UĞUR CANBOLAT
ÜÇ erkek kardeşin küçüğüydü. Bacıları yoktu.
Dedesi kendisine benzettiğinden ona karşı olan muhabbeti diğerlerine göre fazlaydı. Tüm ilgisini ona yöneltmişti. Neredeyse babası mesabesindeydi. Onların odasında yatıp kalkıyordu.
Çocuk büyüdükçe huyları fark edilmeye başlanmış ve bahsi geçen benzemenin artık sadece fizik ile sınırlı olmadığı görülmeye başlanmıştı. Mizaç çekimi söz konusuydu. Neredeyse hık demiş dedesinin burnundan düşmüştü.
…
DEDE zaman yönetimi konusunda hassastı. Yelek cebinde köstekli saati hiç eksik olmazdı. Tabiatı iyi okurdu. Yağmurun geleceğini saatler öncesinde haber verir harmandaki buğdayların ıslanmaması için toplamalarını emrederdi. Onların bunu yaptığını gören harman komşuları tecrübeye dayalı görgüleri olduğundan onlar da hemen aynı işi yapar ürünlerini zayi olmaktan kurtarırlardı.
Rüzgârın estiği yön ve şiddetini de okur buna ilişkin öngörülerini paylaşılırdı. Söğütlerin rüzgâra göre çıkardığı seslerden ve aldığı şekle bakarak o sene hasadın ne seviyede olacağı hususunda tahminler yapar ve komşularını yönlendirirdi.” Elinizdeki ürünü hemen ofise götürüp elden çıkarın” dediğinde bunun o sene ürünlerin bol olması sebebiyle fiyatların düşeceğini hemen anlayıp gereğini yaparlardı. “Ürününüzü tutun” dediğinde beklediğin zaman daha iyi bir fiyatla satabileceklerini anlarlardı.
Başını semaya çevirdiğinde saatin kaç olduğunu anlardı. Saatine bakması sadece teyit için olurdu.
…
AHMET zamanla dedesinin tüm özelliklerini giyindi. Hatta ondan öteye bile geçti denilebilir. Dede onu test etmek için bilmiyormuş gibi sorular sorarak yetiştirmişti. Kendisine yönlenen sorulara Ahmet “Vakittir” veya “Vakti değildir” derdi. Belki ötesini o da bilmiyordu. O sebeple uzun uzadıya izahlara girişmezdi. Köyünün bir nevi “Zaman okuyucusu” hâlini almıştı. Gelip her şeyi danışırlardı.
Topraktan anlardı mesela. Tarlada toprağı avuçları arasına alarak evirip çevirdikten sonra bir ekoloji mühendisi gibi kısa cümlelerle tahliller yapar ve nasıl iş tutmaları gerektiği hususunda tavsiyelerde bulunurdu. Çoğu defa isabet ettiğinden insanlar zarar görmemek için danışmaktan çekinmezlerdi.
…
MUVAKKİT sıfatı almıştı zamanla ve artık herkes onu “Muvakkit Ahmet” şeklinde ünlemeye başlamıştı. Muvakkit kelimesi toplumda bilinirdi. Vakitleri hesaplayan demekti. Yapılacak işlerin zamanını doğru ve isabetli şekilde belirleyen kişi anlamına geliyordu. Ecdadımız cami ve medreselerde namaz vakitlerini doğru belirlemek için görevlendirdiği kişilere “Muvakkit” denirdi. Bu kişiler astronomi bilirdi. Belirli aletler kullanarak ay ve güneşin hareketlerini takip edip sonuca ulaşırlardı.
Muvakkit Ahmet bunlardan değildi. Tamamen sezgiye ve tecrübelerine dayalı olarak tahminler yapardı. Dedesinden aldığı genetik mirası da unutmamak gerek tabi.
…
AHMED bilindiği gibi Fahr-i Kâinat Efendimizin ismi. Bu sebeple milletimizce hürmet edilir. Saygıyla telaffuz edilir. Hamd kökünden gelir. Herkesten daha çok öven hamd eden demektir. Aynı zamanda herkesten daha çok övülen anlamına da gelir.
Bazı İslâm bilginlerinden, başka hiç kimseye nasip olmayan bir makamda ve sadece kendine mahsus ifadelerle herkesten daha fazla Allah’a hamd ettiği, Cenâb-ı Hakk’ın da onu bütün insanlardan daha çok övdüğü için Hz. Peygamber’e Ahmed adının verildiğini söylerler. Muhammed ve Mahmud isimleri de aynı köktendir.
…
MUVAKKİT AHMET liderlik vasfı taşıyordu. Dedesi onun bu yönünü açığa çıkarmıştı.
Dürüsttü. Taraf tutmazdı. Gerçeği olduğu gibi yansıtırdı. Yaşanan ihtilaflarda arabulucu olarak ona müracaat etmelerinin sebebi buydu. Haksız çıkan kişi bile onun bu duruşunu öteden beri bellediğinden itiraz etmez bunu saygısızlık olarak görürdü.
Güvenilir olmak yaşamın her sahasında önemli. Bu ise elbette dürüstlükle elde ediliyordu. Yaşamında kırıklık olmaması, duruma göre tavır belirlememesi, yakınlık derecesine göre terazinin kefesinin ağırlığını değiştirmemesi herkes tarafından biliniyordu.
Muvakkit Ahmet’in hayatı saygı üzerine inşa edilmişti. Kişinin saygı görmesinin saygı göstermesine, başkalarının hukukunu her şart ve durumda koruyup kollamasına bağlı olduğunu örnekliyordu.
İnsanın çevresine huzur vermesi bu ilkeleri bir bütün olarak arızaya uğratmadan tutmakla mümkün oluyordu ve muhakkak adaletle taçlandırılması zorunluydu.
Muvakkit Ahmet yılgın değildi. Azimliydi. Başladığı işi savsaklamazdı. Yarım bırakmazdı. Sabır ve sebatın arasındaki sıkı ilişkiyi görmüş ve bunları birbirine denizci bağı ile bağlamıştı. Bu aynı zamanda sorumluluk anlayışındaki kararlılıkla da ilintiliydi.
Dürüst insan sakin olur. Kapatmaya çalışacağı bir açığı ve bir bit yeniği olmadığından telaşe görülmez. Cerbezeye ihtiyaç duymaz. El çabukluğu ile yer değiştirmelere rastlanmaz. Dikkatli ve detaycılığı kişilik olarak önde olduğundan genellikle atlanan hususlara tesadüf edilmez.
…
HEPİMİZ muvakkit Ahmet gibi ölçülü ve hesaplı olmalıyız ama hesabî olmamalıyız. Menfaatimizden yana değil zararımıza olsa bile hakikate taraf olmalıyız.
Vakitten sorumluyuz ayrıca. Ömür sermayemizi nerede ne şekilde kullandığımızdan sorgulanacağız. Belirli vakitlerle üzerimize farz kılınan ibadetlerden sorulacağız. Kimlerle muhabbet ettiğimiz ve istikametimizin sahihliğinden hesaba çekileceğiz. Bu sebeple her şeyi vakti vaktine yapmalıyız.
Kısacası, muvakkit olmak zorundayız. Zamana duyarlı yaşamalıyız. Hayatın ritmini tutmamız başka türlü nasıl mümkün olabilir ki zaten.
Ya Selam!