki ettiğini düşünüyor musunuz?

-Hiç kuşkusuz ediyor. Ancak bu bahiste yazan yeterli sayıda tesirli yazar olduğunu düşünmüyorum. Kuramsal bilginin zayıflığı ve şiire uzaklık derhal seziliyor. Bunda ise o çok bilir edebiyat kritikçilerin tarihi romanı, tıpkı gotik edebiyatı romantizm akımının bir alt kanadı olarak kategorize etmeleri gibi bir ‘alt tür edebiyatı’ olarak görmeleri sebep bence. Daha çok destek, daha çok anlayış her şeyi değiştirebilir. Ancak üçüncü dünya empatinin değil acımasız yargıların pençesinde boğuluyor ne yazık ki.

Savaş tarihinin bir literatürü var mı, varsa bu romanlarda kendisine nasıl yer buluyor?

-Ne yazık ki çoğunlukla gotik edebiyata uygulanan muameleye maruz kalıyor ve bir alt tür olarak muamele görüyor. Fakat iyi bir yazarın bahanesi olmaz. Aslına bakılacak olursa yapılan hiçbir iyi iş saklanamaz. Bir şekilde göz önüne çıkar. Günümüzde modern ve postmodern edebiyatın kıymetli isimleri de zaman zaman tarihi romanlara imza atıyorlar. Tabii bu kategori zaman zaman değinilecek bir yazın alanı değil. Bu tarza uzak bir yazarın dildeki eksikliği kendini hemen ele veriyor. Kahvaltı bıçağıyla hassas bir cerrahi müdahale yapmak nasıl imkansızsa, tarihi metin sahasında tecrübesiz kimi yazarların şaşkınlığını ve tıkanıklıklarını dikkatli okurlar derhal fark ediyorlar.

Okuyucu profilinizin yaş ortalaması hakkında elinizde bir veri var mı?

-Evet, bestseller kuşağı denilen 18 – 26 yaş arası kuşak olarak konumlandırabiliriz. Ancak şahsi gözlemlerim bu yaşların çok altı ve üstünde de pek çok okurum olduğunu gösteriyor.

Çalışmalarınızın Türk okuru üzerinde tarih bilinci açısından nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

-Müspet ve merak uyandırıcı bir etkisi olduğundan eminim. Hayatında roman okumaya yanaşmamış pek çok insanı da bu türün bağımlısı hâline getirmekten mutluluk duyuyorum. Roman hiç kuşkusuz en geç ortaya çıkmış sanat dalı. Genel manada on dokuzuncu yüzyılla başlayan yükselişi bugün hâlen devam ediyor.

Yabancı dile çevrilen eserleriniz var mı?

-Pek çok eserim mevcut, hatta çevrildikleri dillerde tekrar baskılar da yapıyorlar hamdolsun. Afrika’nın uzak köşelerinden, Arap dünyasına, oradan da Maveraünnehir’e kadar kitaplarım benim ve halklar arasında bir gönül köprüsü kuruyor.

Tarihi roman yazmanın yazarı için ne gibi riskleri vardır?

-Bilhassa manevi bir büyüğün hayatını yazıyorsanız, üzerinde durmakta olduğunuz sırat köprüsünün farkında olmalısınız. Aksi halde dünya ahiret büyük vebale sebep olabilir. O yüzden röportajın ilk kısımlarında da değindiğim kaynak kısmı öne çıkıyor. Tarafsız ve sahih kaynak seçimi çok mühim.

Tarihi roman yazımında gerçekler ve muhayyilenin ortalaması nasıl alınıyor?

-Gerçeği zihnimiz ve ruhumuzda tüm renk ve dokusuyla canlandıracak olan kurgunun gücüdür. Ancak kurgu hakikatin destekleyicisi olmalı onun yerine geçmeye yeltenmemelidir. İster şahıs ister dönem romanları olsun, metin tarihi gerçekliğe mutlak manada sadık kalmalıdır. Bunu zorlayacak bir kurgusal zemin, anlatının temellerini zayıflatır ve kısa sürede çöküşü getirir. Oysa kurgunun amacı gerçeği zenginleştirerek aklımızda kalıcılığını arttırmak ve bu sayede metninin temellerini sarsılmaz kılabilmektir. Bu noktada edebiyatın gücü eşsizdir. Başta da söylediğim Steven Pressfield ve onun ‘Ateş Geçitleri’ isimli meşhur romanı buna iyi bir örnektir. Thermopylae Savaşı’nın kurgusal detayları öylesine güçlüydü ki muharebe alanının tozu dumanı ve kan kokusunu âdeta genzimde hissediyordum. Bu sayede romanın gerçek kahramanlarının her birini bugün hâlâ ismen hatırlar, fiziki özelliklerini dahi tek tek sayabilirim. Tarih, iyi bir edebiyatçının elinde gerçeğe daha yakındır. Tarihi romanların toplumları etkileyebileceği bahsi ise elbette tartışılmaz bir gerçek ama on dokuzuncu asra daha yakın bir durum. Zira günümüzde tarihi edebiyat yaygın bir tür değil.

Tarih romancısı bağımsız mıdır? Olabilir mi ya da?

-Olabilir, olmalıdır da. Aksi gibi göründüğü durumlar olabilir o yüzden bir yazarı tek bir eseriyle değil, eserlerinin geneliyle değerlendirmek daha sağlıklı bir yoldur. Fakat hemen her zamanda farklı kutupların yanlı bakışını hissedersiniz.

Tarihi roman yazımında coğrafya, giyim, kuşam ve beslenme konusunda doğru bilgilere nasıl ulaşıyorsunuz?

-Pek çok farklı kaynaktan yaptığım okumalar ve mümkünse yaptığım ziyaretler bunda yardımcı oluyor.

Yeni çalışmalarınızı nasıl belirliyorsunuz?

– Okumalar, alınan tavsiyeler, kimi zaman da yayınevimin ta kendisi.

Son yıllarda televizyon ekranlarında gördüğümüz tarih içerikli dizileri nasıl buluyorsunuz?

2011 yılından bu yana popüler tarihi diziler mevcut ve en eleştirilen örnekleri bile toplumda gerçeği öğrenmek hususunda genel bir merak oluşturdu. Bu durumla ilgili en çarpıcı örnek, merhum Halil İnalcık Hocamızdır. Kendisi vefatından evvel yazdığı son akademik kitapların tamamının bestseller listesine girdiğini görünce hayretini ifade etmiş ve bunun toplumda uyanan genel ilgiyle alakalı olduğunu bizzat söylemiştir. Hiç kuşkusuz bu yönelimde tarihi dizilerin rolü çok büyük. Devlet televizyonundaki örnekler haricinde, bu işin başındaki insanların toplumun manevi değerlerine bîgane oldukları bilinen bir durum. Ancak yıllar içinde şahsi birkaç tecrübemle de söyleyebilirim ki tarihi dizi ve filmlere konu olan büyüklerimizin toplum katındaki manevi makamlarına gerekli hassasiyet gösterilmediği takdirde, o yapım da gereken ilgiyi görmüyor. Kısa sürede ya yayından kalkıyor ya da RTÜK’e ulaştırılan şikayetlerle iki taraf için de tam bir baş ağrısına dönüşüyor. Türk toplumunun hemen her kesiminde görülebilen bu duyarlılığa başka milletlerde rastlamak güç.

KUTU İÇİNDE

OKAY TİRYAKİOĞLU KİMDİR?

1972 yılında Mersin’de doğdu. Çocukluğu İstanbul-Erenköy’de geçti. Annesinin armağan ettiği gizemli ve kara mizah yüklü öykü kitaplarıyla edebiyata dair ilk heyecanları uyanmaya başladı. Bilkent Üniversitesi’ndeki eğitimini 1994 yılında yarıda bırakarak tamamen edebiyata yöneldi. Yurt dışında, uzak ve gizemli ülkelerde yaşamayı daima sevdi. Edebiyat çalışmalarının roman alanındaki ilk ürünü olan Karanlığın Çağrısı isimli eseriyle 2002 yılında Beyan Yayınları İlk Romanlar ödülünü kazandı. İkinci romanı Gölgeler 2004 yılında basıldı. Bunu 2005’te üçüncü romanı Bin Yılların Gecesi takip etti. Asıl çıkışını 2009 yılında Kuşatma 1453 ile yaptı. Tarihî roman okurlarının büyük ilgisiyle karşılaşan Kuşatma 1453’ü, Kanuni ve Yavuz başta olmak üzere diğer romanları izledi. Ürünlerini Timaş Yayınlarından okuyucusuna sunmaya devam ediyor.

ESERLERİ:

Yavuz, Kuşatma – 1453, Kanuni, Abdülhamid : Son Hükümdar, Alparslan, 4. Murat – Gürz ve Zafer, Mevlana, Sultan: Bir Kanuni Romanı, Devlerin Savaşı / Yıldırım – Timur, Fatih Sultan Mehmed Han, Yıldırım Bayezid, Selahaddin Eyyubi, Cengiz Han, Süleyman Han, Kumandan, Tarık Bin Ziyad, Attila

Çaldıran, Şeyh Şamil, Ulak – Çelik Hilal’in Gölgesinde, Kayıp Sır, Mohaç, Nizamülmülk, Adaletin Kalesi, Kurt ve Kuzgun, Osman Gazi, Ulak – Tuna’nın Sırrı, Halid Bin Velid, Gazi Osman Paşa, Ulak – Viyana Kapılarında, Ulak – Mayerling Ormanları Derinliklerinde, Ulak – Akıncı Fırtınası, Kızıl Ufuklar, Kara Panter, Karanlığın Çağrısı, Gölgeler, Barbaros, Bin Yılların Gecesi, Kara Panter 2 / Kondo Özgürlük Yolunda.

07.12.2022

https://www.istiklal.com.tr/haber/tarihi-romanlar-iyi-edebiyatcilarin-kaleminden-okunmali/726360#

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir