ERKEN uyanmıştı. Bir sefere çıkacak gibiydi. Hafif bir telaşı olsa da diğer yandan da aşırı bir sükûnet hissediliyordu.
Uzun uzun seyretti. Uyandırmamaya çalışarak saçlarını narince okşadı. Yanağından öpüp öpmeme konusunda gidip geldi. Uyandırmak istemiyordu. Kıyamıyordu ona.
Hiç kıyamamıştı zaten. Hep onun konforunu sağlamaya çalışmıştı. Hayatının önceliği oydu. Öncüsü de…
Yaşamını onun etrafında örmüştü. Yanında olayım yeter diyordu. Başkaca bir beklentiye hiç girmemişti. Tenezzül etmemişti buna.
Gecenin sabaha dönen seherlerinde hep uyanık olurdu. Onu seyretmek için. Bu benim vuslat saatim diyordu. Yıllar oldu bu dakikaları hep yaşamış hiçbir şeye feda etmemişti.
Şimdi gitmesi gerekiyordu onu arkasında bırakarak.
Anlatmaya kalksa sebeplerini günler alırdı. Belki de anlaşılmazdı, bundan emin değildi. Cesaret edemedi ben gidiyorum demeye.
Bir hoşça kal denilmeyi hak etmiyor muydu? Etmez olur mu hiç? O neler neler hak ederdi. O hakları zaten hep yerine getirmemiş miydi?
Ama vedalaşmayı göze alamadı. Yüreği kaldırmadı. Gidiyorum seni bırakıp diyemedi, gitmekten başka çaresi olmasa da.
Bak mışıl mışıl uyuyordu yine. Biraz daha seyretti sessizce. Gözyaşlarını içine akıttı. Sehpada not almak için sürekli duran kağıt kalemi eline aldı. Bir kelime yazıp yastığın üzerine bırakıp sessizce süzülüp gitti. Uzun ve derin bir uykudan sonra uyandı yâr. Yastığındaki notu fark etti. Aldı okudu. Bir daha, bir daha okudu.
Can bağım yazıyordu. Yüzüne gözüne sürdü. Gözyaşlarıyla ıslattı. Mesajı anlamıştı. Notu kalbine bastırdı, dizlerini karnına doğru çekti ve tekrar yastığa başını koyarak gözlerini yumdu.
30.01.2019