ACITAN KIRINTILAR

BİRAZ sabır lütfen, hemen itiraz etmeyin. Alt tarafı kırıntı diyerek geçip gidemeyiz. İstesek bile yapamayız bunu. Evet, kırıntı ama neyin kırıntısı? İşte belirleyici olan burasıdır.

Her gün göz göze olmak için çabaladığın sonrasında da uzun zamanlar göz göze olduğun, gözüne girdiğin için gönlüne de girdiğin birinin gözünden düştüğünü hatırlamak bir geçmiş zaman kırıntısı olabilir. Ama yakıcı bir kırıntı, ufalayıcı, un ufak edici…

Oysa bir vakitler o senin gözünün feriydi. Işığıydı. Onsuz göremezdin. Onunla her baktığının rengini alırdın. Bahara baktığında gözünün rengi yeşile çalar, gökyüzüne döndürdüğünde mavi olurdu. Birlikte tek fincandan yudumlarken kahveyi göz rengin kahvenin rengine bürünürdü. Saçlarına dokunurken kestane, sohbet ederken ela, çayı tazelerken bal rengine dönüşürdü.

Aşktan bahis açtığınızda lacivert olurdu ikinizin gözleri birden.

Bir yabanın gözünden yanlış bir bakış yakaladığında gözün kara olur her türlü belaya “gözünü kırpmadan” atlardın. Kimseler gözünü korkutamazdı senin böyle durumlarda.

Bir de tanışmak istediğin ilk zamanlar göz ucuyla yüreğin ağzında bakmaya çalıştığın anları hatırla. Göz göze gelebilmek için her şeyimi veririm diyerek yaptığın göz etmeleri, göz süzmelerini…

Ne isterse baş-göz üstüne demelerini.

Sen onu gözünden tanımış ve sevmiş, o da seni gözünle tanıyıp gönlüne almıştı.

Ve şimdi o yaban ellerde sen uzak diyarlardasın.

Mesafeler mi, önemi yok elbette. Gönülden ırak olmaktan daha yakıcı mesafe mi olur hem.

Geçtiğin her yolda, oturduğun her mekânda, içtiğin her çayda, yudumladığın her kahvede, ısırıp martılara attığın her simitte hâsılı baktığın her yerde onun göz izi var.

Ve senin…

İçini kanatıyor hepsi, acıtıyor.

Sen şimdi bunlar kırıntıdır diyerek geçip gidemiyorsun.

Gitmemelisin de!

21.11.2019

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir