UĞUR CANBOLAT
EVLERİ hemen yamacımızdaydı. Bir ağabeyi dört erkek kardeşi vardı. Tek kız Zekiye idi.
Baba sert kayadan daha fazla bir sertliğe sahipti. Güldüğünü ömrü boyunca gören olmadığı gibi çevreye karşı uyumsuz, akrabalarına karşı da huysuzdu. Kendisinin sevilmesine müsaade etmezdi. Belki de küçük yaşta babasını kaybetmesi ve annesinin köyüne onunla dönmesi, diğer kardeşinin amcalarla kalması gibi küçük bedeninin kaldıramayacağı yüklerin omuzuna binmesinin bunda bir payı olabilir, bilmiyorum.
Anne babanın şiddetini önleyemezse bile hafifletmeye çalışırken kendisi de bundan nasibini alıyor, hırpalanıyordu. Ama yapacak başka bir şey de yoktu. Günün belli aralıklarında validemin yanına uğrar, ona dökülür biraz da olsa rahatlayarak evine dönerdi. Kendince böyle bir yöntem geliştirmişti.
…
ERKEK çocuklar baba ile mücadele etmek için hangi yolu tercih etmiş olurlarsa olsunlar zulümden paylarını alıyorlardı. Onlara hiç nefes aldırmıyordu. İkisini köyün bu mahallesine diğer ikisini de öteki mahalleye sığır çobanı olarak vermiş günün erken saatlerinden itibaren işlerinin başında olduklarından akşam yorgun argın dönüyor yıkılıp kalıyorlardı. Bu durum babanın işine geliyor, asayişi bu şekilde sağlıyordu.
…
ZEKİYE kara kuru bir kızdı. Kalın kaşları vardı. Simsiyah ve uzun saçlarını her gün ördürürdü. Eğer o gün kendi annesi buna fırsat bulamamışsa bize gelir anneme ördürürdü.
Evlerinde yaşanan şiddetten kendini korumasını biliyor, zekâ oyunlarıyla mevcut durumlardan sıyrılmayı başarıyordu. Öğrenmeye meraklıydı. Bizden sürekli okumak için kitaplar alırdı. Bilgili olmak ona yeni zekâ oyunları kurmaya fırsat veriyordu. Tiyatral yeteneği sayesinde yüksek bir yere çıkıyor veya bulduğu sandalyeye zıplıyor ve kendince hallere girip habire bir şeyler anlatıyordu. Babanın dikkatini bu şekilde dağıtıyor, ilgisini çekmeye çalışarak mevcut olumsuz havayı gidermeye çalışıyordu.
…
GENÇ kızlık dönemlerine de şahit oldum Zekiye’nin.
İşi ilerletmişti. Nasıl da dillenmişti. Heyecanla saatlerce bir mevzuyu sizi usandırmadan anlatabilirdi ve nitekim bunu zaman zaman yapıyor ve kendince bazı taleplerde bulunuyordu. Zaten evimizin kızı saydığımızdan bacı kontenjanına dahildi.
…
BABAMIN evinin önündeki asmanın altında bazı konular açıyordum. Eğer mevzu hakkında az bir şey biliyorsa bile çok şey biliyormuş gibi iştahla ve heyecanla anlatıyordu. Net olarak bir bilgiye sahip değilse “Abi bunu bilmiyorum ya” diye cevaplıyor ve söylediklerimi dikkatle dinliyordu. İsminin hakkını veriyordu. Sürekli zekasıyla kendini donatmaya çalışıyordu. Bilgisini arttırmaya doymuyordu. Tercihlerinde de akıllıydı. Yaş tahtaya kolay kolay basmıyordu. Çocukluğunda elde ettiği deneyimleri burada kullanıyor çoklu sorunların altından kolaylıkla kalkabiliyordu.
…
ANLATTIKLARIMA hemen inanmıyordu. Ölçüp biçiyordu. Bu önemli bir husustu zira analitik bir yapıda olduğunun deliliydi. Hatta bazan bilerek daha evvel müzakere ettiğimiz bir hususa ters bir anlatımda bulunduğumda hemen müdahale de bulunuyor “Öyle anlatmamıştın” diyerek itirazını yükseltiyordu.
Bu onun daha önce ele alınan bir konudaki bilgiyi iyi kaydettiğini ve gerektiğinde hemen çağrılabilecek bir tazelikte tuttuğunu da gösteriyordu.
…
EĞER şehirde yaşamış ve örgün eğitimden yararlanma fırsatı bulmuş olsaydı bilim adamı olabilecek bir dikkate ve azme sahipti. Problem çözme yeteneği müthişti ve bu hususta hızlıydı. Ayrıca sonuca erdirmeden de ipin ucunu bırakmıyordu. Muhtemelen çözümlenmemiş meselelerle yaşamak istemiyor bundan rahatsızlık duyuyordu.
…
EVLENMİŞ, Ankara’ya taşınmış çoluk çocuğa karışmıştı. Boyunca evlatları vardı.
Önceki sene memleketten dönerken kendilerine bir elif miktarı uğramak isteyip aramıştım. Heyecanla “Bekliyoruz abi” demişti. Gittiğimde balkonda minderim hazırlanmış, semaver uyandırılmış, eşi ve evlatları da oturduğumda çevrelemişlerdi etrafımı. Eşi nüktedandı. Gözlerini kısarak gülerdi. Tebessüm ederek “Abi bunu çok fena alıştırmışsın kitaplara” demişti ama kastını tam anlamamıştım. Hoş beş muhabbet fazlı uzun sürse de tamamlandığında Zekiye “Abi odaya geçebilir miyiz, sorularım birikti” diyerek yandaki odaya buyur etmişti.
Ne göreyim dersiniz? Odanın dört duvarı kitaplarla tıka basa dolu bir kütüphaneye sahipti. Kendine rahat oturabileceği bir “Okuma koltuğu” yapmış, masanın üzerinde de son okuduğu ve sıraya giren kitaplar vardı. Ama esas şaşıracağım husus bu değildi. Karton kapaklı dosyasını açmış, eğer bir gün uğrarsam sorabileceği soruları not aldığı neredeyse on adet kadar A4 kâğıt çıkardı. “İşte biriktirdiğim sorular” diyerek bakmam için uzattı.
Okuduğu kitaplardan anlamadığı yerleri soruya dönüştürmüş ve yanına hangi kitaptan aldığını da başka bir kalemle not düşmüştü. Geçerken uğradığım yerde iki gün geçirmek zorunda kaldım.
…
ZEKİYE zekiydi ama gördüğüm bunu geliştirmiş olduğuydu. Derin düşünüyordu. Bağlantılar kuruyordu. Hemen ikna olmuyor, sorguluyordu. Oğlu doktor, kızlarından biri mühendis diğeri edebiyatçı olmuştu ama sorularına verilen cevaplardan mutmain olduklarının üstünü çizmiş diğerlerinin yerine önemli anlamında yıldız işaretleri koymuştu. Onlar da nefesimi kesmek için bana saklanmıştı tabi.
…
YATARICI düşünceye sahipti. Yenilikçiydi. Duygu yüklüydü. Kendini geliştirmeye odaklıydı. Bağımsız ve özgür düşünceli oluşu zaten malumdu. Çocuklarını büyütmekten öte idealleri vardı. Empati yeteneğini geliştirdiği için hayatı içeriden iyi okuyordu.
Vedalaşıp ayrılırken yaptı esas sürprizini. Çantama kalınca bir defter sıkıştırarak “Buna göz atar mısın müsait zamanında” demişti. Baktım. Zekiye kimseye göstermese de iyi bir yazar olmuştu.
Hayat bize ne kadar çok “Nereden nereye” dedirtiyor hem kendimiz hem başkaları için…
Ya Selam!