SEVİYORDU övünmeyi. Cümlelerin ardını, sonunu bulmak mümkün değildi.
Laf nereden başlarsa başlasın biteceği yeri az çok kestirebiliyorduk.
Bir zamanlar ben çok zengindim.
Bağlarımız üzümden geçilmez, bahçelerimizde meyvelerden basılacak yer yoktu. Zengindik ki, ne zengin. Namımız almış yürümüştü. Sürülerimizin sayısını biz değil çobanlarımız bile bilmiyordu.
Evlerimiz misafirhane gibiydi. Gelmeyen gelmek ister, gelen bırakılmazdı.
İkramımız bol, hürmetimiz sınırsızdı. Namımız almış yürümüştü.
Bu kadarla sınırlı değildi anlattıkları ama anlaşılması için yeterli sanırım.
Övünmenin bir hastalık olduğunu o zaman anlamıştım. Aylarca kafama taktım, neden insan sürekli kendinden bahseder diye. Sonra bıraktım peşini.
Belki de bugünden kaçmak içinde sürekli orada yaşaması. Şimdiki halini beğenmiyor olabilirdi. Unutulmak kahrediciydi belki de bu bir hatırlatmaydı. Bilmiyorum.
İnsanın elinden kayıp giden, dünde kalan şeylerle bugün beslenmesi boş bir avuntu değil mi?
Dün içtiğin su bugün seni susuzluktan kurtarır mı? Dün yemiş olman bugün ve yarının yerine geçer mi?
Kötü örnek iyi gelir mi kişiye? Geldi işte. O gün bugündür bu tarz konulardan sıkılırım. Kendinden bahsetmek kendini ve dostlarını bir nevi imha etmek demek değil midir dedi ve sustu. Biraz sonra ses tonunu değiştirerek galiba başkasını kınarken bende aynı şeyi yapmış oldum. Kusura bakılmaya.
Biz bir zamanları değil şimdiyi yaşayalım. Şimdiye ait olalım dedi.
Unutulmama kaygısı bu sanırım.
Kötü mü ki, unutulmak. Belki en iyisi unutulmaktır.
14.01.2019