UĞUR CANBOLAT
ÖNCELERİ sıkı sıkıya yaşanan şimdilerde ise üzerinde tartışılan, izahları yapılan, lüzum ettiği için eğitimleri verilen bir kavram mahremiyet. Şahsa veya bir gruba ait özel bilgileri içerir. Saklanması lazım gelendir. Korunması insan haysiyetiyle alakalı durumlardır.
Çocukların belirli bir süre sonra ebeveynden ayrılarak kendilerine mahsus odada yatmaya başlamaları gerektiği bilgisi ve uygulamasıyla başlıyor. Anne, baba, evlat olsalar bile bireysel mahremiyetleri söz konusudur. Ebeveyn odasına girişlerde belirli vakitleri hesap etmeleri ve muhakkak izin alarak girmeleri meselesi. Kardeşlerin yine belirli bir yaştan sonra odalarının ayrılması gerektiği hususu.
İlk öğreti burada başlıyor.
…
MAHREMİYETİN türleri var. Alanda çalışan uzmanlar ve fakihler bu konuda bizi belgelendiriyorlar.
Daha önceki yazılarımızda değindiğimiz mekân mahremiyeti konusu var ve kültürümüz bu hususta medeniyet olmanın gereği olarak belirlemelerde bulunmuştur. Kapı tokmakları bile buna göre yapılmış.
Annelerimizin öğretmeni olduğu kişisel ve beden mahremiyeti konusu çok önemli ve çocuğun hem kendi şahsiyetini bulması hem de kendisini koruması açısından da kıymetli.
Ailenin sırlarının dışarıya taşınmaması bakımından hâne mahremiyeti hususu ise artık neredeyse unutuldu ve boşanma avukatlarının gereksiz gayretleriyle yalanlarla da köpürtülerek ifşa dönemine geçildi.
Dostların birbirine emanet ettiği sırlar yine mahremiyet kavramı içerisinde değerlendirilmeli. Aynı şey arkadaş paylaşımları içinde elbette söz konusudur.
İş yeri açısında iletişim ve bilgi mahremiyeti ve bunların korunması artık sözleşmelerde yer buluyor.
…
İBADET mahremiyetimiz vardı. Gizli saklı yaptığımız iyilikler olurdu. Öldükten sonra burs verip okutup eli iş tutan insanların ortaya çıktığı görülürdü. Şaşıranlar olurdu. Hatta aile bireyleri bile bilmezdi. Bu mahremiyet kul ile Allah arasında kalırdı. Davul zurna ile ilan edilmezdi. İyilikle öldürmek, şahsiyet tahribi henüz keşfedilmemişti. Evlerimizde herkes uyurken kalkıp yakarışlarımız olurdu. Gözümüzden süzülen yaşların seccadeden başka şahidi olmasın istenirdi.
…
İÇSEL kavgalarımız da gizli olurdu. Nefsimizin tazyiki altında kalarak direnemeyip zayıf anlarımızda yüklendiğimiz günahlardan sıyrılabilmek için yaptığımız kavgalarımız da mahremdi. Kimse şahit tutulmazdı. Ortak edilmezdi. Ruhî inşanın duvar tuğlaları bu hassasiyetle örülürdü.
…
MAHREM KAVGALAR yazımızın ana ekseni bugün.
Yıllar önce bir büyüğümden “Ağız tadıyla kavga edemiyoruz artık” demişti de pek bir şaşırmıştım.
Eskiden kavgalarımız bile güzeldi. Zira sevginin bir parçasını teşkil ederdi. Daha iyiye ulaşılması için verilirdi. Yıkmayı değil onarmayı esas alırdı ve başkaca çareler kalmadığından başvurulurdu. Evvela muhataba iyi yanlarından bahsedilir ardından müşteki olunan kısma gelinerek olgu kendi üzerinden dile getirilirdi. Kişisel hırslara kurban verilmezdi kavgalar. Mahremdi çünkü. Kişiye özeldi. Şiirlerde “Seninle kavga etmeyi bile özledim” gibi mısralara rastlanırdı.
Evlilikler birbirini inşa etmekten çıkıp imha etmeye evrilince sözler de değişti. Mahrem kavgalar alenileşti. Gönüllerden sonra gözler de karardı. Yüzler sarardı. Yumruklar sıkıldı. Her şey ortaya saçıldı ve bu marifet sayıldı. Kayıtlar tutuldu. Videolar çekildi.
…
ÇOCUKLARIN duyacağı şekilde ebeveynler tartışmazdı. Herkes uyuduğunda veya evde yok iken yapılırdı. Ertelenemeyecek bir durum zuhur etmişse başka bir odaya geçilirdi. Kavganın, tartışmanın mahrem olduğu bilgisi henüz ayaklar altına alınmamıştı. Şimdi kavgalar çocukların heder edilmesi bile göze alınarak hunharca yapılıyor ve yeni moda onlar üzerinden ateş ediliyor. Yekdiğerine karşı doldurulup kullanılıyor. O küçük bedenlere bölünmüşlük yükleniyor. Anneye başka babaya farklı görünmekten başka yol bırakılmadığından ikiyüzlü ve menfaate dayalı tavır geliştirme talim ettiriliyor.
Ardından mutsuz çocuklar ordusu oluşuyor. Örnekler kötü olduğundan ileriki yaşlarında evlilikten uzak duruluyor. Bunun getirdiği psikolojik ve sosyolojik yükler uzmanları meşgul ediyor.
…
MİSAFİRLİĞE gelenlerin yanında laf sokmalar, imalar, göndermeler, itici tavırlar, küçümsemeler, yetersiz hissettirmeler, değersizlik hissi oluşturmalar, kıyaslamalar moda oldu. Aradaki kimi anlaşmazlıklara başkalarını ortak etmek maharet sayılmaya başlandı.
Eskiden fellik fellik saklanan hâller şimdi çarşaf çarşaf tefrika ediliyor. Bire bin katarak, köpürterek üstelik. Sanırsınız ki okuyucuyu kışkırtmak isteyen gazete pehlivan tefrika yazıları yazılıyor. Müşteri aranıyor.
Bir de tarafların kendini mutlaka haklı çıkarmak gibi bir tutkuları var ki, nereden bakarsanız anlaşılmaz. Oysa her insanın kusuru, eksikliği, fazlalığı, gafleti, zaafları, algı sorunları vardır. Kimse mükemmel değildir. Karşı tarafın mükemmel olmasını isteyenin mükemmel olduğunun ölçüsü nedir?
…
TESETTÜR sadece saçları veya bedeni örtmez.
Kalbimizin mahremiyetini muhafaza edebilmek için setretmemiz gereken nice mahremiyetlerimiz var. Rüyaların herkese anlatılmaması gerektiği bilgisi bile bu cümledendir.
Demem o ki, olumsuz hayat olayları hepimiz için geçerli. Stres değerleri de yüksek. Dayanması güç. İmha amaçlı olmayan tüm eleştiriler, inşa hedefi taşıyan tartışmalar kıymetli ve mahrem.
Kavgasının mahremiyetini koruyamayanlardan kendi hayatlarının kahramanı olamazlar.
Mahremiyet güzeldir, mahrem kavgalar da öyle. Kavgalarımıza mahremiyetini koruyarak sahip çıkalım.
Ya Selam!