FOTOROMAN NESLİ
KAÇINIZ yetiştiniz bilmiyorum. Belki bazılarınız ucundan kıyısından yakalamıştır. Benim gibi tam yetişemeyenler büyük ihtimalle sahaflarda görüp tanışmıştır.
Dünyanın ve ülkemizin böyle bir devri gelip geçti.
Günlük hayatın zorlukların, eksiği gediği bu fotoromanlar okunarak ötelenirdi. Henüz Televizyon ile tam tanışılmamış. Cep telefonlarını bırakın telefon bile henüz misafir gelmemiş evlere. 1960- 1970’li yıllar yani.
Yoksulluğun, yoksunluğun hüküm sürdüğü bu dönemlerde ünlülerin rol aldığı bu fotoromanlar ile kısa da olsa insanlar kendi hayat şartlarından kurtulduğunu düşünüyor sonradan özel kitap şekline de dönüşen gazetelerin ek sayfalarında yer alan bu maceraları okuyordu.
Mutluluğa erişme arzusu… Gerçek hayatta yaşanamayanları bu fotoğraf hikâyelerle elde etme isteği…
Bu fotoromanlar gelinlik yaşına gelmiş evde iğne oyası yapan ablalarımız arasında sıkı okuyucu bulurken öğrencilerin elinde sıraları dolaşırdı.
Zaman geçti, devir döndü.
Artık her evde birden fazla telefon var, kişi sayısında akıllı telefonlar mevcut ve yine neredeyse bir o kadar da bilgisayar veya tablet bulunuyor.
Artık herkes kendi fotoromanının kahramanı oldu. Senaristi de kendisi oyuncusu da…
Tüm gününü aslında mutlu olmayan, içindeki huzuru arayan ama bir o kadar da usta oyunculuk hünerleri göstererek her karesinde dünyanın en mutlu kişisi gibi gösteren oyunculara döndük. Özçekim yapmadığımız gün yok. Özel anlarımızı paylaşmadığımızda marazlanır olduk. Muhakkak herkesin bizden haberdar olması gerektiğine inandık.
Yokluk devrinin fotoromanlarında mutluluk arayanlarla varlık dönemlerinin kaybolan saadetini bulmaya çalışan bizler arasında ne fark var sizce?
Başka sorum yok!
14.01.2020